Ege Deniz
Derinliği ve kapsamı büyüyerek ilerleyen, daha doğru bir tanımlamayla derinliği ve kapsamı zaten büyük olan krizin bu niteliğinden kaynaklı sonuçlarının daha çarpıcı biçimlerde açığa çıkacağı günlere ilerliyoruz.
Bu krizin ne toplumsal ihtiyaçların karşılanması ne de emek sürecinin temel aktörü olan işçinin üretim süreci içindeki duruşuyla hiçbir ilişkisi yoktur. Kriz, doğrudan kapitalistlerin azami kar eğilimlerinin sonucu olarak yaşanıyor. Fakat faturası burjuvazi ve temsilcilerinin her zamanki arsızlıklarıyla işçilere çıkarılmak isteniyor/çıkarılıyor.
Burjuvalar krizin sadece faturasını ödetmekle de yetinmiyorlar. Onu, işçi sınıfının elinde kalan son tarihsel kazanım kırıntılarının gasbedilmesi için kullanacakları bir fırsat olarak da görüyorlar. Toplu işten atmalardan tutalım, ücretlerin ve diğer hakların bastırılmasına kadar bir dizi uygulama hem fatura ödetmek hem de bu fırsatçı yaklaşımın tipik ifadeleridir.
Nitekim küçüklü-büyüklü birçok kapitalist işletmede işçi kıyımı ve hak gasplarının artmış olması bir yana, “çalışma ilişkilerinin“ görece “istikrarlı“ olduğu düşünülen stratejik işletmelerden Mercedes ve Tüpraş gibi “en büyüklerde” olup bitenler bu fırsatçılığın tipik ifadesidir. Mercedes “sosyal yardım“ haklarını gasbetmeye, Tüpraş vardiya sisteminde değişiklik yapmaya yöneldi. Bu da işçilerin tepkisine yol açtı.
Keza, ajanslara düşen “Bir asrı aşkın bir süredir hırdavat, tarım aletleri ve yedek parça alanında faaliyet gösteren Fişek Group’un sahipleri bir gecede kapıya kilit vurdu“ haberinin çoğalacağı aşamadayız.
29 Ağustos’ta şirket 200 çalışanına 10 günlük ücretsiz izin vermiş. 30 Ağustos sabahı ise grubun Eyüp Pirinççi Köyü’ndeki binasının kapıları bir daha açılmamış. 3 Eylül günü, şirket avukatı Fişek Hırdavat ve Tic. AŞ, Fişek Demir Hırdavat AŞ ve Keşif Tarım AŞ için mahkemeye başvurmuş. İşçilerle yapılan toplantıda “Sıkıntılar yaşanmış ama aşılmış“ vs.
Asıl soru şudur: Kriz koşulları ve onu fırsata çevirmek isteyen kapitalistler karşısında işçilerin haklarını korumak için gösterdikleri/gösterecekleri refleksler hangi temelde, net bir tutuma dönüşecek?
Kelime kökeni itibariyle aynı zamanda ‘karar anı‘ anlamına gelen ‘kriz’ koşullarında bizzat bu krizi yaratan kapitalistlerin tutumu ve yönelimi son derece açık. Mesele, işçi ve emekçilerin ‘karar‘ının ne olacağıdır. Ya “Biz bu faturayı ödemeyeceğiz!“ diyerek hakları için mücadeleyi yükseltecek, ya da “Rekabet edebilmeleri ve ayakta kalabilmeleri için“ kapitalistlere taviz vererek, onların yedeği olacaklar. ‘Kriz’ anında ara yol yoktur artık!
Örneğin, kriz koşullarını protesto etmek için yapılan kimi eylemlerde, “Krizin faturasını onu yaratanlar ödesin“ şeklinde sloganların öne çıkarıldığı görülüyor. İlk bakışta bu ve benzeri söylemlere dair “Sürecin mantıki bir sonucu olarak ileri sürülen doğru bir talep“ değerlendirmesi yapılabilir.
Ve ama bu eksiktir, dolayısıyla yanlış bir tutuma götürür.
Çünkü krizi kapitalizmden ve kapitalistler sınıfından bağımsız, kapitalizme içkin olmayan ve ama tek tek kapitalistlerin “yarattığı“ bir olgu düzeyinde ele almak gibi hatalı bir yaklaşımı içeriyor.
O nedenle “Krizin faturasını ödemiyoruz“ doğru tutumunu tutarlı bir eksende geliştirmek, “Kriz sizin kriziniz. Krizin nedeni toplumsal emeği ve toplumsal maddi üretimi salt kar temelinde şekillendiren sizin kapitalist üretim biçiminizdir“ yaklaşımına uygun ilerletmek, sınıfa karşı sınıf tavrının güç kazanması açısından son derece önemli hale geliyor.
Kapitalistlerin saldırıları karşısında refleks gösteren işçilere, kar elde etmeye ayarlı kapitalist özel mülkiyetin, toplumsal maddi üretimin ve toplumsallaşmış üretim araçlarının ilerlemesinin önünde engel teşkil ettiği, onları yıkıma sürüklediği bilincini taşıyacak şekilde farklı eylem ve protesto biçimleri geliştirmek, bu noktada kavranacak halkayı oluşturuyor.
