Mücadele tarihinde Mayıs ayı sessiz söylenen, insanın boğazında düğümlenen bir ağıt gibidir, yenilgiye duyulan korkunç ve acı bir öfke gibidir. Ve bir o kadar da direngenliğin, başeğmez isyankarlığın adıdır.
1 Mayıs 1977‘de katledilen otuz dört insanı unutmaz işçi sınıfının hafızası… O isimsiz devrim savaşçılarını…
Sanki kararlı, isyankar, direngen devrimcilerin katledilişi hep Mayıs ayına mı denk gelmiştir?! Yoksa senenin 12 ayı hep başeğmez devrimcilerle mi doludur?!
Mayıs ayı yaşamın kendisi gibi acı, sevinç, hüzün, yenilgi ve başkaldırının dizginsiz öfkesiyle doludur. Bütün aylarda hep kararlı onurlu mücadelelere sahip devrimciler vardır. Bir çoğu belki de çoğumuzun hatırında değildir. Fakat onlar hep vardır.
Ama Mayıs ayı biraz daha farklı, yaşam çelişkisinin kendisi gibidir. Mayıs ayında olduğu gibi çoğu zaman en çok bilinenlerini hatırlarız kahramanların. Ve onların şahsında bilmediklerimizi de anarız. En güzel, en kararlı, en temiz ruhlu, dostlarımızla, yoldaşlarımızla doludur Mayıs ayı… Türk ve Kürt halklarının, tüm Anadolu halklarının boşuna değildir onlara bizim çocuklarımız demesi. Ve duyduklarında “bizim çocukları asmışlar” demesi boşuna değildir. Kahramanları öylesine kendinden bilmiştir, onlara inanmıştır. Onları sahiplenmiştir.
İlkeli bir karaktere sahip olmak, yalan söylememek, doğru bildiğinden asla vazgeçmemek, asla kendi çıkarlarını düşünmemek, halkın çıkarları için savaşmayı kendi yaşamının nedeni olarak savunmak, güçsüze mazluma yardım etmek, haksız yere hiç kimseyi, bir karıncayı bile incitmekten kaçınmak işte devrimciliklerinin özeti, ve işte bu halkın onları sahiplenmesinin nedenleri…
Kirlilik o yıllarda da dizboyu iken tertemiz kalmayı başarabilmekti hünerleri…
En çok Mayıs ayı nefret eder bu ülkenin kan emici iktidarlarından, en çok Mayıs ayı ağıt yakar kendi kucağında yatan kahramanlara, en çok Mayıs ayı öfke duyar yenilgilerine ve en çok Mayıs ayı kinini kuşanır zulmün imparatorlarına…
Mayıs’ın 6’sında bütün tabiat öfke duyar insanoğluna, üç güzel fidana kıydığı için, Mayıs’ın 6’sında bütün tabiat aşk duyar insanoğluna, böylesine onurlu ve temiz, böylesine kararlı kahramanlar oldukları için…
Deniz, Yusuf, Hüseyin’in vasiyetleri sahipsiz kalmadı. Devrim mücadelesinin her alanında yaşatıldı. Yaşatılıyor. Aynı Hüseyin İnan’ın ettiği vasiyet gibi isimleri yeni doğan çocuklarda yaşatıldı, yaşatılıyor, mücadeleleri unutturulmadı, sürdürülüyor.
Mayıs ayı henüz ağıtını tamamlamadan yeni bir acıyla sarsılır, burkulur yüreği, ayın 18’idir. Acı dolu karanlık tünellerden geçerek gelen, İşkencelerde boyun eğmeyen, direnişi sanat haline getiren düşmanı kendi ininde dize getiren, vuran, ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya gelir. Ağıtlar dağların doruklarına yükselir…
Ve Mayıs’ın çığlığı okyanusları aşar. Himalaya dağlarından geçer. Yeniden doğduğu topraklara yankısı düşerken Mayıs günlerini tüketir. Acı dolu feryatları kendi dağlarında savasçı nağralara dönüşür.
Ve 31 Mayıs gelir. Sinanların Nurhak dağlarından devrime selam duruşları gelir.
Henüz gün ağarmadan, herkes yataklarında mışıl mışıl uyurken sokaklara düşen, servislere yetişmek için koşturan, kadınlı erkekli gruplarla sokakları dolduran işçiler sabah karanlığında şehri gündüze çevirir…
Şehrin sokaklarına yağlı kirli tulumları, kalın sesleri, nasırlı iri elleriyle, ağır ve sert işçi postallarının ritimleriyle yürüyen işçi kortejleri savaş ve zafer türküleri söyler…
Mayıs tüm hüzünlerini acılarını sevinçlerini türkülerle inleyen şehrin sokaklarına bırakır…