Tahsin yoldaş aramızda



Tahsin Yılmaz 26 Temmuz 1996’da ölümsüzleşti


Bireylerin devrimcileşme süreçlerinde genellikle iki hat kendini gösterir. Kimilerini koşullar devrimcileştirir -kabaran sınıf ve kitle hareketi en geridekini bile içine çekip dalganın bileşeni haline getirir. Kimileri ise koşulların etkisiyle devrimcileşmiş olsalar da, ilerleyen zorlu süreçlerde koşulların üzerine çıkma bilinç ve iradesini göstererek yollarına devam ederler. Yakın tarih açısından bakıldığında, birinciler 12 Eylül eleğine yakalanmışlardır. Koşullar farklılaşınca dalganın altında kalmış, solukları kesilmiş, “Neydi o günler?” muhabbetinden başka sermayeleri kalmamıştır.

Tahsin yoldaş ikincilerdendir. Karslıdır, işçidir, ‘70′lerin Gültepe’sinde yaşamaktadır. Koşulların üstüne çıkabilme bilincindeki derinleşme, ütopyasına kopmazcasına bağlılık, kendini, örgütünü ve devrimi geliştirme çabasının yol gösterdiği öğrenme tutkusu… onu bu satırlara taşımıştır.

İnsan bir yoldaşını nasıl böyle dolu dolu ve hiç umut kesmeden sever? ‘77-’78′lerde ortalık kan ve barutla bezenmişken, ortalık isyan ve başkaldırıyla ısınmışken, ortalık baştan ayağa baharken yolu devrimcilikte kesişen iki “farklı” dünya… “Devrimcilerden bir devrimci” aşinalığından, uzun yıllar birbirlerini görmedikleri halde hiç ayrılmayan sımsıkı yoldaş halatı…

Ben kabağı, patlıcanı 14-15 yaşlarındayken İzmir‘de gördüm; bizim oralarda yoktu bunlar” diyen Tahsin’in yoksunluklar içinde fakat bilinçle aydınlattığı dünyası… Simitçilik, boyacılık illa işçilik; en ağır işçilik hem de, Tekel işçiliği! Tütün balyalarıyla nasırlaşan sırtı, aklıyla, bilinciyle, örgütüyle genişlettiği sınırları, zenginleştirdiği dünyası…

İnsan bir yoldaşını nasıl böyle dolu dolu ve hiç umut kesmeden sever? Sınıf damarı kendine sınıf içinde yol açmışsa sever. Sınıfın içinden yetişmiş gerçek bir sınıf örgütçüsü oldu mu sever? TekelTarişDemirçelikPetkimTansaşBelediye işçilerinin öncüsü oldu mu sever! ‘73′lerden ‘96′lara zamanın ve sistemin tüketiciliğine inat komünizmin üreticiliğinde kolan vurmuşsa sever…

Onda cisimleşen

Tahsin yoldaşı en özsel özellikleriyle tanımlayacak bir cümle gerekse, “Tüm yaşamı parti ve dava adamı olmanın hem a, b, c’si, hem v, y, z’sidir” diyebiliriz. Bir komünistin asla kaybetmemesi gereken devrimci idealizm ve aklın iyimserliği ile ilk günkü gibi dolu olmaktır; tıpkı Tahsin gibi… 30 yılı aşan mücadele yaşamından, onca birikim, ders ve tecrübeye rağmen öğrenmeye ve gelişmeye duyulan büyük açlıktır. Çevresinde yarattığı saygınlık ve esinleyicilik halesine rağmen, herkesten ve her şeyden öğrenmeye hazır çocukça ilgi, sabırsız merak ve gelecek tasarımlarıdır. Ancak gelişmeye doyumsuz bir partinin varolanla yetinmeyen neferlerinin işidir ve bu Tahsin’de elle tutulacak ölçüde somuttur!

Nerede bir komünist varsa, parti oradadır!” Tahsin’in duruşunu anlatan ikinci tanımlama cümlesi de kesinlikle budur. 12 Eylül’le birlikte, örgütle bağı kesilmiş olmasına rağmen, o yapması gereken ne varsa tek kişilik ordu gibi çalışarak yerine getirmiştir.