Patronlara, “Siz üretimin sırtında yüksünüz. Varlığınızla asalaklığı temsil ediyorsunuz. Toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için size ihtiyaç yok“ diyen bir perspektifle örgütlenecek eylemlerle işçilerde ortaya çıkan refleksif hareketi ileriye taşımak mümkün olabilir ancak.
Bir parantezle bitirelim…
Burjuva ekonomi politiğinin krizin nedeni olarak gördüğü “Döviz krizi“ ve “Borç krizi“ aslında kapitalist üretimin derinlerinde yaşanan sıkışmaların ilk etapta yüzeye vurmuş yansımalarıdır.
Sorunun temelinde, sermaye birikiminin istenen hızda (ve çapta) sürdürülememesi, yüksek karların artık devşirilemediği noktaya çoktan gelinmiş olması var.
Yukarıda sözünü ettiğimiz iflas örneğinde, Fişek Group’un avukatının mahkemeye sunduğu dilekçede iflasın temel iki nedeninden birisi “Döviz kurundaki hareketlilik“ olarak gösterilmişti. “Sonuç“ olan şey “neden“ olarak ifade edilmişti. Fakat getirilen diğer gerekçe farkında olunmadan “nedene” dair ipuçları da sunuyordu: “Borçların ödenemez duruma gelmesinin“ diğer nedeni “Yapılan satışların ödemesinin alınamaması“
‘Borç krizi’ sonuçtur
Toplumsal maddi üretimin kapitalist biçiminde, işleyiş ve süreçler doğası gereği, para dolayımıyla olmaktadır.
Sermaye yatırımı ilkin ‘para-biçimi‘nde olmak zorundadır. İşçinin ürettiği değerler ve artı-değerler ‘para-biçimi‘ne dönüşmek zorundadır. Sermaye birikimi ‘para-biçimi‘ne dönüşmüş artı-değerler üzerinden olmak zorundadır. Bu böyle gider…
İstenen ve piyasanın durumuna göre beklenen yüksek karların ‘para-biçimi‘nde elde edilebilirliğine olan göreli “güven ve istikrarın“ sürdüğü kesitlerde ‘kredi’ ve ‘borç’ genişlemesi alır başını gider. Bu evrelerde ‘nakdi’ alış-veriş yani paranın somut, elle tutulur biçimi araya girmeden işler yürütülür. Kapitalistler birbirlerine borç verirler, bankalardan borçlar alınır, alımlar ve satışlar çek-senet gibi araçlar ya da bankalardaki online sistem üzerinden sürtünmesiz devam ettirilir. Çünkü piyasa hareketlidir, satışların (arzın) karşılığı vardır, satıcıların karşısında (talep ucundaki) alıcılar, onların satıcı olarak çıktığı noktalarda yine belirli bir talep vardır. Ve artı-değerlerle yüklü mallar (metalar) ‘para-biçimi’ne dönüşme potansiyelini korumaktadır.
Bu şekilde, işlerin para dolayımıyla yürüdüğü kapitalist üretim çevriminde, işletmelerin ve fabrikaların kaderi, işçiden gasp edilen artı-değerlerin ‘para-biçimi‘ne dönüşme potansiyelinin içerili olduğu büyüyen ‘borç’ ve ‘ödeme’ zincirlerine bağlı hale gelir.
Artı-değerleri yüksek karlara dönüştüren aynı mekanizma, bir süre sonra bunu yapamaz hale gelir. Çünkü alım-satım zincirinin (üretici tüketim ya da bireysel tüketim farketmez) tüketim aşamasına en yakın noktalarınd,a nakit karşılığında yapılan gerçek satışların yapılmasında sıkıntılar başgösterir.
Ve dev ölçeklere ulaşmış borç ve ödemeler zinciri birçok noktadan kopmaya başlar. “Döviz krizi“ bu arka plandaki toplam sürecin yüzeye vurmuş en yakın görüngüsüdür. Ve işlerin geldiği bu noktada örneğin döviz kurlarında yaşanan alt üst oluşlar krizi ağırlaştıran bir rol oynar. Yoksa krizin nedeni değildir.
Kabaca tariflediğimiz (ve Türkiye’de kendi ölçeğinde yaşanan) kriz çevrimi, dünya kapitalizminin yapısal bunalımının ve kronikleşmiş krizlerinin gelişiminin iç bağıntılarını oluşturuyor. Emperyalizmin çürümüşlüğünün ve asalaklığının bir göstergesi olarak “Finansallaşma“, “Spekülasyonlar“, “Para oyunları” gibi mali sermayenin azami karlar devşirmek için çevirdiği dolaplar, işte bu potansiyel kriz zemininde iş görüyorlar.
Ve Türkiye’nin çoktandır içine yuvarlandığı son kriz, kendinden menkul bir süreç değil, 2008 “Küresel kriz“inin devamı ve parçası olarak şekilleniyor.
Tekelci kapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı (ve yıllara yayılan) bunalımının geçirdiği ekonomik-mali kriz evrelerinin (ve bunun ülkemizdeki zamansal-mekansal yansımalarının), tüm görünümleriyle, devrimci Marksist temelde bilimsel bir analizine olan ihtiyaç ise büyüyor…