Nəriman Bakı
“Hava gümbürdemeyince, Yörük Allah Allah demezmiş”. Pekçok biçimde yorumlanabilecek bu Yörük atasözü öz olarak insanların, daha geniş anlamıyla toplumların temel çelişkilerle karşılaştıkları oranda o çelişkilere uygun davranmaya başladığını anlatır. Evet, atasözüne dair yorum biraz felsefi oldu, açalım…
Tüm sınıfsal-tarihsel çelişkilere rağmen toplumlar ya da onların parçası olan tek tek bireyler, o çelişkilerle en keskin halleriyle karşılaşmadıkça kolay kolay harekete geçmezler. Toplumsal hayattaki kurulu düzenler, edinilen alışkanlıklar ve bunlar içinden oluşan psikolojilerden öyle kolay kolay kopmazlar. Statikleşene muhafazakârca bağlıdırlar. Ama bunun da bir sınırı vardır.
Atasözü de statik bir hayatları olmadığı için çelişkileri de, statükoları da yerleşik hayattakilerden daha az olan Yörükler’in tepkilerini ifade etse de aslında tüm toplumların hem alışılmış içinden düşünüp, hareket ettiğini ama hem de bunun da bir sınırı olduğunu ifade eder.
Atasözünden yola çıkarsak, 24 Haziran seçimlerinde hükümet ve iktidar için esas tehlike ne Muharrem İnce’nin ne de Demirtaş’ın temsil ettiği sınıf ve katmanlardan gelmektedir. Esas tehlike bizzat AKP+MHP’nin dayandığı kesimlerden gelmektedir.
Tarihten notlar
Kısa bir tarih gezisiyle başlayalım. 12 Eylül sadece yükselen işçi sınıfı ve halk hareketini engellemekle kalmadı, aynı zamanda burjuva siyasetini de neo-liberalizm ekseninde hizaya soktu. Bu hizaya sokma ilk olarak ANAP’ın sağın dört eğilimini-atlısını (liberaller, muhafazakârla, dindarlar, milliyetçileri) birleştirmesi ile hayata geçti
Sınıf mücadelesinin geriletildiği ve emperyalist kapitalizmin yeni işbölümü-birikim politikaları temelinde sıcak para akışının bollaştığı bu zamanda sağın bu dört eğilimi hükümet kuracak düzeyde ittifak haline girdiler. Ancak sermaye ne zaman krize girdi ve belli çelişkiler de buna paralele olarak su yüzüne çıkmaya başladıysa bu dört at da genellikle eski haralarına geri döndü.
1983 seçimlerinde yüzde 45 oranında oy alan ANAP, 1987’de yüzde 36’ya geriledi ve sağın dört eğilimi esas olarak 1991’de dağıldı. ANAP yüzde 23 oy alırken eskinin Adalet Partisi (AP) olan Doğru Yol Partisi (DYP) yüzde 27, eskinin Milli Selamet Partisi (MSP) olan Refah Partisi (RP) yüzde 16 oranlarında oy aldı. MHP’ye ne oldu diyeceksiniz? Milliyetçi Çalışma Partisi adı altında RP ile ittifak yaparak Meclis’te koltuk kaptı.
Sağın dört eğilimi 1991-2002 arasındaki çalkantılı dönmelerde dalgalı bir seyir izledi. Ancak hükümet dahi olsalar sürekli kendi suyollarından yürüdüler. 2001 krizi ile ortaya çıkan AKP ise sağın dört eğiliminden fazlasını (sosyal demokratların bir kısmını da) bünyesine katarak 2. ANAP olarak karşımıza çıktı.
2001 krizi ve sonrasında sınıf hareketinde önceden başlayan düşüş daha da belirginleşti. Bu arada İMF’yle yapılan yeni anlaşmayla hem neoliberal birikim politikalarında yeni bir eşiğin atlanmasına başlanıldı hem de uluslararası sermayenin bu iklimi dikkate almasıyla sıcak para musluklarını açması sözkonusu oldu.
Bu dört eğilim, 2002-2018 arasında yüzde 34-49’luk oy oranıyla dalgalı bir fazda 16 yıldır hükümet olarak kalmayı başardı.
Ancak sermaye yeni ve sarsıcı bir krizin ilk ciddi dalgalarını kıyılarında görmeye başladı. Bunun toplumsal alana-siyasete yansımaması mümkün değildi. Nitekim tam da bu nedenle sağın dört eğilimini temsil eden siyasetler/kitleler eski hatıralarına doğru kafalarını uzatmış olmalı ki, Abdülkadir Selvi, ANAP deneyimine doğrudan gönderme yaparak, 18 Haziran’daki yazısında, “Bir ikazda bulunalım derken kantarın topunu kaçırmayalım. Özal’ı ikaz edelim derken, statükocular kazandı. Ülke ‘90’lı yılların cehennemine girdi. 28 Şubat’lar geldi. AK Parti’yi ikaz edelim derken, ülke kaosa sürüklenebilir” şeklinde değerlendirmeler yapmak zorunda kaldı.
Nitekim benzer sorgulamalar artmaya başlamış olmalı ki, son haftaya girilirken, ”İkinci bir Erdoğan yok” sözü muhafazakâr kesimde bir parolaya dönüştü.
Hava Çoktan Gümbürdedi
24 Haziran seçimlerine dair anketlerin bilimsel olup olmadıkları tartışması bir yana, esas olarak sanki İsviçre’de seçim olacak havasında olmaları, bu anketi yapan şirketlerin en büyük hatasıdır.
