Finans kulislerinde dolaşan iddiaya göre, pek çoğu büyük 85 şirket iflasın eşiğinde. Buna rağmen ‘başkan ve aile kabinesi’ tek elde bir yönetim inşa ediyor. Kriz böyle engellenemeyeceğine göre, ülkeyi ‘küçük korku dükkanı’na çevirmenin yegane anlamı var: Krizle değil, krizin sonuçlarıyla mücadele etmek! Ama hukuk iktisadı düzenlemedi mi, iktisadın doğal hukuku devreye girer. Ve fırtına daha yeni başlıyor…
Küçücük bir bakkal dükkanıyla başladı. Anadolu Kaplanları’nın ‘altın yılları’ 1990’larda hızla zincir mağazaya dönüştü. 2000’li yıllarda enerji ihalelerinden hatırı sayılır paylar kaptı. Arada yıldızını AKP vekilliğiyle de parlattı. İnşaatın devr-i saadet döneminde herkes gibi yelkenini kentsel rantın rüzgarlarıyla şişirmek istedi. ‘En büyüğünü ben yapacağım’ hırsıyla kamu bankalarından çektiği kredileri inşaat projelerine yatırdı. Ama işte, partisinden ‘dolar dolsa ne olur dolmasa ne olur’ türünden şakacı beyanların saçıldığı günlerde, bilançosu tepetaklak oldu. Borcunun taksitini dahi ödeyemiyor şimdi…
Açık açık yazamasak da olabildiğince tarif etmeye çalıştığımız bu büyük şirket, Türkiye ekonomisinin 16 yıllık fragmanı gibi. Ve filmin sonu mutlu bitmeyecek anlaşılan. Zira pek çok iktisatçı, 1994 ve 2001’dekine benzer ‘şok dalgası’ndan ziyade, daha uzun süreli bir krizle karşı karşıya olduğumuz konusunda hemfikir. Derin ve yapısal nedenleri olmakla birlikte, illa bir ad verilecekse eğer, buna borç krizi demek doğru olur. İlerlemesi ağır, sonuçları yıkıcı olacak.
Peki Türkiye’nin yeni rejiminin temsilcileri ne yapıyor? Tam da krizin nedeni olan ekonomik politikaların yansıması olan kabine, Londra’dan gelen telefonlarla dolar fiyatının yükseltildiği türünden komplolar üreterek yönetebileceğini düşünüyor olabilir. Lakin; şirketlerin bilançosundan taşan borçlar patates değil ki, Suriye’den getirdiğin çuvallara sığsın!
BORÇLAR BİLANÇOLARDAN TAŞIYOR
İleride bu kriz için de somut bir milat istenirse, 24 Haziran tarihi not edilebilir. Neden mi? Gelin önce ısrarla görmezden gelinen bazı gerçekleri madde madde hatırlatalım:
* Hazine verilerinden, eski Hazine bürokratı Hakan Özyıldız’ın hazırladığı tabloya bakılırsa; 2002’de iç borçların toplamı 214 milyar liraydı. 2018’in ilk üç ayı itibariyle bu rakam 13 kat artarak 2.8 trilyon liraya çıktı. Aynı dönemde özel şirketlerin borcu 41 milyar liradan, 39 kat artarak 1.6 trilyon liraya, vatandaşın bireysel borcu ise 7 milyar liradan, 70 kat artarak 525 milyar liraya fırladı.
* Toplam dış borç 16 yıl önce 171 milyar lirayken, 12 kat yükselerek bugün 2 trilyon lirayı buldu. Özel şirketlerin dış borcu 47 milyar liradan, 18 kat artıp 843 milyar liraya, bankalarınki 20 milyar liradan, 42 kat artıp 840 milyar liraya çıktı. Yani 2002’de iç ve dış borçların toplamı 386 milyar lirayken, bugün rakam 10 kattan fazla artıp 4.8 trilyon liraya dayanmış durumda.
* Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin Mayıs 2018 raporuna göre, toplam batık kredi miktarı 75 milyar liraya ulaştı. Bugüne kadar varlık yönetim şirketlerine, yani bankaların umudu kesip belli bir para karşılığında tahsilatçılara sattığı batık kredi miktarı da 22 milyar lirayı buluyor. Buna bir de büyük şirketlerin bugünkü kurdan 97 milyar lirayı bulan kredi yapılandırmasını eklerseniz, en iyi ihtimalle 200 milyar liraya yakın kredinin şu anda batık olduğu ortaya çıkıyor.
* En son not kıran kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in yayınladığı raporda tablo daha da vahim. Sorunlu kredilerin toplam kredilere oranının önümüzdeki aylarda yüzde 4’ün üzerine çıkacağı uyarısı yapılıyor. Hadi öngörüyü geçelim. Şu anda İş Bankası’nın yüzde 2.2, Garanti’nin yüzde 2.8, Halkbank’ın yüzde 3, Yapıkredi’nin yüzde 4, Vakıfbank’ın yüzde 3.9. Yüzde 2’nin üzerinin kırmızı alarm olduğunu hatırlatalım ve bu oranların tamamen batmışları kapsadığını ekleyelim. Yani yapılandırmaya girenler dahil değil. Orada tablo üç banka için korkunç: İş Bankası yüzde 7.9, Akbank yüzde 9.7, Garanti ise yüzde 16.1 gibi rekor seviyede.
* Bloomberg geçen hafta önemli bir haber yayınladı. Türkiye’de 15 yılda enerjiye yapılan 93 milyar dolarlık yatırımın 70 milyar dolarlık kısmının banka kredileri ile karşılandığı belirtilen haberin çarpıcı kısmı, borcun 51 milyar dolarının hala ödenmemiş olmasıydı. Neredeyse bankalar hariç özel sektör borcunun yüzde 15’i demek bu. Varlık satışı yapacağını açıklayan sadece Bereket Enerji’nin 6.1 milyar dolar borcu olduğu düşünülürse, sektördeki şirketlerin hali daha net ortaya çıkıyor. Toptan ticaret ve perakendeye değinmiyoruz bile. Sektör sektör bu liste uzayıp gider…
TAŞLANACAK ŞEYTAN: İNŞAAT
Türkiye’de sıfırdan kurulan en son sanayi tesisinin 2001 krizindeki Ford Fabrikası olduğu düşünülürse, o halde bu kadar borç niye yapıldı diye sormak gerekmez mi? İşte bugünkü krizin sırrı da burada zaten.
Nasıl ki, 2001 krizinde taşlanan ‘şeytan’ bankalarsa, bu kriz için de taşlanacak ‘şeytanın’ adını koyalım şimdiden: İnşaat! Bu kanserli hücre sadece inşaatı kapsamıyor artık. İnşaat denildiğinde Karadenizli müteahhidin akla geldiği günler çok gerilerde kaldı. ‘Yeni Türkiye’de; enerjiden market zincirlerine, elektronikten turizme, finanstan tarıma, otomotive kadar hemen her şirket unvanının yanına bu ballı işi de eklemeyi ihmal etmedi. Borç yapılandırması isteyen şirketlere bir bakın, hepsi de boğazına kadar çimentoya batmış halde. Durumun vahametini göstermek bakımından ilaç sanayii ibretlik derslerle doludur mesela.
Çoğu kişi ilaç denildiğinde Eczacıbaşı’nı bilir. Oysa Eczacıbaşı’nın yüzde 75 hissesini Çek Zentiva’ya 2007’de sattığını hatırlamaz. Yerli ve milli ilaç denildiğinde akla gelen bu en köklü şirket neyle meşgul? Tarihi fabrikasının arsasına inşa ettiği Kanyon’dan sağladığı kolay paranın peşine düşüp; Zekeriyaköy ormanlarına villa kondurmakla ve Kartal’daki kentsel dönüşüm fırsatını değerlendirip oradaki fabrika arsasına da konut yapmakla… Hadi ilaca girmişken diğerlerini de hızlıca sıralayalım.