Osman Yaşar Yoldaşçan‘ın kaybından sonra peş peşe yenilen darbeler, örgütün başta İzmir olmak üzere birkaç ille bağlantılarını tümüyle koparmıştı. Tahsin kimseyi beklemedi; işbaşındaydı. Yaşamının istisnasız bütün dönemleri açısından bir komünistti ve bir parti gibi çalıştı. Yaptıklarına değil yapamadıklarına bakan her komünist gibi özeleştirel bir ders veriyor hepimize son mektubunda: 

İnsan bu anlar bütün bir mücadele geçmişiyle hesaplaşıyor. 1973′lerden 1996′lara az değil, çok da değil. Şubede ‘Hala emekli olmadın mı?’ diye soruyorlardı. Bir işçi için emeklilik yılı gerçekten, ama bir devrim işçisi için henüz hiçbir şey. Beni en çok üzen, 23-24 yılın tamanında değil de, son 2-3 yılında daha çok verimli olmam. Son 2-3 yılda kattıklarım ve harcadığım enerjinin onda birini diğer yıllarda da harcayabilmiş olsaydım birçok şey farklı olurdu. Yeni genç yoldaşların gelişme dinamikleri, kavrayışları, örgütü sahiplenişleri beni en çok mutlu eden gelişmedir. Bu yoldaşlarla çalışmaktan sınırsız zevk aldım… (Tahsin Yılmaz‘ın son mektubundan, ‘96 Temmuz)

 Sabır ve emek; insanlaşmak için…

En kritik zamanlarda, operasyon yemişken, darbe beklerken, bir yoldaşı yitirmişken, eylem hazırlığındayken… içinde fırtınalar kopmuyormuş gibi yürürdü. Aslında kopardı; onun o duyarlı yüreğinde hele örgüt ve yoldaşları ilgilendiren konularda kasırgalar kopardı, ama bunu öyle “bağıra çağıra” dışa vurmazdı. İddiasız giysileri, yüzündeki o babacan işçi edası, farklı bir derinlik duygusu yaratan dingin gözleri, istisnasız herkesin (belki İsmail Cüneyt dışında) imrendiği koyu kumral gür bıyıkları… Tahsin yoldaş tam da kod adıyla baştan ayağa Güven‘di.

Yalınlık, duruluk ve sımsıcak yoldaşlık koruluğunu daima genç ve deneyimsiz yoldaşları besleyerek sulardı. Kişisel ilişkileri birbirini, dolayısıyla örgütü geliştirme zemini üzerinde soluk alıp verir; sevgi ve saygının, emeğin büyüğü bunun için kafa yoranlara düşerdi. Keskin yüz hatları, hiç gülmeyecekmiş havası yayan bakışları kimileri için sert bile bulunurdu. İçinde kötülük olmayanların, sadece dili söyleyenlerin sakınmasızlığıyla; “Bunları ayaklarından tavana asmak lazım!”, “Gidin kendinizi Körfez’e atın!” derdi çok öfkelendiği zamanlarda. Onu yakından tanıyanlar, biçime değil öze bakan yoldaşları, ihmalkarlıkla, düşüncesizlikle, tembellikle nasıl kanlı bıçaklı olduğunu bilen kavga arkadaşları alırlardı hemen mesajı. Ne yapıyorsa, ne söylüyorsa, ne düşünüyorsa örgüt ve devrim içindi…

Mücadelenin ateşinde örgütümüzün ideolojisinin ve kesintisiz militanlığının biçimlendirdiği bu sade komünist, istisnasız tüm yoldaşları için kafa yorardı. Mutlaka düşünsel bir takip içinde olurdu yoldaşlarını ve birimleri; işçileri ve kitleleri. Bir yöntem bilgisi kazandırma derdinde hissederdi varlığını. Belki her şeyin bir daha, bir daha konuşulduğu “ağır” komite toplantılarından, eylem kararlarından, harekat planlarından her defasında farklı bir tarzda çıkması yoldaşların… bundandı. Anlar tüketilmiyordu; anlar bilgi ve bilinçle zamana hakim olmaya adanıyordu.

Ailesini ve yakın çevresini devrimci saflara kazanma süreçlerinden başlayarak hiçbir devrimcileşme deneyimini kendi “doğal” akışına asla bırakmazdı. Yakından gözler, yön çizer, denetler, salt kesitsel süreçler açısından değil uzun vadeli ve alansal/örgütsel olarak somut bir öncülük sergilerdi. Kimi zaman “yap-yapma”lardan oluşan, kimi zaman bir alfabenin ilk sözcüklerini dahi sabırla belletme işini üstlenen, kitlelere olduğu gibi örgüte de önderlik edebilecek teorik-politik-taktiksel bir birikime ve ustalığa sahipti.

