“Ben Ahmed Arif, kurban”



“Yaşamak, burnunu, kulaklarını, gözlerini ve oralarını unutarak yaşaması mümkün mü bizim gibilerin?”


Aze Hazan Hezdar

Nasıl sevmiş Ahmed Arif. Nasıl sevmiş anasını, kız kardeşini, yeğenini, Leyla’sını, doğduğu toprakları… Nasıl sevmiş bu halkı… Hakikatli dilini, cesareti ile birleştirip içinde piştiği toprakların sorunlarını aktarmış şiirlerine.

Acılar ve katliamlarla terbiye edilen bir ülkenin şairiydi Ahmed Arif. “Ben soyumla değil, ancak halkımla övünebilirim” dediği halkının acılarına hiçbir zaman dönmedi arkasını. Mısralarına hem bu acıları, hem de direnme, dayanma gücünü taşıdı. Gerçeğini hiç korkmadan, dosdoğru söyledi hep. Gerçeği söylemenin bedelini de ödeyerek, çünkü söylediği şeyler devletin de korktuğuydu.

Halkının acılarını çaresizliğe saplanıp kalarak değil, direnci ve öfkesiyle yoğurarak yazdı şiirlerine, asla unutmayalım diye. Acının hareketliliği ve hesap sormanın gücüyle anlattı açık yaralarımızı.

Devlet ezmeye çalışırken yaşamını, yine eyvallahsızdı Ahmed Arif, parasız kaldı, yalnızlaştı.

Sevdasına tutundu. Bir mektubunda Leyla’sına “Her dilediklerini yapsınlar. İsterlerse sinirlerimi, kemiklerimi, adımı, sanımı, cımbızlarla tek tek alsınlar. Unuttum korkmayı, sakınmayı. Seni alamazlar benden. Tılsım bu işte. Ayakta, fırtına gibi beni tutan bu” diye yazarken o çok kıymet verdiği sevgiyi panzehiri yaptı.

Son mektuplarında “Nedense aklıma hep ölüm geliyor. Böyle ne kırık ne de anlaşılamamış gitmek istemiyorum” diye yazdı. Toprağa karışışının ardından 27 yıl geçmesine, kendi deyimiyle “Bu hengamede, bu deliler, aptallar, eşekzadeler ve kısırlıklara” rağmen her okunan mısrasında insan yüreğinin en körelmiş yerinde bile umudu yeşerteceğini belli ki hesaba katmamıştı. Sahi, “Yaşamak, burnunu, kulaklarını, gözlerini ve oralarını unutarak yaşaması mümkün mü bizim gibilerin?”

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?

Ayrıca Kontrol Et

Özak Tekstil işçilerine jandarma saldırdı!

Özak Tekstil’in Urfa’daki fabrikasında sendika seçme haklarına yapılan saldırıya karşı 10 gündür direnen işçilere jandarma saldırdı Grev kırıcıların içeri girmesini engellemek isterken saldırıya uğrayan işçilerden 15’i ve BİRTEK-SEN yöneticileri Mehmet Türkmen, Deniz Kar, Mazlum Ayçiçek gözaltına alındı. Saldırıdan sonra içerdeki işçilerde çıkmak istediklerini belirtti