Gazeteci yazar Gökçer Tahincioğlu da Milliyet’ten ayrıldı



Gazeteci yazar Gökçer Tahincioğlu’da Milliyet’teki 22 yıllık çalışma hayatına “sektöre ve bulunduğum yere ilişkin iyimser umutlarım da orada bulunmanın anlamı da yavaş yavaş kaybolmuştu benim için” sözleriyle son verdi.


Yaygın tabirle “ana akım medya” denilen cangıldaki onurlu duruşunu yıllardır korumayı başaran Milliyet yazarı Gökçer Tahincioğlu da siyasi iktidarın borusu olmak dışında bir manası kalmayan bu mecrayı aynı onurlu duruşuyla terk etti.  Tahincioğlu, Demirörenlerin Milliyet’inden ayrıldığını bugün sosyal medya adresinden duyurarak, kendi blogspotundan yayınladığı yazıyla okurlarıyla paylaştı.

Ayrılığının Yüzleşme köşesinde dün yayınlanan “Ben affetmiyorum” yazısıyla en ufak bir bağlantısı olmadığını, önceden kesinleşmiş bir karar olduğunu belirten Tahincioğlu, kararının gerekçesini şöyle açıkladı: “Dört küçük basamağı her gün umutla tırmanarak girdiğim binadan ayrılmamızdan çok önceden başlayarak, sektöre ve bulunduğum yere ilişkin iyimser umutlarım da orada bulunmanın anlamı da yavaş yavaş kaybolmuştu benim için. Kalbimin “git” diyen sesini dinlemek istedim. Bugün, yıllarca omuz omuza çalıştığımız Türker Karapınar da gazeteden kendi isteğiyle ayrılıyor. Binadan birlikte çıkıyor olmak güç veriyor bana”.

Milliyette’ki 22 yıllık çalışma hayatına son veren gazeteci-yazar Gökçer Tahincioğlu “Dört küçük basamak” başlıklı yazısında şunları belirtti:

Dört küçük basamak

Milliyet’in birkaç ay önce yeri değişen Ankara bürosuna 1997’de adım attığımda 22 yılımın burada geçeceğini elbette bilmiyordum.

 

İflah olmaz bir Abdi İpekçi ve Milliyet tutkunu olan babamın kucağında, gazetenin manşetinden okumayı sökmeye çalıştığım zamandan itibaren benim için gazete demek, Milliyet demekti.
Ve 19 yaşından itibaren dört küçük basamaktan çıkılarak girilen Aşağı Ayrancı’daki o binada, büyük bir hayat yaşadım. O basamaklar beni bazen büyük bir neşeye, bazen büyük bir özleme, bazen büyük bir tutkuya götürdü.

 

Değerli ağabeyim ve meslek büyüğüm, bütün meslek yaşamım boyunca çok şey görüp öğrendiğim Fikret Bila’nın gözüne girmeye çalışarak ve galiba biraz da başararak stajyer olarak başladığım Milliyet’teki yolculuğumun sonuna geldim. Kendi isteğimle gazeteden ayrılıyorum.

 

O binada 13 yıl -adliye-yargı muhabirliği, 3 yıl, hem meslek büyüğüm hem de dostum olarak çok şey öğrendiğim ve paylaştığım Haber Müdürü Serpil Çevikcan’ın yardımcılığını yaptım. Sonrasında da beş yılı aşkın bir süre haber müdürü olarak çalıştım.

 

Stajyerliğim daha bitmeden hakkımda ilk dava açıldı. O davayı onlarca dava izledi meslek hayatım boyunca. DGM, özel yetkili mahkeme, asliye ceza. Hepsinden beraat ettim. Haber, Türkiye’de hep yargılanma nedeniydi.

 

O bina, bizim ikinci evimizdi.

 

Orada neredeyse tamamı stajyer olarak Milliyet’te başlayıp, büyüdükçe Türkiye’nin en iyi gazetecileri arasına giren onlarca arkadaşımla birlikte birçok zorluğu göğüsledik. Hemen hepsi ailemin birer parçası olmaya devam edecekler.

 

Milliyet’teki haberlerimle; ÇGD Rafet Genç Haber Ödülü, ÇGD İzzet Kezer Fotoğraf Ödülü, Metin Göktepe Yılın Gazetecisi, Musa Anter Yılın Haberi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Haberi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Özel Ödülü ve Abdi İpekçi Yılın Haberi-Gazetecisi ödüllerini kazandım. Her birini büyük onurla saklıyorum.

