Aze Hazan Hezdar
Evet, bir gün olmuyor ki yılların tecrübesiyle cümlelere birikmiş deyimlerimiz bizi yanıltsın. Geçtiğimiz günlerde “şehzade” Bilal Erdoğan, Girişimci İş Adamları Vakfı’nın 6. Girişimcilik Ödül Töreni’nde bir konuşma yaptı. Konuşmasında en çok dikkat çeken cümle, “Peygamber efendimiz, Allah’ın mesajını insanlara ulaştırarak girişimcilik örneği gösterdi” idi.
Bu cümleyi duyan muhalifler, kendileri bile böyle ‘cesur’ bir cümle kuramayacaklarından olsa gerek, parmaklarını ısırdılar. Çünkü buna benzer bir cümle onlar tarafından kurulsaydı başlarına toplu bir linçle başlayan ve sonu dinden atılmaya kadar giden bir olaylar silsilesini getirebilirdi.
Öyle ya peygamberi bu denli piyasalaştıran, o piyasanın girişimci ruhuyla Allah’ın mesajını ulaştıran tüccar olarak tarifleyen bir yaklaşım var karşımızda. Karikatürlere konu edilmesinin hangi sonuçlara yol açtığını hatırlayacak olursak Bilal oğlanın bu en hafifinden “gafının” bu denli sessizlikle karşılanmasının hikmetin düşünmeden edemiyoruz. Her şeyin üstünde bir saltanatın temsilcisi olmanın yarattığı bir pervasızlık mı mesela…
“Bilal oğlanın” her açıklaması, her yaptığı ayrı bir mizah malzemesiyken, “Bu adamı kim kürsülere çıkarttırıp konuşturuyor ve bu adamı kim niye dinliyor?” diye soruyoruz kendimize. En son olaydan yola çıkarsak ‘girişimciler’… Kim bu girişimciler ve neden her yerde ‘girişimcilik’ kelimesiyle karşılaşıyoruz?
Kim bu girişimciler?
Konferans salonlarında kodaman iş adamlarının çıkıp ders verdiği ‘girişimcilik’ seminerleri, okullarda kültür sanat kulüpleri yerine açılan ‘girişimcilik’ ve ‘liderlik’ kulüpleri, “Evet ben de sizler gibi fakirdim, şimdi ise milyarder bir girişimciyim” cümlesi ile başlayan izlenme rekorları kıran videolar, kitapçılarda ‘çok satan’ raflarını dolduran ‘girişimcilerin’ para kazanma öyküleri… Yağmurdan sonra birden her yerde biten zararlı mantarlar gibi…
Bu yağmuru, dünyanın her yerinde egemenliğini sürdüren neoliberal politikalara benzetirsek hiç de yanlış olmaz. Spekülasyona, ranta, talana, tüm kamusal ihtiyaçların piyasaya açılarak metalaştırılmasına, kısacası sermayenin o vahşi kar iştahının en çıplak haline denk düşen neoliberal birikim politikaları Türkiye’ye uyarlandığında, Türkiye’ye uyarlanan diğer her şey gibi her yönüyle oldukça ‘özgün’ (yer yer komik) bir hal alıyor.
Türkiye’de bu politikaların siyasete yani devlet ve rejim biçimine tercümesi bir tutam çetecilik, bir tutam faşizm, bolca da din bulunan bir çorbaya dönüşüyor. Bilal’in bu son cümlesinde de, bahsettiğimiz çorbadaki en sevdiği iki malzemenin neoliberal politikalar ve din olduğu açıkça anlaşılıyor.
Bugüne kadar bu çorbadan zehirlenmiş halkımız belli ki ‘Muhafazakâr girişimciler’i yani ‘Dinci üçkağıtçılar’ı sevdi. Dini de imanı da para olan bu kandırıkçıların televizyonlarda saatlerce boy göstermesi, kanaat önderi havalarına girip caka satması da bu yüzden.
Umarız halkımız yakın zamanda devlet eliyle önlerine konulan bu çorbanın içinde neler olduğunu fark eder de, daha aydınlık bir geleceğe hep beraber ‘giriş’iriz!