Fehim Taştekin
ABD, İsrail ve ‘Körfez ikilisi’ Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin ördüğü kuşatma hareketinin hız aldığı bir süreçte İran, Huzistan eyaletinin başkenti Ahvaz’da vuruldu.
1980-1988 İran-Irak Savaşı’nın başlangıcının yıl dönümünde Devrim Muhafızları’nın geçit töreninde dört saldırgan kalabalığı tarayarak 25 kişiyi öldürdü, 70 kişiyi yaraladı.
Saldırıyı Ahvaz’ın bağımsızlığı için mücadele eden silahlı Arap örgütleri adına ‘Ahvaz Ulusal Direnişi’ üstlendi. IŞİD’in yayın organı AMAK da üzerine atladı ama fail olarak birincisi üzerinde duruluyor.
İranlı yetkililer ABD ve İsrail’le birlikte Körfez’deki müttefiklerini terörün arkasında olmakla suçladı. Tahran ayrıca ‘ayrılıkçı örgütlere kucak açtıkları’ gerekçesiyle protestosunu Danimarka, Hollanda, Fransa ve Britanya’ya iletti. Ordu sözcüsü saldırganların Mossad’la bağlantılı olduklarını ve iki Körfez ülkesi tarafından eğitilip organize edildiğini öne sürdü.
Zamanlama olarak saldırı, BM Güvenlik Kurulu toplantılarına denk geldi. Ertesi gün gardını almış olarak New York’a giden Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD Başkanı Donald Trump’ın karşısına ‘terör destekçisi’ suçlamasıyla çıkma şansını bulacak. Tabii saldırı içeride de rejim açısından özgürlük, eşitlik, adalet, hak-hukuk, iş-aş talep eden kitlelerin ümüğünü sıkma bahanesi olacak.
Bu olay otomatik olarak İran’ı istikrarsızlaştırma çabalarının bir parçası olarak görülüyor. İran’ı Körfez’deki hasımlarına yanıt vermeye ve bu şekilde savaşın içine çekmeye dönük tuzak da olabilir. Ki Ulusal İran-Amerikan Konseyi’nin kurucusu Trita Parsi’nin kanaati bu yönde.
Üst düzeyde saldırının arkasında olanlardan intikam alınacağı söylense de İran Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şamhani’nin şu sözü sistem içinde meselenin nasıl ele alındığına işaret ediyor:
“Bölge ülkeleri arasında şüphe ve anlaşmazlık çıkarmak isteyen düşmanların komplolarını boşa çıkarmak için komşularımızla yapıcı diyaloğu artırmak esastır.”
***
Ahvaz odaklı örgütlerin rejim değiştirme komplosunda öne sürülen araçlardan biri olduğunu düşünmek için sebepler var. Bir kere uluslararası iklim rejim değiştirme sezonuna yeniden girmiş durumda. İran genelindeki barışçıl gösteriler ve onların haklılığı bir yana son zamanlarda Kürdistan ve Huzistan eyaletlerinde silahlı direniş hafiften uç verdi. Gözler aynı zamanda Pakistan ve Afganistan’la sınır bölgelerinde. Buralarda geçen yıllarda Taliban ve El Kaide’den esinlenme Sünni örgütler şanslarını çok denedi. Şimdilik sakin. Bir dönem Türkler eliyle Azerbaycan bölgesi üzerinde de çok çalışıldı. İran sınırları bir etnik kemeri andırıyor. Sistem ne kadar güçlüyse sınırlar da o kadar müdahaleye açık. Doğuda Türkmen, Peştun ve Beluc bölgeleri, batıda Kürdistan, güneybatıda Arapların yaşadığı Huzistan, yine güneyde Arap yoğunluklu Hürmüzgan, güneybatı ve güneyde Luristan ve yine Lurların yaşadığı Kohkiluye ve Buyer Ahmed, kuzeybatıda Azerbaycan, kuzeyde Mazandaran, yine kuzeyde Türkmen yurdu Gülistan ve Kürtlerin yaşadığı Kuzey Horasan. Bu kemer rejimin haddinden fazla kuşkucu, hatta yer yer paranoyak yaklaşımlar sergilemesine de neden oluyor.
