Ekim ayı itibariyle dört kişilik bir ailenin açlık sınırının bin 919, yoksulluk sınırının ise 6 bin 252 lira olduğu, bu rakamlar karşısında asgari ücretin nasıl bir sefaleti ifade ettiğinin daha da net görüldüğü bu koşullarda; AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, “Bütçe imkanları olsa asgari ücreti bugünkü seviyede mi tutarız. Bir taraftan bütçeyi artıracağız. Girişimciyi destekleyeceğiz. Bütçeyi büyütüp bu sorunları çözeceğiz” açıklamalarında bulundu.
Elbette asgari ücretin nasıl bir sefaleti imlediğinin de itirafı olan bu beyanında Yazıcı, sözü edilen o bütçenin nerelere nasıl ödendiğine dair tek bir kelam etmedi. Etmesini beklemek de abes zaten. Keza patronları, dini vakıfları, tarikat ve cemaatleri, sarayın harcamalarını, bol keseden alınan ve dağıtılan borçları-faizleri, bir de saray ve savaş harcamalarını gören, işçi ve emekçileri yok sayan, dahası tüm yükün bindirileceği köle olmalarını buyuran bu sınıfsal zihniyetten bunu beklemek abes olur.
Nitekim Yazıcı da asgari ücretle ilgili sözlerinden hemen sonra yanına patronların “teşvikini” ya da “bütçenin büyütüleceğini” ekleyerek bu duruşunun altını kalınca çiziyor. Zaten önemli bir kısmı onlar için yapılan borçlara ve o borçların faizlerine giden bütçenin nasıl büyütüleceği de ayrı bir mevzu. Açılışı yapılan 2019 bütçe taslağıyla ilgili bilgiler o bütçenin de her yükün bindirildiği işçi ve emekçilerden alınacak dolaylı-dolaysız vergilerin arttırılması, mevcut vergilere zam yapılmasıyla büyütüleceğini açıkça gösteriyor.
“Bütçe imkanları olsa asgari ücreti bugünkü seviyede mi tutarız” diyen Yazıcı’ya bu noktada büyütüleceği söylenen 2019 bütçesinin temel felsefesini sormak abes olur; ama biz yine de soralım.
Bu bütçe oluşturulurken borç ve borç faizlerinin geri ödenmesi, patronların yeni hibe ve desteklerle yastıklanması, Saray’ın ve işçi ve emekçilerden duyulan korkuyla “güvenlik” önlemlerinin arttırılması, bölgesel savaş politikaları, dini eğitim, Diyanet’in daha fazla desteklenmesi dışında esas alınan başka bir gerçek var mı? “İmkanlar” 2019 için de asıl olarak buralar düşünülerek dağıtılmamış mı?
İşçi ve emekçilere sefalet ücreti dayatanlar ve bunu da “imkanlar olsa” diye meşrulaştırmaya çalışanlar o imkansızlıklarının mesela Cumhurbaşkanı’nın maaşının yükseltilmesi konusunda sözkonusu olmadığını alenen ilan ediyorlar. Düşünün ki sadece sarayın harcamaları için 2.8 milyar TL’lik bütçe ayırabiliyorlar. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın aylık brüt maaşını yüzde 26 artışla 74 bin 500 liraya çıkarabiliyorlar.
“İmkanlar” önce buralara kullanılıyor, sonra kalırsa işçi ve emekçilerin zaten kırpıldıkça kırpılan toplumsal ihtiyaçlarına… Hem de lütfedercesine! Bizlerden kesildikçe kesilen vergilerle oluşturulan o bütçenin “imkanları” mesela McKinsey gibi bir uluslararası kayyum örgütüne de gani gani harcanabiliyor.
Ya da mesela Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) imam hatip ortaokulları ve imam hatip liselerinden sorumlu Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün 2019 yılı bütçesi rekor kırarak 8 milyar 679 milyon liraya ulaşabiliyor.
İşçi ve emekçilerden kesilerek onlara karşı kullanılan bütçenin “imkanları” sıra Saray’a gelince bakın nasıl cömertçe kullanılıyor:
119 milyon TL tüketime: Tüketime yönelik mal ve malzeme alımları kaleminde Cumhurbaşkanlığı 2019 yılında 119 milyon 170 bin TL harcayacak. 2020 yılında bu rakamın 126 milyon 297 TL’ye, 2021 yılında ise 135 milyon 13 bin TL’ye çıkması öngörülüyor.
Temsile 101.5 milyon: 2019 yılında Saray, yurt içi ve yurt dışı ziyaretler için “yolluklar” kaleminden 35 milyon TL harcayacak. Tören, açılış ve resepsiyonların da yer aldığı her türlü ağırlama giderleri için ise 2019 yılı bütçesine 101 milyon 500 bin TL konuldu.
Durum budur yani… İşçi ve emekçilere gelince büyük bir kısmı onların boğazından kesilen vergilerle oluşturan o bütçede “imkan olmuyor”, fakat başka her konuda imkanlar gani gani seferber ediliyor.
Bu rahatlığa, pişkinliğe dair söz söylemekse artık hükmünü yitirmiş durumda. Sözün eyleme dönüşmemesi koşullarında ne desek anlamsız ve hükümsüz kalacaktır.