13 Mayıs 2014’te gerçekleşen ve sadece resmi rakamlara göre 301 işçinin katledilip, 486’sının da yaralandığı Soma Katliamı yarın 4’üncü yılında…
Soma yüzyılın en büyük iş cinayetiydi. Her gün en az üç-beş işçinin çalışırken öldüğü, kapitalist üretimin en barbarca biçimlerde gerçekleştirildiği gerçeğini gözlere sokmak istercesine yaşanmıştı.
Çalışmanın ölümle özdeşleştiği bu koşullara karşı toplumsal bir duyarlılık geliştirmişti. Üretim maliyetleri artmasın diye üç kuruşun hesabını yaparak gerekli önlemleri almayan patronlar, onların devleti ve her ikisiyle organik bir bütün haline gelmiş sarı sendika şeflerini akan işçi kanı değil bu potansiyel öfke sarsmıştı.
Katliamın arkasındaki rant-talan-peşkeş-ölümüne çalıştırma-denetimsizlik-harcama yapmamak için hiçbir önlem almama gerçeklerinin bütünlüklü olarak ortaya çıkmasının, bu öfkeyi nasıl ve ne düzeyde patlatacağını kestirememişlerdi.
Gerçi işçi sınıfının örgütsüzlük düzeyini biliyorlardı. Bu onlara cesaret veriyordu. Ama yine de kendiliğinden patlamalara açık olan bu coğrafyada böylesine büyük bir katliamın şu ya da bu şekilde yeni patlamalara neden olabileceğini düşünüyorlardı.
O yüzden de tek dertleri o öfke patlamadan bastırmak, yatıştırmaktı. Hamaset ve boş vaatler ilk başvurdukları yöntemdi.
Baskı ve zorun gölgesini eksik etmemekse en ustalaştıkları şeydi. Bir ölüm kenti olan Soma’nın ve aslında tüm Türkiye’nin sokaklarında TOMA’ların, polis barikat ve anonsların eksik edilmemesi gerektiğini bilerek işe başladılar.
Tayyip Erdoğan’ın müşavirlerinden Yusuf Yerkel’in yerde yatan madenciye uçan tekmelerle saldırmasıysa bu azgınlığın altını çizmekten başka bir anlam taşımıyordu. Elbette ki tüm o “gözyaşlarının” timsah gözyaşı olduğu gerçeğini de apaçık ortaya koyuyordu…
Katliam sonrasında ortaya çıkan gerçekler bu saldırganlığın arka planında neyin telaşı olduğunu apaçık sergiliyordu. Soma AŞ’ye rödovans yöntemiyle onlarca yıllığına kiraladıkları ve devleti alıcı kıldıkları bu ocak tüm denetim ve kontrollerin dışında, yüksek randımanla çalışıyordu. Çarpık enerji politikalarının bir sonucu olarak kesintisizce kömür çıkarılmalıydı keza…
Soma AŞ. pazar sıkıntısı duymadan belirlenen miktarda kömürü üretmek için en iyi yaptığı şeyi yapıyordu: Üretim zorlaması! Tam bir köle kampı gibi işleyen ocakta belirlenen miktarda kömürü üretmek için işçiler yangının olduğu ve artık dumandan gözün gözü görmediği anlarda bile çalıştırılmışlardı. Dışarıya çıkarılmak yerine üretime zorlandıkları daha sonra yansıyan görüntülerden de anlaşılmıştı.
Riskli olduğu tescilli bu ocağa işletme izni veren Başbakanlık, Enerji Bakanlığı ve bilumum devlet kurumları bununla da yetinmemiş, ocağı en iyilerden biri ilan etmişlerdi. Oysaki ne bir denetim yapmışlar ne kontrol… Duman ve yangın algılama sisteminin, havalandırmasının bozuk, maskelerin hemen hepsinin ömrünün dolduğu katliamdan sonraki bilirkişi raporlarına da yansımıştı.
Gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadayken Erdoğan çıkıp ölümleri pişkince işin fıtratıyla açıklamıştı.
Bunlar olurken toplumsal tepkiyi yatıştırmak için ardı ardına boş vaatler de sıralanıyordu. Madenlerde çalışma saatleri, ücretler ve işçi sağlığı-güvenliği önlemleriyle ilgili parlak söylemler eşiğinde yapılacağı vaadedilen düzenlemelerden hiçbirinin yapılmadığını ya da hayata geçirilmediğini, kritik önlemlerin 2020’ye ertelendiğini hep birlikte gördük.
Açılan mahkemenin sınırlarını da öyle… Sadece sınırlarını mı? İşçi lehine gerçekleşen her gelişmede heyetin tepesine nasıl binildiğini, katliamdaki sorumluluklarından sıyrılmak için sabotaj yalanına nasıl sarıldıklarını ve hatta bu saçma iddia için soruşturma yürüttüklerini, hiçbir resmi görevliyi ve kurumu yargılama kapsamına almadıklarını saymaya gerek var mı?
Aradan geçen 4 yılda bir milat olması gereken bu kapsamdaki bir katliam bizim örgütsüzlüğümüz nedeniyle giderek “sıradanlaştı”. Soma bir avuç duyarlı kesimin, ailelerin davası olmaya doğru geriledi. Bu böyle olduğu için de işçi cinayetleri katlanarak devam etti. Soma’dan sonra Ermenek’te, Şırnak’ta, Şirvan’da, Şırnak’ta, Bartın ve pek çok yerde madenler işçilere mezar olmaya devam etti.
Soma Katliamı’nın 4. yılına da bu gerçeklerle giriyoruz. Değiştirmekse örgütlü mücadelemizle mümkün olacak.