Nisan olmadı, güney yolunda hiç insan olmadı
Tarih tanıktı, o bile bir taraf olmadı
Halep’te, Şam’da, Beyrut’ta, Arjantin’de
Tanıdık bir şarkı çalmadı, hiç olmadı.
Ocak olmadı, kan hâlâ hiç sıcak olmadı
Tarih tanıktı o bile bir utanç duymadı
Nice sokak, nice mevsim, nice toprakta
O zulüm, cinayet olmadı, hiç olmadı
Nice cesur, nice korkak, nice yoldaş
Faşistler elinde ölmedi, hiç olmadı!
(İnkarın şarkısı )
24 Nisan 1915 ve öncesi
Osmanlı imparatorluğu‘nun çöküşe giden yılları. 18. yüzyıldan başlayan, 19. yüzyılda hızlanan çöküşte, Osmanlı’nın işgal ettiği Balkanlar‘da başlayan ulusal ayaklanmalar sonucu, oluşan devletlerin teker teker imparatorluktan kopmaları bir faktördü. Bugünkü “Neoliberal saldırganlığın“ uyguladığı Sünni-İslam politikasının atası “ümmete dönüş” politikası devreye sokuldu. Politika “Doğu vilayetlerinde reformlar” diyen 1878 Berlin Konferansı‘ndan sonra hızlandırıldı. Sermayesini asıl olarak işgal, vergilendirme, talanla oluşturmuştu Osmanlı. Ülkeye girmeye başlayan kapitalizmin sermaye ihtiyacını, Hıristiyan halklar üzerinde terör estirip ellerindeki mallara el koyarak elde etme politikasına o dönemlerden başladı. 1894-96yılları arasında Van, Erzurum, Sason gibi Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı vilayetlerde katliamlar yapıldı, yüz binin üzerinde Ermeni katledildi. 1909 Adana pogromunda Ermeni kanı sel gibi aktı. 24 Nisan 1915 ise insanlık tarihinin gördüğü en alçakça katliamlardan birine sahne oldu.
Politikanın devamı Der Zor Çölü’ne sürgün
Türk milliyetçiliği temelinde örgütlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti eşitlik, özgürlük ve kardeşlik vaatleriyle başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere, çeşitli Hıristiyan halkların desteğini alarak iktidara geldi. Fakat ulus-devlet projesi çerçevesinde Türkleştirme faaliyetlerine hız verdi. Bu Anadolu’nun kadim halkları için felaketler zincirinin devamı demekti.1915 yılının 24 Nisan günü İstanbul‘da Ermeni toplumunun ileri gelenleri teker teker tutuklanmaya başlandı. Aralarında milletvekillerinin, avukatların, doktorların da bulunduğu yaklaşık 700 Ermeni aydını Ankara‘ya gönderilmek üzere yola çıkatıldı, kendilerinden bir daha haber alınamadı. Tehcir kararına göre, Ermenilerin nüfusu, yaşadıkları yerlerde yüzde 5oranından fazla olmayacaktı. Anadolu’nun hemen her yerinde yaşayan Ermenilere derhal hazırlanmaları, hemen yola çıkmaları emri verildi.Ermeni kafilelerinin büyük çoğunluğu, gönderildikleri Suriye‘nin Der Zor Çölü’ne ulaşamadan öldüler. Teşkilat-ı Mauhsusa katilleri, askerler ve yerel çeteler tarafından kitleler halinde öldürülmeye başlandılar. Erkekler ve çocuklar hemen öldürüldü, kadınlar ve kızlar kaçırılarak zorla Müslümanlaştırıldı.Der Zor Çölü binlerce Ermeninin mezarı oldu. İktidara gelen İttihat Terakki kadroları göstermelik bir iki cezalandırmadan sonra, bu katliamı unutturma çabasına girdiler.
Sermaye birikimine yakıcı ihtiyaç duyan cumhuriyet yönetimin, Ermenilerden gasp edilen gayrimenkuller Emval-i Metruke İdaresi tarafından önce hazineye, oradan da cumhuriyetin “mutat zevatına” aktarılınca sesi soluğu çıkmaz oldu. Fakat Ermeni halkı kadar, bu ülkenin komünistleri, devrimci ve ilericileri Ermeni Halkı’nın katliamılarını unutturmadı, unutturmayacak.
