Veis Akgün yoldaşın uzun süredir kanserle boğuştuğunu duymuştum. Ölüm haberi yolda yakaladı beni. Şöyle bir düşündüm geriye doğru. Veis, Veis denince ne dersin onunla ilgili diye… Veis’in daha iyi tanıyan yoldaşlardan dinlediğim komünist özellikleri anlatılmış, daha da anlatılacaktır. Ben belki de en iyi aynası cezaevleri olan komünist özelliklerinden ayrı düşünülmeyecek insan Veis’i anlatabilirim, anabilirim.
Onunla Aydın Cezaevi’nde birlikte kalmıştık. O ekipten önce Hüseyin Elbeyli yoldaşı kaybettik hastalıktan, sonra Sezai yoldaşı bilinen trafik kazasında… Onun için Veis yoldaşı onlardan ayrı anlatmak çok mümkün değil. Bildiğim tek şey hepsini saygı sevgiyle andığım. Herbirinin birbirinden güzel özellikleri ile hatırladığım.
Tarihi unutmam mümkün değil, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde girdik o kapıdan. Cezaevi girişinde bizi karşılayan “Nasılsınız arkadaşlar?..” diye soran cezaevi temsilcisi olduğunu sonradan öğrendiğimiz arkadaşı polis sanıp “Sana ne be nasıl olduğumuzdan…” diye haşlamakla işe başlamıştık.
Aydın Cezaevi’nde kitaplar olduğunu, koşulların iyi olduğunu duymuştuk da bu kadarını da beklemiyorduk doğrusu. Bir süre sonra kadınlar koğuşunun kapısı açılacak herbirimize isimlerimiz yazılı kartlar, 8 Mart’ımızı kutlayan çiçekler ve koca çirkin çaydanlıklarda çay gelecekti. Şaşkınlığımız iyice artmıştı. Erkek yoldaşlardan çay ve çiçek hoşgeldiniz kartları! Kaldığımız yerlerden sonra “Vay be cezaevine bak…” demiştik. İşte o çaydanlığın üstündeki isimle kendini görmeden tanıştık Veis’le.
Tanıdıktan sonra da hiç şaşırmadım. Emek gerektiren bütün cezaevi işlerinde o vardı. Mutfağa gider, çayları demler, hasta olan yoldaşlar ve siper yoldaşlarıyla ilgilenirdi. Bunları en belirgin özelliği olan sessizce bağırıp çağırmadan yapardı. Emekçi karakterinin ışığı buralara da düşerdi. Bir de Sezai yoldaşın, “Yahu bu adam hiç koğuşa girmiyor. Tahta, metal ne bulursa alıp getiriyor. Ben atıyorum o yine topluyor…” sözlerini gülümseyerek bugün gibi hatırlıyorum.
Ondan da sessizi, Veis’in bile sessizliğine takıldığı İsmail yoldaşımızı da unutmamak gerekir. Havalandırmaya çıkıp yanındaki ile tek kelime etmeden saatlerce volta atma becerisi gösteren ender mapuslardan İsmail’i…
“Ferhat’ın Şirin’i”
Açık görüşlerde biz de erkek yoldaşların koğuşlarına gidiyorduk. Akşama dek hem ailelerle hem yoldaşlarla sohbet; dışarının taze havasını ciğerlerimize çekmek müthişti. 12 Eylül faşist cuntasının diğer cezaevlerinden farklı olarak bunu bir gevşetme politikası, bir süre sonra dışarıya kafaca ya “devrim” derken dahi liberal arka sazdan konuşan ya da köşesine çekilen “solcu” tiplemeler yaratmak için yaptığını elbetteki hepimiz biliyorduk. Bunu unutmazken kazanılmış bu hakların da keyfini çıkarıyorduk doğrusu.
İşte aileler içersinde fenomen olan “Ferhat’ın Şirin’i” Veis’in eşi vardı. Diri, sakınmasız, aileleri de örgütleyen cevval bir Dersim kızı. Bırakalım görüş kısıtlamayı içeriye getirdiği en küçük bir şey alınmasa cezaevi idaresi oranın başına yıkılacağını bilirdi. Veis görüş günlerinde tertemiz giyinir, gür bıyıklarını şekillendirir beklerdi. İçeri girenler “Şirin kapıda” der demez oğlunu ve eşini karşılamak için kapıya dikilirdi.
Şirin’le aralarındaki saygı, sevgi ve güveni hepimiz bilirdik. Ama millet “Ne güzel bir ilişkiniz var” diyecek değil ya. En küçüğümüz kan kırmızı deyimindeki gibi ilk atış en ağırbaşlımız Sezai yoldaştan gelirdi. “Veis yoldaş, bu kadar da kılıbık olunmaz ki, Şirin’in adını duyunca dahi hazırola geçiyorsun…” Kahkahalar ve ardı ardına takılmalar gelirdi arkasından. Veis ne mi yapardı?! Hiç, gür bıyıklarının altından gülüşünü görürdük. Normalde ataerkil bir toplumda yaşıyoruz kardeşim, insan “kılıbık” lafına azıcık yüzünü ekşitmez mi. Hayır, Veis bunu eşine olan sevgisinin altının kalınca çizilmesi, adeta bir iltifat olarak algılardı; oralı bile olmazdı.
Bir süre sonra tünel patlayınca yapılan operasyonla cezaevi boşaltıldı. Nasıl hayıflanmıştık. Erkek yoldaşlar ve siper yoldaşları oynaya oynaya firar edecekken, şimdi sürgün bekliyor, erkek yoldaşların koğuşlarından gelen bağrış çağırış sloganlara katılabiliyorduk.
Toplu olarak çoğumuzu Nazilli Cezaevi’ne, göze batanlarımızı da Antep ve başka cezaevlerine sürdüler. Sonrasında dışarda bir kez kokereççi dükkanında gördüm Veis ve Şirin’i. Ben başka bölgedeydim. Aynı sakin fütursuz Veis, aynı cevval Şirin. Tabii ki onların oradan genç ve eski kadroların yeni dönem politikalarına kafa yorduğu, sadece eğitim çalışmaları değil, bir anlamda genişletilmiş konferans olan Parti Okulları’na gittiğimi söyleyemedim. Ama Veis’in çok doğal ve yalın bir şekilde yaptığı gibi, “Yoldaşlara götürürsün” dediği buzlu kokereçlerle İstanbul’dan taa Ege kıyılarına gittim. Kendisi Parti Okulları’nda yoktu. Ama orada bile emeği vardı. Güvenlik nedeniyle sık sık alışverişe gitmediğimiz yazlığımızda Veis’lerin kokereçlerini kavurup birkaç öğün savdık doğrusu.
Bazı ölümler böyledir. Hüzün, ağlama isteğinden önce anılar hücum eder beyninize. Herbiri tertemizdir. Herbiri en az Veis kadar sevimli, yalın ve ölümsüzdür. O anlamda sadece yoldaşlar değil, toplumdaki bazı insanlar da sanki ölümsüzlük iksiri içmiş gibidirler. Ölünce de değişmez bu. Veis Akgül yoldaş gerçek anlamda ölümsüzdür!
Bir kadın yoldaşı