On binlerce üyesi KHK’larla ihraç edilen Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), bu konuda bugüne kadar sembolik birkaç eylem dışında anlamlı bir tutum geliştirmedi.
Bu sadece, KHK terörünün tabanında yarattığı korku ve kaygılardan kaynaklanmıyor. Esas sorun, KESK yönetimine hakim olan anlayışta. KESK yöneticileri tabanın “korku ve çekincelerini” bahane ediyorlar fakat esas mesele kamu emekçilerinin önlerine düşüp kendilerine yol gösterecek kararlı bir önderliğe, güç ve cesaret aldıkları bir örgüte sahip olmamalarında… Örgütlü olduklarını düşündükleri KESK’in ilk kuruluş yıllarındaki direngen dinamiklerini büyük oranda kaybetmiş olmasında.
Bu hale gelmiş olan KESK, bugün bazı muhalif üyelerine kapılarını kapattı, polis çağırdı, o da olmadı, “burası bizim örgütümüz” diyerek kapıda oturma eylemi yapanlara da saldırarak, tekme tokat sokağa attı.
Anlamlı bir tarihsel serüvenin bu şekilde bir bürokratlaşma ve yabancılaşmaya evrilmiş olması çok acı. Acı olduğu kadar da bir alarm niteliği taşıyor. Tüm kamu emekçileri ve toplumsal anlamda halen diri direniş dinamikleri taşıyan tüm kesimler açısından.
KHK saldırısına karşı başlayan ve 700 günü geride bırakan Yüksel Direnişi’ni birçok yönüyle eleştirebilirsiniz. Bu konuda bizim de eleştirilerimiz var. En başta da, zaten doğru görmediğimiz “öncü savaş” anlayışının bu derece deforme edilmiş olmasını doğru görmüyoruz. Fakat bu eleştiriler bu eyleme karşı burjuvazi ve onun polisiyle paralel bir tutum almanızı asla meşrulaştırmaz ve haklılaştırmaz! Rejime yönelik yönü kadar “kendi dışındakiler”le de rekabet boyutları taşıyan bu eylem anlayışının, sözünü ettiğiniz tacizleri, hakaretleri, mobbinglerini bertaraf etmenin yolu devletle aynı zorbalık zeminine düşüp polisle işbirliği yapmaya kadar varmak olmamalı!
Bu çizgiyi doğru görmüyor ve eleştiriyorsanız, o zaman onu da aşacak etkinlik ve ısrara sahip bir mücadele hattı belirlersiniz. Faşizmin dipten doruğa yeniden yapılanma sürecini basit bir “işten atma” ve “ekmek davası” sınırlılığına indirgeyerek bireysel çıkışlarla püskürtülebileceği yanılsamasına karşı, her şeye rağmen on binlerce üyeye ve mücadeleci bir geçmişe sahip bir kitle örgütünün prestij ve olanaklarını sonuna kadar harekete geçiren inatçı ve militan bir mücadele pratiği sergilersiniz.
On binlerce kamu emekçisinin ihracına, onlara yaşatılan toplumsal trajedinin çapı ve boyutlarının büyüklüğüne ve şimdilerde bunun üzerine binen mevcut krize karşı anlamlı bir direniş çizgisi geliştiremeyenlerin, sonuç olarak KESK üyelerini kendi binalarından bu şekilde atmaktan başka bir yönelime girmemiş olmaları gelinen noktanın kısa bir özetidir aslında. Bu özette, bürokratlaşma, koltuk hesapları, o koltukların şu an oturanlara sağladığı konformist alışkanlıklar yanında burjuvaziye ve faşizme karşı mücadeleyi aynı zamanda başkalarına karşı bir rekabet konusu haline getirmenin yol açtığı can yakıcı sonuçlar vardır.
Yüksel Caddesi’nde direniş başlatan emekçilerin KESK’in duyarsızlığına karşı binada başlattıkları oturma eyleminin, önce eşyalarının paketlenip kapıya bırakılması ve polis çağrılması, ardından da kapıda oturan iki emekçinin onlarca kişilik bir KESK bürokratının saldırısına uğramas,ı nereden bakılırsa bakılsın utanç vericidir! KESK’in tarihiyle baktığımızda nasıl bir noktaya gelindiğinin özlü bir ifadesidir! O açıdan da KESK bürokrasisinin yaptığı şu açıklama kara bir leke olarak tarihe geçmeyi haketmek dışında bir anlam taşımamaktadır:
Bilindiği gibi 24 Kasım 2017 tarihinden bu yana konfederasyonumuz bünyesinde faaliyet yürüten bir anlayış, genel merkez binamızın toplantı odasında oturma eylemi yapıyordu. KESK Genel Meclisi’nin 16-17-18 Şubat tarihinde yapılan 2. Olağan toplantısında belirlediği tutum ve bağlı işkolu meclislerimizin kararlarında da ifade edildiği üzere süreç kabul edilemez olup, gerekli tutum alınmıştır. Bugüne kadar söz konusu anlayış ile birçok görüşme gerçekleştirilmiş olmasına rağmen konfederasyonumuza ve bağlı iş kollarımızın şubelerine ve yöneticilerine yönelik karalama kampanyaları ve iftiralar devam etmiş, konfederasyon çalışanlarımıza yönelik sözlü taciz, mobbing bu süre boyunca hiç kesilmemiş ve son zamanlarda giderek artmıştır. KESK emekçilerinin ve yöneticilerinin çalışma koşullarını neredeyse imkânsız hale getiren bu ‘oturma eylemi’ne karşı tutum almak zorunlu hale gelmiştir.
KESK, hiçbir kişi veya anlayışın dayatmalarına taviz vermemiştir; bundan sonra da hiçbir anlayışın KESK Genel Merkezi’ni ve bağlı işkollarımızın genel merkezleri ve şubelerini kendi faaliyetleri için bu tür yöntemlerle kullanmasını kabul etmeyecektir.
KESK Merkez Yürütme Kurulu’nun, konfederasyonumuz tüzüğünde açık biçimde tariflenmiş olan demokratik karar alma süreçlerinin işletilmesiyle alınan kararları uygulamaya kararlıkla devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.