Sonsuza kadar…

Yıllar geçer ve kimileri “Elde kaç var?” diye düşünür. Yıllar geçer ve neredeyse her gün kulağınızın dibinde, dünyayı istemenin bir yanılsama olduğunu bağıran bir dünya çağıldamaktadır. Baskıya, işkenceye, hapisliğe, ayrılığa… dayanabilirsiniz. Ama yeterince donanımlı değilseniz, buna dayanmanız zordur.

Tahsin’de hayatın ve tarihin, onu tanıyan işçilerin ve devrimcilerin, ailesinin ve yoldaşlarının her defasında tereddütsüz tanık oldukları, umutsuzluğa ve karamsarlığa kapılmayan o dingin ve serinkanlı, sadece kazanacağından emin olanların etraflarına taşırdıkları kesinlik ve kaçınılmazlıktır. Dile kolay 30 yıl… Fakat onda ‘başarılamadığı’ duygusunun, bunun yarattığı çaresizlik, umutsuzluk, yorgunluk ve mecalsizliğin hiçbir dönem zerresi bile olmamıştır. Canının çok sıkkın olduğu anlarda bile ‘durum gereği’ geçiriliveren “buna rağmen iyiyim” maskesini göremezdiniz yüzünde. “Olması gereken”e dair düşünülen, tasarlanan, olağanlaştırılan kalıp ezber cümlelerinden farklı bir anlamı vardı o gözlerin ve davranışların. Öfkenin ve coşkunun, yazıklanmanın ve sevincin söze gelmez devinimlerinden anlardınız bilinçte ve ruhtaki gel-gitleri. Öğrenen ve sonuç çıkaran eylemlerinde tanık olurdunuz sonra.

 Burada bir tarih yatıyor!..

Defalarca yakalanıp gözaltına alınmıştı; işkencelerden geçirilip tutuklanmıştı. Kulağı sınıfında gözleri örgütünde, cezaevlerinde yakınmasız yıllarca yatmıştı. Son kez 19 Nisan’da İstanbul’da yakalandı. 1 Mayıs ‘96′yı emniyetin hücrelerinde böbrekleri kanarken gülerek karşıladı. Hizipçilerin yarattığı kargaşa ve dağınıklık, güç yetersizliği, önder/yönetici kadro sıkıntısı… Tahsin yoldaşın dışarda, ona en fazla ihtiyaç duyulan kesitte yakalanışının bedelini gerçekten ağır ödedik.

 20 Mayıs-27 Temmuz ‘96 SAG eyleminin 68. gününde Tahsin Yılmaz’ın yüreği, yaşamını adadığı devrim ve komünizm davasının canalıcı uğrağı “Parti… Parti… Parti!..” vuruşlarıyla son sözünü söyledi. Bayrampaşa Cezaevi‘nde tabutunun başında söylenen “Burada bir tarih yatıyor!..” sözü bu yüzden acı içinde coşkuyu, öfke içinde iradeyi, gelenek içinde geleceği anlatır. Tahsin yoldaş sadece onurlu geçmişimizin değil partili geleceğimizin de yüz aklarından biriydi.

 Bir tarih düştü toprağa; sadece yaşarken değil ölürken de esinledi genç kuşaklara gelenekten geleceğe adımızla anılan isyankar yürüyüşü. Bir tarih, bizi biz yapan ne varsa özenle taşıdı son nefesine dek! Bir tarih gözlerini yumdu sadece; parti ve komünizm rüyasını görmeye devam ettiğini haykırdı eylemiyle.

 İnsan tüm yoldaşlarını nasıl böyle hiç ölmemişler ve hiç ölmeyeceklermiş gibi sever?..

https://www.youtube.com/watch?v=e37ZvOcvgqI

Ayrıca Kontrol Et

Temmuz’da 23 Kadın Katledildi, 23 Kadın Şüpheli Şekilde Öldü!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Temmuzda 23 kadın cinayeti işlenirken 23 kadının da şüpheli bir şekilde ölü bulunduğunu açıkladı.