Aze Hezan Hezdar
“Sakarya Üniversitesi’nde 5 köpek zehirlendi”
“Çanakkale’de 3 gebe inek silahla vurularak öldürüldü”
“Aydın’da 3 köpek tren raylarına bağlanarak ölüme terk edildi”
“Adana’da ormanlık alanda başı kesilerek öldürülmüş yavru kedi bulundu”
“Samsun’da domuz yavrusu halk tarafından taşlanarak öldürüldü”
“Bursa’da kedi yavrusunun dört ayağı kesildi”
“Sakarya’da dört patisi ve kuyruğu kesilmiş halde bulunan yavru köpek kurtarılamadı”
“Konya’da bir şahıs canlı yayın açıp 4 aylık köpeğe tecavüz edip öldürdü”
“Alibeyköy’de bir adam 3 aylık kediye tecavüz etti, kedi kurtarılamadı”
(…)
Kedi ve köpekleri birer eşya gibi satın almış, canımız isteyince sokağa atmışız. İneği yemek hakkımızmış, buzağısının sütünü çalmışız. Keçiyi, koyunu sevimli bulmuşuz da kuzu çevirmeden geri durmamışız. Domuzu Allah lanetlemiş (!) gördüğümüz yerde taşlamışız. Canlı kaplumbağadan anahtarlık, filin dişinden mücevher yapmışız. Balıkları fanusa koyup ölümlere terk etmişiz. Tilkinin kürkünü yüzmüş, yüzlerimize daha iyi boyalar sürebilmek için tavşanlara işkence etmişiz. Kuş vurmayı hobi haline getirmiş, tavukları küçük kafeslere hapsedip canlı canlı birbirlerini yedirtmişiz.
İnsanoğlunun yaşadığı doğa ve onunla beraber aynı yerde yaşayan hayvanlar ile kurduğu ilişki hep çok çarpıktı. Hayvanların insanlarla beraber değil, insanlar için var olduğu düşüncesi kadar başka hiçbir düşünce beni bu kadar dehşete düşürmedi şimdiye dek. Bu yüzden son günlerde çoğalan hayvan tecavüzü ve hayvana şiddet vakalarının insanları bu kadar dehşete düşürmesi üzerine çok düşündüm.
Bu insanlar mıydı kurban bayramlarında çocuklarının alnına öldürdükleri hayvanın kanını süren, yaşayan bir canlının derisi olan kürkten ceketler giyen, ölümüne koşan atların çektiği faytonlarda keyif yapan?
Bu duyarlı ve vicdanlı insanlar mıydı yüzyıllardır dünyanın en masum canlılarını acımasızca sömüren?
Eğer öyleyse, bir bütün insanlığı kaldırıp çöpe atmalı.
Ama öyle değildir. Hayvanların kendisi için yaşadığını sanan ve hayvanlara her türlü muameleyi yapmayı hakkı gören insanlar asla biz değilizdir, olamayız. Olsa olsa en kötülerimiz, en vahşilerimizdir bunu yapan.
Peki asla inanmak istemediğim bu korkunç zihniyet, insanları bu hale getiren sebep nedir?
Birbirinin içine geçmiş onlarca sebep, yüzlerce zihniyet var. Sosyolojik, psikolojik, iktisadi boyutlar ve içinde yaşadığımız sistemin bizi getirdiği durum, bu sebeplerin içinde en çok öne çıkanlarıdır.
UFAK TEFEK SOSYOLOJİK ORTAKLIKLAR VE PSİKOLOJİK RAHATSIZLIKLAR
Küçük çocuk bir kediyi havuza atınca gülen yaşlı teyze, genç bir adam sokaktaki köpeğe tekme attığında sesini çıkartmayan genç kadın, çocuğuna boyalı civciv alan anne, oğlunu kuş avlamaya götüren baba… Bu ufak tefek olaylar, toplumda iltihaplı bir yaraya dönüşen durumu besler. O tekmeye sesinizi çıkartmadığınızda, o tekmeyi atanın günler sonra bir köpeğe ettiği işkencenin ortağı olursunuz.
Bunun yanında hayvana şiddet ve işkence bir davranış bozukluğudur. Zoosadizm denilen bu hastalık, küçük yaşlarda fark edilebilir. Bu kişiler insana şiddete ve cinayete de eğilimli kimselerdir, seri katillerin hepsinde çocuklukta hayvana şiddet gözlemlenmiştir. Bu tip kimseler için cezai yaptırımların hiçbir anlamı yoktur, ki ülkemizde bu cezai yaptırımlardan da söz edemiyoruz.
En son medyaya yansıyan hayvan tecavüzü vakası, Alibeyköy’de 3 aylık kediye tecavüz eden 55 yaşındaki sapık Bilal Çakmak. Bu hastalıklı kişinin ismi ve sosyal medya hesapları deşifre olduğunda herkes gibi ben de girip baktım. 3 aylık bir yavruya tecavüz eden bu alçağın, aynı zamanda emek vermediği bir şey ile gurur duyan ilkellerden olduğunu öğrendiğimde (yani duvarında boy boy asılı olan üç hilalli bayrağı gördüğümde!) hiç şaşırmadım. Tüm bir topluluğa bu iğrençliği mal etmek gibi bir niyetim yok ancak ırkçılığın da erkekliğe dayanan bir güç açlığı, iktidar olma hırsı olduğu su götürmez.