Trump yönetimi İran’ı hedef tahtasına oturtunca Körfez’deki ortakların Arap unsurlarını devreye sokmak için vakit kaybetmesi beklenmiyordu. The Atlantic’e demecinde İran dini lideri için “Hitler, Hamaney’in yanında daha iyi görünüyor” diyecek kadar kendini rejim değiştirme havasına kaptıran Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2017’de “Savaşı İran’ın şehirlerine taşırız” tehdidi savurmuş, bir ay sonra da bir grup Tahran’da parlamento ve İmam Humeyni Türbesi’ni basarak 18 kişiyi öldürmüştü. Saldırıyı IŞİD üstlenmişti.
Körfez’e açılan Huzistan ise Suudilerin nüfuz etmekte zorlanmayacakları bir yer. Dışarıda, İran geneline hitap eden Halkın Mücahitleri Örgütü daha çok dikkat çekse de Ahvaz bağlantılı örgütlerin bazıları silahlı ve tetiklenmeye müsait.
Saldırıyı üstlenen ‘Ahvaz Ulusal Direnişi’ şemsiyesinin hangi örgütleri kapsadığı bilinmiyor. Ancak Ahvaz odaklı silahlı örgütler belli. Bunlar arasında Ahvaz Arap Kurtuluş Hareketi başı çekiyor. Danimarka’da yaşayan Habib Nabgan tarafından kuruldu. Grup çalışmalarını Danimarka’nın yanı sıra İsveç ve Hollanda’dan yürütüyor. 2005’ten itibaren Huzistan’da kamu kurumları ve petrol tesislerine yönelik en az 13 bombalı saldırı düzenledi. 1980’de Saddam Hüseyin’in desteğiyle Irak’ta kurulan ve bugün bir ayağı Avrupa’da olan Arap Ahvaz Kurtuluş Cephesi de çok sayıda bombalı eyleme imza attı. Ali Mazra’nın kurduğu Kanada merkezli Ahvaz Arap Halkların Demokratik Cephesi de Abadan rafinerisinin bombalanması dahil bazı saldırılara karıştı. Bunlar dışında daha sivil duran Hollanda merkezli Adil Sovidi’nin örgütü Arabistan Grubu, Hollanda’da yaşayan Falih Abdullah el Mansuri’nin kurduğu Ahvaz Kurtuluş Örgütü, Ahvaz Demokratik Dayanışma Partisi, Ahvaz Ulusal Kurtuluş Örgütü gibi hareketler de var. Hepsi dışarıda. İran’ın Batılı ülkelere azarı da bu yüzden.
Suudi istihbaratının hem Halkın Mücahitleri hem de Ahvaz çıkışlı örgütlerle ilişkileri çok eski.
***
Tabii İran’a müdahale deyince hepsinden önce Halkın Mücahitleri akla geliyor. Amerikalılar şu sıralar bu örgütü parlatmakla meşgul. Halkın Mücahitleri’nin New York’ta cumartesi günkü saldırıyla kesişen bir etkinliği vardı. Trump’ın özel avukatı Rudy Giuliani, ‘2018 İran Ayaklanması Zirvesi’ adlı bu etkinlikte devrimin yakın olduğunu müjdeledi: “Birkaç gün, ay ya da birkaç yıl içerisinde olabilir ama bu olacak. Devrilecekler. İran halkının canına tak etti. Yaptırımlar işe yarıyor.”
Giuliani örgütün mayısta Paris’te düzenlediği kongreye de katılmış ve Halkın Mücahitleri’ni mollalar rejimini yıkacak güç olarak selamlamıştı. Bushların Kanada versiyonu eski Başbakan Stephen Harper da yanındaydı.
Örgütün ABD’deki destekçiler listesi her geçen gün kabarıyor. Eski CIA başkanları James Woolsey ve Porter Goss, eski FBI Başkanı Louis Freeh, eski İç Güvenlik Bakanı Tom Ridge, eski Adalet Bakanı Michael Mukasey, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı General James Jones bunlar arasında. Örgüt, konferanslarına davet ettiği bu kişilerin ceplerini de şişiriyor. New York Times’a göre Paris’teki konferanslara davet edilen Amerikalı konuşmacıların çoğuna 15 bin ile 30 bin dolar arasında ödeme yapıldı. Kesesini patlatırcasına şişiren ise eski Pennsylvania Valisi Edward G. Rendell oldu. Rendell açıkça kendisine 150-160 bin dolar ödendiğini söyledi. Örgütle 10 yıldır ilişkisi olduğunu söyleyen Giuliani de miktarını belirtmeden para aldığını itiraf etti.
