Mayıs-Haziran İsyanı günlerinde emekçilere yasaklanan meydanlardan biri olan Ankara Kızılay’daki polis ablukasına karşı gözüpekçe dövüşürken polis kurşunuyla başından vurulan ve günlerce yaşama direndikten sonra 14 Haziran’da ölümsüzleşen Ethem Sarısülük yoldaş 5. yıldönümünde vurulduğu yerde yapılan etkinlikle anıldı.
Alınteri’nin de içinde yer aldığı kurumlar ve sendikaların ortak örgütledikleri anmada, “Gezi şehitleri ölümsüzdür! Ethem yoldaş seninleyiz!” ve direnişte ölümsüzleşenlerin fotoğrafının bulunduğu ozalitler açıldı, Ethem yoldaşın vurulduğu yere karanfiller bırakıldı.
Anmada sık sık, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam!”, “Gezi şehitleri ölümsüzdür!”, “Katil devlet hesap verecek!”, “Katillerden hesabı emekçiler soracak!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”, “Her yer Taksim her yer direniş!” “Ethem Sarısülük! İsyan, devrim, özgürlük!”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!”, “Gezi’yi unutma, unutturma!”, “Gezi’de düşene, dövüşene bin selam!” sloganları atıldı.
Gezi’de ölümsüzleşenlerin isimleri “yaşıyor” haykırışıyla karşılandı.
Ethem yoldaşın ailesinin de gelmesiyle anma, Mayıs-Haziran isyanında ve devrim-sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenler anısına saygı duruşuyla başladı.
Saygı duruşundan sonra ortak açıklama okunurken Sayfi Ana “Yavrum seni geldim de bulamadım. Senedi bir buraya uğradım da bulamadım, açmadın kapını, kilitlemişsin. Kuzum katiller aldı seni, yetişemedim sana…” yakarışlarının olduğu bir ağıtla duygulu anlar yaşattı.
https://www.facebook.com/seyrisokak2/videos/2094884874086433/
Anma ortak imzalı basın metninin* okunmasıyla devam etti.
Daha sonra Ethem yoldaşın avukatı Kazım Bayraktar, katil Ahmet Şahbaz’ın sözümona yargılandığı davada yaşanan hukuk garabetini teşhir eden bir konuşmayla, “Bu dava biz bitti demeden bitmez” dedi.
Bayraktar konuşmasında her yıl yapılan anmalarda davanın seyriyle ilgili bilgi verdiğini, zaten bu gelişmelerin basından da izlendiğini, ancak davanın basına çok net yansımayan garabet gelişmelere sahne olduğunu belirterek, “Hukuk dilini kullandık anlamadılar. Yasa dilini kullandık, anlamadılar! Adalet-insan hakları dilini kullandık, anlamadılar. Onların anlayacakları dili bize tarih söylüyor. Tarihe baktığımızda bu dilden anlamayanların sonunun nasıl geldiğini hepimiz biliyoruz” dedi.
Davada birçok garabetin yaşandığını ve kendisinin sadece son gelişmelerden birini anlatacağını belirten Bayraktar, davanın sonuçta para cezasına bağlandığını hatırlattı.
Bu süreçte Yargıtay’ın verilen para cezasını az bularak bozduğunu, yerel mahkemenin de cezayı biraz daha arttırarak sonuca bağladığını, sonuçta işin paraya bağlandığını söyleyen Bayraktar, “Böyle cinayetlerde faili parayla cezalandırmak ölenlere ve insanlığa hakarettir! Bu hakaretin bedelini elbet bir gün ödeyecekler” diye devam etti.
Bu yargı sisteminde sadece korkunun değil, ideolojik taraftarlığın da ulaştığı düzeyi vurgulayan Bayraktar, Türkiye’de yüksek yargı içtihatları dahil halka kurşun sıkan üniformalıların aklanması konusunda adeta yeminli bir yargı sisteminin oluştuğunu ifade etti. “Öylesine yeminli ki… Ethem’in katiline 7 yıl 9 ay 12 gün ceza vermişlerdi. Erdoğan ‘paralel yargı polisimizi 8 yıl hapis cezasına çarpıtırdı dedi. Yargıtay kararı bozdu” diye devam eden Bayraktar, yerel mahkemenin bu kararı vermesinden sonra yetkisizleştirildiğini hatırlattı.
Bu arada davanın Aksaray’a gönderildiğini belirten Bayraktar, dosya Yargıtay’dayken yetkisi alınan heyetin korsan bir duruşma yaparak sanığa tahliye kararı verdiğini belirterek, “Aslında bir firar olayı yaşandı, gayri meşru bir olay yaşandı ve bir daha da tutuklanmadı” diye alt çizdi.
