Sistemin toplumun en derinlerine kadar ekmeye çalıştığı nefret tohumu, kışkırttığı toplumsal kutuplaşma, bunun başını çekenlere sunduğu olanaklar ve verdiği destekle de birleşince ürkütücü ve bir o kadar da tiksindirici sonuçlar da daha sistematik bir nitelik kazanarak karşımıza çıkıyor.
İçimizde ne kadar çürümüşlük, en temel insani değerlere karşı ne kadar kin ve öfke varsa kendini bir biçimiyle var etmeye başlıyor. Sadece var etmekle de yetinmiyor, bu zehri bilinçli ya da bilinçsizce daha da derinlere serpiştirerek, kalıcılaştırıyor.
Düşünün ki, şovenizmle körüklenen düşmanlık; en pespaye biçimiyle, vicdanları sızlatacak şekilde bir öğretmen adayının ağzından dökülebiliyor.
Çok değil iki yıl önce stajyer bir öğretmen -ki şimdi bir eğitmen olarak kimbilir nerede hizmet veriyor bu zat!-, sosyal medya hesabından göğsünü gere gere “Kreş’te staj aldığımda özellikle Doğu’dan gelen kürt çocuklarına iğne batırıyordum çok özledim o günleri .. “ diye yazabilmişti. Öylesine gözü dönmüş bir nefret ki bu, kendi milliyetinden olmayanlara karşı, bir çocuk üzerinde uyguladığı vahşice yöntemden bile gurur duyarak bahsedebiliyor.
Bunu yazan bir kadın; bir kadın ve bir eğitmen.. İşkence yapan polisten, Kürt, Suriyeli, Ermeni, Alevi diye insanları linç eden zihniyetten, hayvanların bacağını kesip, gözünü oyan ya da “At binip, kılıç kuşanın, ok atın” sözleri eşliğinde her gün körüklenen Osmanlı sevdasından gazı alıp okla hayvan avına çıkandan hiçbir farkı yok.
Birbirini besleyen, birbirinden beslenen kokuşmuş bir sarmal gibi sarıyor toplumu her gün… Daha da acısı iki yıl önce bu yazıyı yazan zatın şimdi hangi okulda hangi çocuklar üzerinden halk düşmanlığını kustuğunun bilinemiyor, ama tahmin ediliyor olması. Saf, katışıksız kötülük bu… İnsan olmanın en ufak bir gereğinin bile artık olmadığı, sürekli bir kokuşma ve etrafa hastalık yayan bir kaynağa dönüşme hali…
Ve sistemin bu çürümeyi derinleştirmede özel bir rol biçtiği eğitimcilerine düşen görevi layıkıyla yerine getiren ahlaktan, etikten, insani değerlerden uzak bir insanlar ordusu…
Ve bu ordunun çürümüş cesetleri her gün yeni bir uygulamayla karşımıza çıkıyor. Birkaç gün önce de İstanbul’un Arnavutköy İlçesi’ndeki Cumhuriyet Ortaokulu’nda din dersine giren G.B. isimli öğretmenin Alevilere hakaret ettiği ortaya çıktı. Kendisine “öğretmen” denilen bu kişi, “Alevilerin yaptığı yemek yenmez” diyerek küçük çocukların dünyasından hoşgörüyü, kendinden olmayanı benimsemeyi, birlikte yaşamayı, saygıyı, eşitliği bir çırpıda koparıp; kini, nefreti taze beyinlere ekiverdi.
Nasıl olsa gerisi kendi gelirdi. Nefret tohumu bir baş göstermesin, arkası Çorum, arkası Maraş, Sivas…
Şikayetler üzerine İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün konuyu “tecrübesizlik” olarak değerlendirip masumane bir durum yanılsaması yaratmaya çalışması bile olayın vehametini bir kez daha ortaya seriyor. Oysa bu durum ne masumane bir tecrübesizliği gösteriyor, ne de münferit bir olayı… Bizzat rejimin politikalarının hayat bulmuş resminin küçük bir parçasıdır karşımızdaki. Toplumsal çürüme arttıkça daha da tamamlanan bir puzzle’ın parçalarına bakıyoruz sadece…
“Üç Alevi öldüren cennete gider” sözleriyle Alevi avına çıkanlardan, her sabah merhabalaştığı komşusunu günü geldiğinde Alevi olduğu için hiç tereddüt etmeden boğazını keserek öldürenlerden, sırf Kürt, Ermeni ya da Suriyeli olduğu için insanları hor görüp, acımazsızca linç edenlerden ve bunu yaparken gurur duyup, mest olanlardan oluşuyor bu puzzle’ın parçaları…