Paranın kaynağı da yabancı değil: Körfez’deki dostlar. ABD’nin kirli işlerinin baş finansörü öteden beri Suudi Arabistan. Doğruluğundan emin olmasak da Suudi finansmanına dair çarpıcı bir anekdot basına yansımıştı. Örgütün eski üst düzey üyelerinden Mesud Hudabandeh, bizzat yer aldığı bir yardım operasyonunu Ürdünlü gazeteci El Bevvabe’ye şöyle anlatmıştı: Kral Abdullah, 1989’da Mekke’ye gelen örgütün lideri Meryem Recavi’ye üç ton saf altın, dört çanta dolusu klasik Rolex saati ve Kabe’nin örtüsünden bir parça verdi. Suudi istihbarat yetkililerinin eşliğinde kargo Bağdat’a ulaştırıldı. Oradan Amman’da kara borsada satıldı ve para örgütle bağlantılı banka hesaplarına aktarıldı. Yardımın değeri 200 milyonu buluyordu.
Yardımda ödeme araçları pek tuhaf ve şüphe uyandırıcı. Yine de bu, Halkın Mücahitleri’nin finanse edildiği gerçeğini değiştirmiyor. Bu operasyonu idare eden eski Suudi İstihbarat Şefi Prens Turki bin Faysal örgütün 2016 ve 2017’deki konferanslarına teşrif etmişti.
Amerikalıların yeniden keşfettiği bu örgüt 2012’ye kadar ABD’nin terör örgütleri listesindeydi. Irak işgalinin ardından İran destekli milis güçlerinin menziline giren örgütün Eşref Kampı, Amerikalılar tarafından Tiran’a taşınmıştı. Bazı üyelere de Amerikan vatandaşlığı verilmişti.
2012’de bu konuyu The New Yorker’da kaleme alan Seymour Hersh’e göre Batılı istihbarat servisleri Irak işgalinden sonra bu örgütü daha da yakın plana aldı. Örgüt üyeleri 2005’ten 2008’e kadar Birleşik Devletler Müşterek Özel Operasyonlar Komutanlığı tarafından Las Vegas yakınlarında gizli bir tesiste askeri eğitimden geçirildi. NBC’e konuşan Obama döneminin iki üst düzey yetkilisine göre de Halkın Mücahitleri üyeleri Mossad tarafından finanse edilip eğitildi. Eğitilen kişiler 2007’de İranlı beş nükleer bilim adamına yönelik suikastlarda yer aldı.
Nihayetinde Amerikalılar ilişkide oldukları ve kullandıkları bu örgütü 2012’de kara listeden çıkardı. Aklanan örgütün sicilinde onlarca suikast ve bombalı eylemin olması müdahale meraklısı Amerikalılar için pek de sorun teşkil etmedi.
***
Amerikalılar kendilerinin de inanmadığı bir illüzyona tüm dünyanın kapılmasını istiyor. Afganistan, Somali, Yemen, Irak, Libya ve Suriye’deki müdahaleler ve rejim değiştirme oyunlarının net sonucu çöküş ya da kalıcı istikrarsızlık oldu. Bir de bakiye olarak ‘korkunç’ örgütler.
Parayla konuşturuldukları konferanslarda pişkince dünyaya devrim pazarlıyorlar. Bunlarla ne rejimi devirebilirler ne de yerine bir şey inşa edebilirler. O halde dertleri ne, neyin peşindeler? Sadece istikrarsızlaştırmak! Asya’yı Ortadoğu ve Avrupa’ya bağlayan bir omurganın çökertilmesi, Trump’ın sloganlaştırdığı “Amerika’yı yeniden büyük yapma” hedefinin neresinde duruyor acaba? Tam olarak bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz: Bu bölgedeki istikrarı en iyi değerlendirecek olan Çin, Rusya, İran ve Türkiye’dir. ABD İpek Yolu hatlarına ancak gerilim ve savaş olduğu sürece sokulabiliyor.
Gazete Duvar