Sözün bittiği yer tanıklar anlatıyor (*)
“Camuz dellendi”
1909 yılında yapılan Adana katliamı sırasında ben 5 yaşındaydım. O dehşetli geceye Türkçe ‘Camuz dellendi’ (‘manda delirdi’) adı verildi. Gerçekten de Sultan çıldırmıştı. Onun emriyle insanları boğazladılar; 30 bine yakın Ermeniyi katlettiler; evleri yakıp yıktılar, küle çevirdiler. …Herkesi toplayıp Adana ırmağına götürdüler, Sultan Hamid’e haber gönderdiler,’bütün Ermenileri toplayıp ırmak kenarına getirdik, emir bekliyoruz’ diye… Bir tarafta su öbür tarafta ateş. Babam beni kucaklamıştı. Olanları omuzunun üzerinden seyrettiğimi hatırlıyorum. Annem de bizimleydi, bizi ırmağın kenarına doldurmuşlardı. Sultan’dan emir geldi: Af emri. Bize de ‘Padişahım çok yaşa!’ dedirttiler. Eve döndük, ama öldürülenler öldürülmüştü.
Harputlu Sarkis Khachaturian (1903 doğumlu) anlattı:
“…1914 yılında Osmanlı genel seferberlik ilan etti… Ermeni gençlerini Osmanlı Ordusu’na aldılar. Götürüp amele taburlarında çalıştırdılar; sonra da hepsini öldürdülmüştü.”
Harputlu Sarkis Martirosyan (1903 doğumlu):
“Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenileri askere aldılar; yaklaşık 300 bin Ermeni genci orduya gönderildi. Başlangıçta, bunların eline silah verildi; ama sonra Enver Paşa demiş ki: ‘Biz yol yapacağız; çalışan ellere ihtiyacımız var.’ Fakat aslında onları kendi kazdıkları çukurlara atmış, öldürmüşlerdir.”
Adapazarlı Mari Yerkat (1910 doğumlu):
...Bizi Eskişehir’e götürüp bir hana doldurdular. Bizimki gibi kirli ve karanlık olan yanımızdaki hana da İstanbul’dan sürgün edilmiş bütün aydınları getirip doldurdular. Onların kolalı yakaları, kravatları vardı; ama üstleri başları zaten yırtık pırtıktı, lime lime olmuştu. Biz her gece onların ağlama sızlama seslerini ve feryatlarını duyuyorduk; zira İttihatçı zabitler ve zaptiyeler onları şiddetle dövüyordu. Birkaç gün sonra onların hepsini götürdüler. Duyduk ki,onları işkencelerle öldürmüşler.
Sasonlu Arakel Davtyan (1904 doğumlu):
Bize saldırıp başladılar katletmeye, güzel kızları, güzel kadınları kaçırdılar, götürdüler. Köyümüzde Misak adında bir fedai vardı. Onun silahı vardı; manastıra girdi ve çarpışmaya başladı. Bizim silahımız yoktu. Sason 2 ay direndi. Askerler gelip bizi kuşattılar;başladılar bizden bazılarını katletmeye. Yardımımıza koşan olmadı; katlettiler.
Malatyalı Verjine Nacaryan (1910 doğumlu) da şöyle dedi:
…Bizim sülalemiz çok büyüktü; yaklaşık 150-200 kişiydik. Dayılarım, halalarım, amcalarım vardı. Hepsini Der Zor yollarında katlettiler. Üç kişi kaldık: Ben, annem ve erkek kardeşim… Ne çocuk ne yaşlı ayrımı yapıyorlardı. Onlar diyorlardı ki; ‘Biz Ermeni ulusunu öyle bir yok edeceğiz ki, sadece müzelerde Ermeni bulunacak’…
Muşlu Hrant Gasparyan (1908 doğumlu):
…Bütün gördüklerimi, kendi gözlerimle görmüş olduklarımı anlattım size. Bütün gördüklerim gözlerimin önündedir. Khınus’tan [Hınıs] hiçbir şey getirmedik; sadece canlarımızı kurtardık. Sülalemizde 143 kişi vardı. Sadece bir kızkardeşim, bir erkek kardeşim, annem ve ben kurtulduk.