İşin sosyolojik ve psikolojik boyutunun şimdi bahsettiğimden çok daha komplike olduğu kesin ama ben artık diğer sebeplere geçmeliyim.
ERKEKLİK VE GÜÇ DÖVÜŞLERİ
Köpeklerini dövüştüren kalabalık erkek gruplarını görmüşsünüzdür. Köpeklerine gözleri gibi bakarlar, gezdirirler, kırmızı et yedirip antrenman yaptırırlar. Daha saldırgan olsun diye kulaklarını kesip karanlık yerlerde günlerce hapsederler. Koskocaman bir köpek dövüşü piyasası vardır, uçuk fiyatlara satılan güçlü köpekler en çok parayı verenin olur.
Normal bir insanın kalbi iki köpeği ölümüne dövüşürken izlemeyi kaldıramazken, o köpeklerin dövüşü esnasında sahiplerinin yüzüne bir bakın. Orada bolca hastalıklı keyif göreceksiniz. Köpeği diğer köpeğin boğazına dişlerini geçirirken en güçlü olduğunu hisseder o zavallı insan. Hastalıklı bir iktidar olma isteğini tatmin etmiştir. Köpeği yenilen adam ise zavallıdır, sanki erkekliği elinden alınmıştır.
Bu insanların aileleri, eşleri, çocukları ile sağlıklı bir ilişki kurması mümkün olabilir mi? Toplumun içinde sağlıklı ve yetkin bir birey olarak var olabilirler mi? Bu insanlar eşlerini ‘kadınları’ yani ‘malları’ olarak görüp istediğinde dövdüğünde şaşırır mıyız?
HASTALIKLI “HER ŞEY İNSANLAR İÇİN” YANILGISI
İnsanlığın belki de en büyük yanılgısı kendini evrenin ortasına koymasıdır. Bu yanılgıyı dini öğretiler de besler, ancak içinde bulunduğumuz sistem bu yanılgıdan da beslendiği için, bu düşüncenin en büyük destekçisi odur. İnsan olarak en zeki canlıyızdır, süperizdir, her şey bizim için var olmuştur! Her şey hakkımızdır, her şey bizimdir, daha çok tüketmeliyiz! Hatta iradesi olan canlılar bile bizimdir, onlara istediğimizi yapmak, onları tüketmek de bizim hakkımızdır! Bu ilişki patronun işçileriyle kurduğu ilişki ile benzeşir.
Bir insanda bu anlayışın sivrildiğini anladığım an ona bir fotoğraf gösteriyorum. 1990’da ilk kez Güneş Sistemi dışına çıkan uydu Voyager 1’in kamerasını dünyaya çevirip çektiği fotoğraf. O fotoğrafın çekildiği an dünya tarihi için çok özeldi ancak, muhtemelen o anda kimsenin aklına o fotoğrafın tüm insan merkeziyetçiliğini yerle bir edeceği gelmemiştir. Fotoğrafta dünya o kadar küçük bir “solgun mavi nokta” ki, kimse o fotoğrafa bakıp “Tüm evren benim için var” diyemez.
NE YAPMALI?
Bahsettiğim anlayışları kendi içimizden de söküp atmalı, içinde bulunduğumuz toplumdan temizlemek için de her şeyi yapmalıyız. Sokaktaki kediyi sevmek için elimizi uzatmadan önce kuş vuran çocuğa dur demeli, dört ayağı kesilen kara köpek için tepki gösterdikten sonra yaşayan engelli hayvanlar için harekete geçmeliyiz. Bayıla bayıla giydiğimiz ayakkabının birinin derisinden yapıldığını hatırlamalı, yüzümüze sürdüğümüz boya için kaç tavşanın öldüğünü bilmeliyiz. Eve giren kertenkeleyi öldürmeden önce iki kez (üç kez, dört kez… öldürmemeye karar verene kadar) düşünmeli, domuzların yaşam alanına köprü ayağı diktiğimiz için şehre indiklerini anlamalıyız. Hayvanları sömürmeden yaşayabileceğimizi herkese anlatmalı, onların bizim için değil bizimle beraber var olduklarını her fırsatta dile getirmeliyiz.
Çünkü sistemin beslediği ve beslendiği bu ben merkeziyetçilik, güç açlıkları ve her şey üzerinde iktidar kurma isteği, bizim gibi insanların yerle bir etmekle sorumlu olduğu ve ancak bizim gibi insanların yerle bir edebileceği hastalıklı olgulardır. Melek olan tüm hayvanların hesabının sorulacağı adres, bu sistemin iğrençliklerinin vücut bulduğu kişilerden doğru, sistemin kendisidir.