Ankara Güvenpark’taki HDP seçim çadırında çok ilginç şeylerle karşılaşıyor, yaşıyoruz.
Kürt halkının on yıllardır yaşadığı acılardan-büyüttüğü direnişten damıttığı değerler sistemi, bu dünyaya alışık olmayan, bu halkı tanımayan emekçileri şaşırtıyor mesela. Fakat sadece şaşırtmıyor. Samimi bir anlama çabası içinde olanlar açısından bu aynı zamanda bir dönüşümün vesilesi de olabiliyor. Böyle bir dönüşüme tanık olmanın bizlerde yarattığı motivasyonu anlatmamaysa gerek yok…
Devlet ve devletin başındakiler emekçileri öyle bir sadaka, rüşvet ve maddi çıkarlar ağıyla kendilerine bağlamışlar ki… Bir partiyle maddi çıkar ilişkisi dışında da ilişki kurulabileceği kimi zaman şaşırtıcı olabiliyor. Hatta bu o kadar yaygın ki, bazı emekçiler, HDP’nin Ankara Güvenpark’ta kurulan seçim çadırındaki çalışmalara destek veren gönüllülerin bile bu işi parayla yaptıklarını düşünebiliyorlar.
Özgürlük-demokrasi mücadelesinin parayla yapılamayacağını, bunun içselleştirmeyle, gönüllülük temelinde bir mücadele olduğunu anlattığımızdaysa adeta şok okuyorlar.
Bir kaç gün önce Güvenpark’taki HDP seçim çadırı sırasında kadın bir emekçinin gelerek, “merhaba size merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum” dedi. Ben de “buyurun” dedim.
“Biraz önce AKP çadırına gittim. Orada çay, kahve bolca dağıtılıyor. Hatta mutfak önlüğü bile dağıtıyorlar, bedava; üstelik evlere paket paket hediye gönderiyorlar”…
“Evet” dedim “yapıyorlar bunların hepsini, oy devşirmek için yapıyorlar” dedim.
“Benim merak ettiğim şey şu: Sizler, bu gençler her gün gelip bu sıcağın altında, onca baskıya rağmen o kadar coşkulu çalışma yapıyorsunuz ki, bunun hiç olmazsa maddi bir karşılığı olmalı. HDP size kaç para ödüyor? Merak ettim yani… Çayınız yok, kahve ikramıdır yok, ev ev dolaşıp her hangi hediye -tabi bu hediye cümlesini tırnak içine alıp rüşvet demek gerekiyor- o da yok. Bu gençler nasıl her gün buraya, aynı moral ve motivasyonla gelip, canla başla çalışma yapıyor. Anlatır mısınız…”
“Elbette anlatırız” deyip sakin bir köşeye çekiliyoruz.
Ona Kürt halkının nasıl bir halk olduğunu anlatıyorum. Onca acıya, onca baskıya rağmen yüreğinde kin olmamasının, halen barış demesinin ne anlama geldiğini… Evlerindeki onca yokluğa, acıya rağmen bir dilim ekmeklerini bile nasıl bir kalenderlikle paylaştığını örneklerle ifade ediyorum.
Gözlerini kocaman açarak şaşkınlıkla, “Gerçekten hiç para almıyorlar mı? Gönüllü mü yapıyorlar? Gerçekten takdir ettim, çok sevindim” diyerek kalkıp gençlerin ellerini sıkıyor ve “size ben de destek vereceğim; kendi bulunduğum, oturduğum mahallede bunları anlatacağım” diyor ve çadırdan ayrılıyor.
Bir süre sonra yeniden geliyor. Ama bu sefer elleri alış-veriş poşetiyle dolu. Bolca su ve yiyecek almış. “Bu da benim gençlere katkım” diyerek bırakıyor ve tekrar geleceğini söyleyerek ayrılıyor.
Ankara’dan bir Alınteri okuru