Bayraktar sözlerini “Evet hukuk dilini çok kullandık. Anlamayanların sonunu tarih bize her zaman gösterdi ve mutlaka gösterecek. Biz bitti demeden bu dava bitmeyecek!” diyerek tamamladı.
Avukat Bayraktar’dan sonra Burdur Cezaevi’nde yapılan operasyonda kolunu kaybeden, daha sonra da KHK’yla işinden atılan HDP Ankara 3. Bölge 1. Sıra Adayı Veli Saçılık bir konuşma yaptı. Saçılık konuşmasına, Ethem yoldaşın sevdiği “heval kurban olduğum hala bizimle misin?” dizelerini hatırlatarak “Evet sen bizimlesin. Çünkü sana sıkılan kurşun bize sıkıldı, biz bunu biliyoruz. Ve onun için 5. yılında senin yanındayız, senin düştüğün yerdeyiz, seninle birlikteyiz” diyerek başladı. ”Biz seni unutmadığımız sürece sen yaşayacaksın, umut yaşayacak ”diye devam ettirdiği konuşmasını tarihte ve yakın dönemde yaşanan katliamları sıralayarak, Ethem’in bunların hepsi olduğunu vurgulayarak sürdürdü.
Bir kez daha açılım yapılmasından, daha fazla demokrasi getirileceğinden bahsedildiğini hatırlatan Saçılık, cemevi bahçesinde polis kurşunuyla katledilen Uğur Kurt örneğini vererek yaklaşımın özünü teşhir etti.
Saçılık, Ethem’in mahkemesinin Aksaray’a taşınmasıyla Erdoğan’ın Aksaray’ı arasında paralellik kurarak, “İsim Benzerliği görüyor musunuz? Biz sarayların adaletini değil, halkın adaletini, emekçilerin adaletini savunuyoruz. Ve Ahmet Şahbaz’a diyoruz ki yarına kalır, asla yanına kalmaz!” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
CHP Ankara 1. Bölge 11. Sıra Adayı Umut Eraslan da yaptığı konuşmada Erdoğan’ın sarayının temellerinde işçi ve emekçilerin kanı olduğunu vurguladı ve buna karşı mücadele etmekte kararlı olduklarını belirtti.
Anma KHK direnişçisi sağlık emekçisi Mahmut Konuk’un konuşmasıyla devam etti. Konuk Gezi Direnişi’nde ölümsüzleşenleri ve anaları selamlayarak başladığı konuşmasında “Bu sistem çökmüştür” diyerek, kapitalist barbarlığın artık çürüdüğünü örneklerle anlattı.
Anmada konuşan HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da, “Bu ülke evet bir acılar ülkesi. Ama bu ülke özgürlükler ülkesi de olacak. Bu ülke demokrasi, barış ülkesi de olacak. Gençlerin gelecek kaygısı duymadan yaşayacakları bir ülke olacak” diye vurgulayarak “bunu hep birlikte yapacağız dedi.
Anma “Gezi’yi unutma unutturma!” , “Yaşasın Gezi direnişimiz!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”, “Katil devlet hesap verecek!” sloganları ve KHK direnişçisi Mahmut Konuk’un okuduğu 33 Kurşun şiiriyle sona erdi.
Anmada 12-13 Haziran’da yapılacak 10 Ekim duruşmasına, 16 Haziran’da Ethem yoldaşın köyünde gerçekleştirilecek mezar anlamasına ve yarın da “OHAL’e hayır, KHK geri çekilsin” başlıklı basın açıklamasına çağrı yapıldı.
*Anmada okunan ortak imzalı basın açıklamasında şunlar söylendi:
Dağın, taşın, ağacın yağmaya açılmasıyla özdeşleşen o vahşi politikalara “dur” demek için 5 yıl önce bugünlerde bedenlerimizi ağaçlara siper ederek bir isyanının ateşini fitillemiştik.
Bir beton yığınına dönüştürdükleri İstanbul’da kalan sayılı yeşil alandan biri daha inşaat ağalarına ve rengini ideolojik karanlıktan alan “çılgın projelere” açılmak isteniyordu.
Bu pervasızlığın karşısına dikilen bir avuç insanın üstüne copları, gazları, robocopları, TOMA’ları, akrepleriyle gittiler. Tüm bir ülkenin vicdanını kanatacak, o güne kadar yaşanan ve sessiz kalınan her şeye karşı birikmiş öfkeyi patlatacak bir gözü dönmüşlüktü bu…
O saatten sonra Gezi artık sadece bir kentin koparılmak istenen akciğerlerinden biri değildi. Siyasal iktidarın tüm toplumsal saldırılarına karşı bir direniş çağrısıydı.