 

Mesleğe en sıkıldığım anda devam etmemi sağlayan en büyük ödülüm ise haksız biçimde tutuklanan çocuklarının haberim sayesinde tahliye olduğunu söyleyerek, benim için turşu yaptığını söylemeye gelen gelen teyzenin sözleriydi.

 

Hayata Dönüş katliamından, Ulucanlar katliamına, Birtan Altınbaş’ın işkencede öldürülmesi haberlerinden, değerli ağabeyim ve meslek büyüğüm Tolga Şardan’la birlikte yazdığımız MİT-Alaattin Çakıcı-Yargıtay Başkanı ilişkisini gösteren haberlere, Ergenekon soruşturması başlarken, o dönem Vatan gazetesinde çalışan Kemal Göktaş’la aynı gün yazdığımız “Bütün Türkiye izleniyor” haberinden , Engin Huylu’nun cezaevinde öldürülmesine kadar, büyük bölümü Milliyet’in manşetinden verilen, gurur duyduğum haberler yazdım.

 

“Yüzleşme” köşesini yazmaya başladığım andan itibaren de hep yapmaya çalıştığım gibi duyulmayan seslere aracılık etmeye gayret ettim. Ne kadar başarabildim bilmiyorum ama samimiyetle yapmaya çalıştım.

 

Gazeteden kendi isteğimle ayrılıyorum. Soranlar için belirteyim, bu ayrılığın dün yayımlanan, “Ben affetmiyorum” yazısıyla en ufak bir bağlantısı yok. Ayrılık önceden kesinleşmişti ve benim için çok önemli bu yazıyı, ayrılığım kesinleşmesine rağmen yazmama izin verdikleri için teşekkür ederim.

 

Dört küçük basamağı her gün umutla tırmanarak girdiğim binadan ayrılmamızdan çok önceden başlayarak, sektöre ve bulunduğum yere ilişkin iyimser umutlarım da orada bulunmanın anlamı da yavaş yavaş kaybolmuştu benim için. Kalbimin “git” diyen sesini dinlemek istedim. Bugün, yıllarca omuz omuza çalıştığımız Türker Karapınar da gazeteden kendi isteğiyle ayrılıyor. Binadan birlikte çıkıyor olmak güç veriyor bana.

 

Bu güzel yolculukta bana okumayı sevdiren babam, geceler boyu yolumu bekleyen annem, kardeşim Gökhan, yeğenim Kerem, onlarca dostum da vardı. Zamanlarından çok çaldığım, bütün meslek hayatım boyunca en az benim kadar yorulan ve yoldaşlık eden eşim Nevin ile daha 4-5 yaşındayken “gazeteyi kapat da gel artık” diye defalarca beni arayan oğlum Ulaş Doğu’ya ayrıca teşekkür ederim. Biriktirebildiğim ne varsa, onların emeği de benimki kadardır.

 

Üzerimde emeği olanlara, destek verenlere, yoldaşlık edenlere de binlerce kez teşekkür ederim.
Kırdığım, üzdüğüm, bilmeden canını acıttığım kim varsa özür diliyorum.

 

Milliyet benim için “hayat” demekti ve burada çok değerli gazeteciler, büyük bir emekle çalışmaya devam ediyor.

 

Benim için yolculuğun bu kısmı bitti. Kalan kısmı umarım iyi geçer.

 

Umarım geçilen durakları ve ışıkları hüzünle izlediklerimizden değil, kentleri bütün sokaklarına kadar içimize çekebildiğimiz, şimdi olduğu gibi, daha bittiği an özlediğimiz yolculuklardan olur.”

Ayrıca Kontrol Et

Bir İbrahim Çiçek Klasiği: Ucuz Polemikçilik

İ. Çiçek bir süredir duruyor duruyor aylar önce yayınlanmış yazılarımızdan birini bahane ederek bize kılıç sallıyor. Yazdıkları, içinde bulunduğumuz her açıdan kritik dönemin sorun ve ihtiyaçlarına dair geliştirici, zenginleştirici, en azından üzerinde durup düşünmeye değer fikri bir derinlik taşısa gam yemeyeceğim. Hatta hoşnut olup keyifli bir polemik yürüteceğim. Gel gör ki o bizi sürekli kısır bir alanda sidik yarıştırmaya davet edip duruyor