“Gördüğüm o günü; lao düşmanım görmesin”
Antepli Verjine Gasparyan (1912 doğumlu):
…Babam Krikor’u, annem Dudu’yu, erkek kardeşim Hagop’u ve kızkardeşim Nuritsa’yı gözümün önünde boğazladılar. Ben bütün bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdiye kadar unutamadım…
Muşlu Shoger Tonoyan (1901 doğumlu) anlattı:
1915 yılının Vartavar günü katliam yapıldı… Ailemizden altmış kişi o ahırlarda yandı. Gördüğüm o günü, lao, düşmanım görmesin. Sadece ben ve erkek kardeşim kurtulduk .Önce güzel gelinleri ve kızları götürüp din değiştirttiler; ne kadar genç erkek-bebek var idi ise annelerinin kucağından kapıp zaptiye yapmaya götürdüler. Duman ve ateş ahırı sardığında, millet başladı öksürmeye ve boğuldu. Anneler çocuklarını unuttu, lao, gerçek bir Sodom-Gomore durumuydu...
Daha sonra meşhur bir kimyacı olan Vanlı Agasi Kankanyan‘dan (1904 doğumlu):
…Iğdır’a varana kadar yağmurun ve güneşin altında, çamurlar içinde, yarı aç ve susuz 10 günlük yol katettik. Yolda Kürtler sık sık saldırıyor, insanları katledip soyuyordu. Bu olaylar özellikle yığılmaların olduğu Bandimahi köprüsü (Berkri) yakınında cereyan etti. Onların eline geçmemek için nice anneler çocuklarını kucaklamış vaziyette o köprüden suya atladı. Yolda öldürülenleri ve ölenleri yol kenarında bırakıyorlardı, çoğu zaman üzerlerine toprak bile örtmüyorlardı. Ben gömülmemiş ceset görmekten o kadar etkilendim ki, yüreğime bir hüzün çöktü ve bu durum bugüne kadar da sürüyor.
Zeytunlu Karapet Tozluyan (1903 doğumlu):
…Surp Asdvadzadzin Manastır’ı Zeytun’un tam karşısındaydı. Biz Zeytunlular durmuş seyrediyorduk. Bir de gördük ki birkaç asker manastırı yakmak için tenekeyle gazyağı götürüyor. Ama fedailer manastırın içinden onları vurup öldürdüler…”
Erzincanlı Garnik Stepanyan (1909 doğumlu) anlattı:
…Erzincan’dan çıktık. Dondurucu bir soğuk vardı. Vardanuş ninem yürümekte güçlük çekiyordu. Birden durdu ve dedi ki: ‘Beni vurun! Beni öldürün! Ben artık yürüyemeyeceğim.’ Yere oturdu. Jandarmalar onu yerlerde sürüklediler. O yolun ortasında kaldı. Bizi sürdüler. Biz bir taraftan yürüyor bir taraftan da geriye bakıyorduk. Kar yağıyor, onun üstünde birikiyordu. Sonunda benim zavallı ninem kardan adama döndü.
(…) Malatya’ya vardık. Bahar gelmişti. Bütün Ermenileri katletmişlerdi. Her yerde, elli-yüz kişinin gömülü bulunduğu tepeler vardı, hatta yarı ölü halde gömülenler vardı, zira üzerlerindeki toprak hareket ediyordu.
(…) Nisan ayında Der Zor yakınlarındaki Hekimhan denilen yerde korkunç bir olay cereyan etti: Zıvaneli otuz güzel gelin kervanımıza katılmıştı. Bir gece onları toplayıp götürdüler; onları çırılçıplak soyup dans etmeye ve kendilerini eğlendirmeye zorlamışlardı. Saçları darmadağın ve acayip bir halde geri getirildiklerinde, o gelinler hep birlikte elele tutuşup Fırat Nehri’ne atladılar.
(…) 1922 yılında İzmir’i ateşe verdiklerinde benzin ve petrol dökerek kiliselere sığınmış Ermeni ve Rumları diri diri yaktılar…
Anlatımlar:
* Verjine Svazlian / Hayots Tseğaspanutyun: Akanates Veraproğneri Vkayutyunner (Ermeni Soykırımı: Hayatta Kalan Görgü Tanıklarının Anlattıkları) Yerevan Yayınevi
* Verjine Svazlian, (Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Belge Yayınları) kitaplarından alınmıştır.