Faşizmin toplumu istediği kalıplara dökmek için getirdiği yasaklara, koyulaştırdığı denetim ve kontrol mekanizmalarına, kent meydanlarının emekçilere yasaklanmasına ve emekçilerin kentlerin dışına sürülme politikalarına kadar tüm saldırılar karşısında birikmiş ne kadar öfke varsa hepsinin zincirinden boşalmasını sağlayan bir isyan çığlığıydı. Yaratılmak istenen toplumsal kıskacın boğuntusunun, bunalmışlığının, nefessiz bırakılma halinin parçalandığı bir soluk borusuna dönüşmüştü. Gezi her iki halde de bir kentin akciğerlerine sahip çıkmasıydı.
Ethem yoldaş gibi gelecek düşü kurabilen işçi ve emekçi çocukları, toplumun acılarını, öfkelerini, özlem ve beklentilerini yüreklerinin ta içinde, nabız atışlarında hissederek en önde yer aldılar. Ölüm korkusunu, tüm “dünyevi” kaygıları ayaklarının altına alan bir cesaret ve cüretle bedenleriyle, ruhlarıyla en öne attılar. “Bizsiz olmaz” diyerek geriden gelenlere yol açtılar, korkuyu-kaygıyı ayaklarının altına alıp ezerek yaptılar bunu.
Onların kalleş bir kurşun, hedefe odaklanmış bir gaz bombası ya da frene basabilecekken basmayan bir araçla katledilmeleri geride gelenlerin bir korku cumhuriyetine dönüştürülmek istenen bu ülkede günlerce süren bir özgürlük rüzgarı yaşamalarının önünü açtı.
Gezi, bir ülkede işçi ve emekçilerin ön yargılarından, sistemin değerler sisteminden, disiplin anlayışı ve öğretilmiş alışkanlıklarından uzaklaşmalarının; kent meydanlarında günlerce önyargısızca bir arada yaşamalarının, paylaşma ve dayanışmalarının; başka bir dünyanın, başka toplumsal ilişkilerin mümkün olabileceğinin hissedilmesinin vesilesi oldu.
Bugün o soluğa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
O dönem dayatılan faşist cenderenin daha da koyulaşmış haliyle karşı karşıyayız. Bunun bütünlüklü bir devlet-rejim biçimine dönüştürülmek istenmesiyle…
OHAL rejiminin kalıcı bir rejime dönüştürülmek istendiği günlerden geçiyoruz. Bir Twitter paylaşımının bile yıllarca sürecek mahpuslukla özdeşleştirilmek istendiği günlerden…
24 Haziran’da önümüze böyle bir rejimi onaylayıp onaylamayacağımıza dair bir sandık koyuyorlar. Oyları çalmayı, çıkardıkları yasalarla güvenceye aldıkları bir sandık bu… Nereden bakarsak bakalım parlamenter sistemin tabutuna çivinin çakıldığı bir sandık…
O sandıklardan çıkan sonuç bu neoliberal nobranlığa, açgözlülük ve yağmacılığa, zorbalığa karşı bizim de toplumsal bir duruşumuz olduğunu gösterecek. 24 Haziran’a giderken ve sonrasında olabilecek tüm saldırılar karşısında toplumsal bir duruşumuz olduğunu hissettireceğiz onlara.
Gezi’yi ve Gezi’den Haziran İsyanı’na evrilen o dönemi aşan bir cesaret ve gözüpeklikle bu zorbalığın karşısında durmayı tarih bir kez daha önümüze koyacak. Onların korkularını tırmandıran, saldırganlıklarını tetikleyen de bu tarihsel korkudur.
Devlet terörünün bizleri nefessiz bırakmaya endekslendiği, hayat pahalılığının mutfaklardaki yangını büyüttüğü, işsizlik ve yoksulluğun sarı renginin benizlerimize oturduğu, bölge halkalarıyla düşmanlaşmamızı körükleyen politikaların pervasızca uygulandığı, tüm bir yaşamımızın koyu bir karanlıkla abluka altına alınmaya çalışıldığı, tek tipleşmemizin dayatıldığı, makbul vatandaşlığın-kadınlığın-gençliğin-emekçiliğin-sendikacılığın kısacası aklımıza gelebilecek tüm bir toplumsal yaşamın dayatıldığı bu koşullarda daha fazla Gezi, daha fazla Haziran ruhu ve daha fazla Ethem’leşmek dışında bir seçeneğimiz yok.
Tarih bizden bunu bekliyor, biz bu tarihsel sorumluluğa Ethem’lerden aldığımız güçle hazırlanmalıyız…