İsviçre burjuva demokrasisinin temel çizgilerini koruyan ender örneklerinden birisidir. Gelir ve eğitim düzeyinin dünya ortalamasının çok üzerinde olmasından dolayı İsviçre’deki seçimler en ideal burjuva seçimleri olur. Her seçmen kendisine sunulanı kendi aklı fikriyle değerlendirip sandığa gider oyunu verir. Bu nedenle İsviçre’deki bir seçim anketinin sonuçları bizdeki gibi 6 puanlık bir sapma yap(a)maz.
Anket firmaları 2015 Haziran ve Kasım seçim sonuçlarından sonra yaşananları (en başta OHAL’i) bile gözardı ederek seçim sonuçlarına dair tahminlerde bulunup saçmalıyorlar.
AKP, MHP ve Ergenekon’un bir kanadından oluşan burjuva iktidar bloku, kitlelerin ilk “Allah Allah” nidalarını geçen yıl 16 Nisan referandumunda duymuştu zaten.
Son bir yılda sağ ve sol cenahta duran kitlelerin yaşadığı büyük-küçük gümbürtüleri soru haline getirelim:
- Siz bizzat devletin idarecileri tarafından gerekirse baskı yoluyla hükümete yakın sendikaya üye olduktan sonra “darbecilerin yanında” diyerek o sendikaya üye olduğunuz için işten atıldınız mı?
- Siz ‘OHAL bir cemaate karşı yapıldı’ diye dünyaya ilan edilirken sırf Barış İmzacısı akademisyen olduğunuz için kapı önüne kondunuz mu?
- Yöneticisi üst düzey görevlere atanırken sadece bankada hesabınız olduğu veya müşterinizin hesabı o bankada olduğu için soruşturma geçirdiğiniz mi?
- İftiralarla işten atılıp geçirdiği bunalım nedeniyle intihar eden; ama soruşturma sonrası aklanan bir yakınınız oldu mu?
- 5-6 ay önce ‘seçimler 2019’da olacak diyen, hatta erken seçimden bahsedenleri ‘vatana ihanet’le suçlayan ama 3 ay önce hiç bir şekilde gerekçesini açıklamadan ‘erken seçim’ ilan eden genel başkanınız oldu mu?
- Daha üç yıl öncesine kadar hükümetteki partiye ve onun genel başkanına/cumhurbaşkanına ağzına geleni söyleyerek oy isterken, birdenbire onunla ittifak yapıp bir de o küfrettiği adamı cumhurbaşkanı olarak aday gösteren partiye en azından oy verdiniz mi?
- Burjuva demokrasisinde bile en demokratik hak olan parti içi mücadelede karşısına çıkanı hem de devletin olanaklarını kullanarak boğmaya çalışan partiye üye misiniz?
*Devletin para/döviz politikalarının getirdiği olumlu koşullardan yararlanarak altına imza attığınız döviz borcunuz fazla değil 1 yılda yüzde 40’lara yakın arttı mı?
- Birkaç yıl önce kol kola miting yaptığı ancak sırf bağımsızlık referandumu yaptı diye her türlü küfrü yediğiniz bir ulustan mısınız?
- Siz canı gönülden oy verdiğiniz partinin genel başkanı ve cumhurbaşkanı adayından seçim ilan edildikten sonra ‘şehitlerimizin anıları varken bedelli olmaz’ deyip, seçime 1 ay kala çark ederek ‘seçim sonrasında öncelikli gündemimiz bedelli askerliktir’ sözünü duyan ‘şehit yakını’ mısınız?
- Hiçbir şekilde desteklemeseniz, katılmasanız bile yanı başınızda gerçekleştiği için ‘hendek operasyonu’ adı altında eviniz, barkınız, tarihiniz yerle bir oldu mu? Siz ‘ben onlardan değilim’ diye çığlık atsanız bile devlet size ‘hayır onlardansın’ dedi mi?
- Sizin bir nedenle oy vermenizle başbakan veya belediye başkanı olan birisi genel başkanının keyfi istiyor diye görevinden alındı mı?
- Sizin yıllarca oy verdiğiniz partinin vekil adayı seçim çalışmasında karşısındaki esnafı kışkırtıp sonra da uzun namlularla üzerine ateş ettirdi mi? Böyle olduğu halde bu provokasyona hükümetin en üst ağzından ‘PKK yaptı’ denildi mi? Tüm bu senaryo karşısında aynı partiden bir başka vekil adayı çıkıp ‘yaşanan yeni bir Roboski’dir’ dedi mi?
Türkiye’de sağın işçi sınıfı ve emekçilerin bilinçlerine nasıl karabasan gibi çöktüğünü uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bu sağ bilincin de öyle ha deyince de tersine döneceğini sanmak büyük aymazlık olur. Ancak iktidar olmanın dayattığı sınıfsal zorunluluklarla büyüttüğü sınıfsal çelişkiler, eninde sonunda ona geri bilinciyle hayat veren işçi ve emekçi sınıflarda tersten bir karşılığını bulur. Bu karşılığın mevcut koşullarda burjuvaziyi mezara sokacak bir karşılık da olması beklenemez.
Hava çoktan gümbürdedi ve 24 Haziran’da seçmen bir şekilde “Allah Allah” diyecek. Atılacak “Allah Allah” nidası devrimin ilk ayak sesi de olmayacaktır elbette. Ancak ortaya çıkaracağı moral asla yadsınamaz.