3. Havalimanı’nda tutuklanan işçiler serbest bırakılsın!



Türkiye’de en temel hakları talep etmenin bile ‘suç’ teşkil ettiği bir süreçte başta sendikalar olmak üzere bütün emek cephesini işçilerin taleplerini sahiplenmeye ve sürecin takipçisi olmaya çağırıyoruz


AKP dönemi emek rejiminin, taşeron düzeninin, kar ve rant hırsı ile büyüyen inşaat rejiminin en görünen yüzü olması itibarı ile simgesel olan 3.Havalimanı, Türkiye’nin en çok işçi çalışan şantiyesi. 76,5 milyon metrekarelik bir alana kurulu havalimanında bulunan taşeron şirketlerin sayısı dahi tam olarak bilinmiyor; 350 ila 700 arası taşeron şirket olduğu tahmin ediliyor. Havalimanı inşaatında, üretimin en fazla olduğu dönemde 40 bin kadar işçi çalıştı ve hala 20 bin işçi çalışmakta. İGA (İstanbul Grand Airport, havalimanı ihalesini kazanan Limak-Kolin-Cengiz-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu’nun 2013’te kurduğu şirket) ise havalimanında 36 bin kişinin çalıştığı bilgisini veriyor.

İşçilerin bir maliyet unsuru olarak görüldüğü havalimanı şantiyesinde fazla mesai ücreti ödenmemesi, bayram ve hafta tatili yapmadan çalışma şantiyenin ‘normal’i. Sektördeki iş kazalarının, güvenlik önlemlerinin alınmaması dışındaki diğer önemli sebeplerinin de uzun çalışma saatleri ve iş yükü olduğu bilinirken 3.Havalimanı inşaatında işçilerin günlük çalışmaları 12 saati buluyor. Yapılmayan ödemeler, servis, yemek, barınma, iş kazaları ve iş cinayetleri şantiyede çalışan işçilerin inşaat çalışması başladığından bu yana var olan problemleri. Havalimanı inşaatında şimdiye kadar tespit edebildiğimiz kadarıyla 2014’ten bu yana en az 38 iş cinayeti gerçekleşti.

3. Havalimanı inşaatının büyüklüğü, dışarı ile asgari teması, işe giriş-çıkışının yoğunluğu ve yüzlerce küçük iş ekibinin birlikte çalışmasına rağmen bu ekiplerdeki işçilerin birbirinden bağımsız ve parçalı olması iş cinayetleri ve iş kazaları hakkındaki bilgiyi “eksik” kılıyor. Buna rağmen, son dönemde sendikaların örgütlenme faaliyetleri ve şantiyenin terminal binasının açılması ile iletişim olanakları artmış, iş cinayetleri daha görünür olmuştur.

3. Havalimanı işçilerinin yaşadığı hiçbir sorun yeni olmadığı gibi, 14 Eylül’de, işçileri kampa taşıyan servisin kaza yapması ve 17 işçinin yaralanması sonucu başlayan işçi eylemleri de ilk eylem değildir. Daha evvelki irili ufaklı eylemlerin yanı sıra, bu yıl 13 Şubat’ta işçilerin barındığı tek kişilik odaların 2’ye, 2 kişilik odaların 4’e, 4 kişilik odaların ise 6 kişiye çıkarılması üzerine yapılan eylemde de son eylemdeki ile hemen hemen aynı talepler sıralanmıştı.

Ödenmeyen alacakları için 12 Haziran’da kule vince çıkan işçiler, 13 Haziran’da iş bıraktı. İşçiler 14 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3. Havalimanına geleceği haberi üzerine yazdıkları mektupta da 14 madde kaleme almış ve 14 Eylül eylemindeki taleplerin hemen hemen aynılarını sorun olarak sıralamışlardı.

İşçiler defalarca itiraz etti, yönetimle, ilgililerle görüştü. Ancak patronlar tarafından muhatap alınmadılar ya da ‘1 hafta içinde çözülecek’ gibi ifadelerle geçiştirildiler. İşçiler 14 Eylül’deki eylem de dâhil, İş Kanunu ve İSG Yasası’ndan kaynaklı haklarını istemişlerdir. Orada talep olarak sıralananlar gerçekte işverenin yapmadıkları, suç işleyerek ihmal ettiği ve devletin göz yumduğu temel haklardır. İşçilerin hemen bütün talepleri tek başına iş durdurmak için yasal ve meşrudur. İşçilerin yanı başında iş arkadaşları ölürken, bu havalimanında en az 38 iş cinayeti yaşanmışken daha başka nedene ihtiyaç var mıdır?

Buna karşılık yüzlerce işçi gözaltına alındı, 5’i sendika yöneticisi 35 işçi tutuklandı (6’sı sonradan serbest bırakıldı). Bu durum kabul edilemez, arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır. Türkiye’de en temel hakları talep etmenin bile ‘suç’ teşkil ettiği bir süreçte başta sendikalar olmak üzere bütün emek cephesini işçilerin taleplerini sahiplenmeye ve sürecin takipçisi olmaya çağırıyoruz…

İSİG Meclisi

Ayrıca Kontrol Et

Ekim Devrimi’nden Geleceğe Sosyalist Ekolojik Perspektif

Bugünden geriye doğru baktığımızda Sovyet sosyalizminin başka konularda olduğu gibi bu konuda da ciddi açmazlarla karşılaştığını, yaşanılan sıkışmayı, daha çok bu nesnelliklerin basıncıyla bırakılan boşlukları, sergilenen kimi darlık ve tek yanlılıkları daha net olarak görebiliyoruz. Bunlar su götürmez birer gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Fakat her kim bu konuda da Sovyet pratiğini olumsuz sonuçları ilerleyen yıllarda karşımıza çıkan bu tek yanlı düşüncesiz adımlara indirgerse -niyetinden bağımsız olarak- her şeyden önce dürüst ve adil davranmış olmaz