Deva İlaç Fabrikası arazisine Zorlu Ofis, Roche İlaç Fabrikası’nın yerine Özdilek AVM, Wyndham Grand Otel, River Plaza; Bomonti’deki Sanofi İlaç Fabrikasının yerinde Now Bomonti, Topkim İlaç Fabrikası arazisine de Kuzey Bomonti inşa edildi. Kağıthane’deki Hayat Kimya ve Hasel fabrikalarının yerinde ise AVM yükseliyor.
Gelelim 24 Haziran tarihinin niye milat olduğuna…
‘BAŞKAN VE AİLE KABİNESİ’ NE YAPMAK İSTİYOR?
Önce bazı bilgileri aktaralım. OHAL nedeniyle iflas erteleme yasaklandığı için borcunu ödeyemeyen şirketler ancak konkordatoya başvurabiliyor, yani alacaklıları ile anlaşarak borcunu bir süre ertelemeye ve yapılandırmaya gidiyor. Sadece Basın İlan Kurumu’nun yayınladığı 4 aylık tebligatlara bakıldığında irili ufaklı onlarca şirketin konkordato kararı alması dikkat çekiyor. Bunların içinde Dizayn Boru gibi Türkiye’nin en büyük altyapı borusu üreten şirketinin yanında; belediyelerden içme suyu projesi alan mühendislik şirketi, zincir gıda marketi, alüminyum fabrikası, aile sağlık ocakları ihalesi alan inşaat şirketi, tekstilciler, turizmciler, lojistikçiler, tanınmış gazlı içecek markasının bölge bayisi, çelik üreticileri ve hayli fazla sayıda inşaat malzemesi satan irili ufaklı toptan pazarlamacılar bulunuyor.
Ama asıl ciddi tablo, bankacılar korkudan seslerini çıkaramasalar da, finans koridorlarında dedikodusu dolanan listede. Kimi Türkiye’nin, kimi bulunduğu ilin en büyükleri arasında yer alan şimdilik 85 şirketin kredi borcunu ödeyemeyecek duruma düştüğü iddia ediliyor. Ve bilançoları sarsılan bankalar Ülker, Doğuş vb. devlere yaptıkları yapılandırmada ipin ucunun kaçacağını gördükleri için pazarlığa yanaşmıyorlar. Varlığı bulunanlar ya inşaatçı Ali Ağaoğlu ve tavukçu Keskinoğlu gibi ellerindeki varlıkları düşük fiyata satma yoluna gidecekler ya da iflas ertelemeye başvurmak zorunda kalacaklar. Yabancı fon veya ortak bulmanın ise hayal olduğunu düne kadar boy boy ‘benim sırtım sağlam’ demeçleri veren Ağaoğlu itiraf etti bile: “İstanbul Finans Merkezi için yatırımcı bulamıyorum.” Açıkça ‘bu işi benden alın’ diye feryat ediyor aslında. Adım adım ağırlaşan kriz, büyük-küçük diye ayırmıyor, ayırmayacak da. Ölçeğe bakmaksızın şirketlerin borç denizinde aynı anda boğulduğunu görmemiz uzak ihtimal değil.
Veriler gizli saklı olmadığına göre ‘başkan ve aile kabinesi’ bu durumu görmüyor mu? Pekala biliyor, seçimi bundan erkene almadı mı? Öyleyse Türkiye’deki tüm kurum ve kuruluşları tuhaf düzenlemelerle tek elde toplamanın, OHAL’i resmen kaldırıp valiye, bakana, kaymakama keyfiyetle OHAL ilan etme yetkisi vermenin amacı nedir? Koca bir ülke ‘küçük korku dükkanı’na çevriliyorsa krizle değil, krizin muhtemel sonuçlarıyla mücadele etme niyetinin açık beyanıdır bu.
Ne var ki, hukuk iktisadı düzenlemediği vakit, iktisadın doğal hukuku devreye girer. Paranın realitesi, ‘paranoid kişilik bozukluğu’nun bariz emarelerini sergileyen A Haber’i takip etmiyor çünkü. Dolayısıyla asıl fırtına daha yeni başlıyor…
* Yazının ilk halinde ENKA inşaatın adı konkordatoya başvuranların içinde geçmiştir. İsim karışıklığından dolayı sonraki metinden çıkarılmıştır. ENKA inşaat söz konusu listede yoktur.