Sendikalaştıkları için işten atılan 132 Flormar işçisinin fabrika önündeki direnişi altıncı ayında. Direnişçiler, haber sitesi birartibir.org’a verdikleri röportajda, önceden birbirlerini tanımayan işçilerin direniş sürecinde nasıl örgütlenip birlik olduğunu, OHAL sürecinin ve ertesinin direnişlerine nasıl yansıdığını, destek veren grup ve kurumlara bakışlarını, fabrikada halihazırda devam eden durumları, dünya çapında Flormar ile Yves Rocher’e karşı örgütlenen boykot çağrısını ve 3. Havalimanı işçilerinin yanında olduklarını anlattı. Röportajı yayınlıyoruz:
Uzun zamandır devam eden direnişiniz nasıl gidiyor?
Sümeyye Kuloğlu: İyi gidiyor. Kendi içimizde tam birlik olduk, örgütlendik. Sonuç alana kadar direneceğiz. Tabii her kesimden destek bekliyoruz. İşçi kısmında korkular, geri adımlar oluyor. Kimsenin korkmasına gerek yok. Birlik içinde her şey daha iyi olacak. Şimdi elişleri üretiyoruz. Stant açıp ürünlerimizi satışa sunacağız. İnşallah sonuç alacağız.
Ayşe Öztürk: Uzun zamandır direnişte olmamıza karşın bir bıkkınlık, umutsuzluk yok. Her gün ilk gün gibi başlıyoruz. Biraz eksilmelerimiz var. 130 işçi atılmıştı, 80 kişi devam ediyoruz. Türkiye koşulları belli. İnsanlar borçlu, iş bulmak zorunda kalıyorlar. İş bulanlar çalışıyor, ama günde 80’in altına düşmüyoruz.
Emrah Taştan: Bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyorduk, ama her an her şey olabilir, bunu göze alarak çıktık. İçerideki arkadaşlar ise gönlümüz sizinle diyor, el sallıyor, ama öyleyse yanımıza gelmeleri gerekir. O zaman direniş çabuk kazanır. Bedeli biz ödüyoruz. Yarın öbür gün patron sendikayı tanıyıp işten atılanları almazsa –genelde öyle oluyor– ne olacak? Tavuğu sen besle, gitsin başkasının bahçesine yumurtlasın. Herkes direnişe çıksa daha iyi olur.
OHAL’in sona ermesiyle direnişin şartları değişti mi?
Şükran Akyıldız: OHAL kalktıktan sonra daha fazla zorlukla karşılaştık. Çevik Kuvvet otobüsleri getirdiler. İçerideki arkadaşlarımızla selamlaşıyoruz diye branda çekip tel örgüleri yükselttiler. İçerideki arkadaşlarla irtibatı hiç bırakmadık. Telefonla, dışarıda, evde olsun görüşmeye devam ediyoruz. Onlar da işten atılma baskısı altındalar.
Ayşe: Aslında OHAL’de daha rahattık. Fabrikanın olduğu tarafa pankartlarımızı asabiliyor, o tarafta oturabiliyorduk. Kapılara yazı yazıyorduk. OHAL bitti, polisi diktiler. “Patronun şikâyeti var, kaldırımlar patronun, karşı kaldırıma geçemezsiniz” dediler. Şimdi başka bir fabrikaya ait kaldırımda direniyoruz. Yani her şey patronun. Patronu olunca işçinin söz söyleme hakkı yok. Kaymakam olsun, vali olsun, “haydi bitirin artık” diyor. Sanki suçlu biz, hakkını arayansa patronmuş gibi davranıyorlar. Etrafta direniş şöyle gidiyor, şöyle hakkımızı arıyoruz diye anlattığımızda, bize “zenginlerle oyun oynayamazsınız” diyorlar. Biz hakkımızı alana kadar direneceğiz.
Sümeyye: Burda adam öldürmüyorum, bıçaklama yapmıyorum, mala zarar vermiyorum. Otobüs dolusu Çevik Kuvvet’in mantığı ne? Suç işlenen yerde olması gereken polisi getirtiyorlar, bütün gün bekletiyorlar. Bütün gün oturuyorlar. Bizim günlük hayatımız şöyle: Geliyoruz, sloganlarımızı atıyoruz. halaylarımızı çekiyoruz. Patron dışında kimse zarar görmüyor, o zarar görünce de nereye saldıracağını şaşırıyor. Tel örgü çektiriyor, ses aracını şikâyet ediyor.
Emrah: Çevik Kuvvet’in bulunması ister istemez arkadaşlarımızı tedirgin ediyor. “Biz illegal bir iş mi yapıyoruz” düşüncesine girdiler. Oysa yasa belli. Cumhurbaşkanı, “bir yetmez, iki sendikaya üye olun” diyordu. Birine üye olduk diye işten atıldık. Buna rağmen burada hâlâ Ak Parti’ye oy verecek birçok insan var.
Flormar direnişinin “siyasallaştığı” yorumlarına ne diyorsunuz?
Şükran: Gelen bütün siyasilere kapımızı açık. Hepsi gelsin. Gelenler, gelmeyenler belli zaten. Sol görüşlüler geliyor, sağ görüşlüler gelmiyor. Oylarımızla bir yerlerde olanların yanımızda olması gerekir, değiller maalesef. Ama artık Flormar işçilerinin gözleri açıldı, onlar her şeyi görüyor.
Sümeyye: Siyasi açıdan yorum yapmak ne kadar doğru bilmiyorum, ama bize yapılan baskı ister istemez bu yönde düşünmemize yol açıyor. Anayasal hak olan sendika üyeliğine başvurduk. Oysa belediye başkanı, kaymakam, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, tüm iktidar patronun yanında gözüküyor.
Direniş alanının solcular tarafından ziyaret edilmesini, onların desteğini nasıl karşılıyorsunuz?
Emrah: Kaymakam beye de buranın solcuların, teröristlerin yuvası olduğunu söylemişler. Bizim hiçbir siyasi parti, dernekle bağlantımız yok. Tek derdimiz işimize dönmek. Sorunu HDP mi, MHP mi, CHP mi, bir dernek mi, kim çözerse çözsün. Kim davet ederse oraya gidiyoruz. Geçen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Meclis’e davet etti. Neden hükümet kanadından biri bunu yapmıyor? Burası solcuların yuvasına döndü diyorsan, gönder bir adamını, gelsin baksın. Burada Ak Partili de, CHP’li de, HDP’li de var. Olması da gerekir, yoksa kapat tüm partileri. Aile kökeni itibariyle milliyetçiyim, MHP’liyim. Gebze böyledir. Ak Partilisi de var. İkisi de sağ parti. Geçende arkadaşlarla konuşuyorduk. Okulda solcuları kovalardık. İnanın, direnişe bu kadar sahip çıktıklarını görünce aralarında olasım geldi. İnsana önem veriyorlar, düşünce önemli değil. Bugün fabrikanın avukatı “Cumhurbaşkanı gelse çözemez” diyormuş. Sen kimsin!
Sümeyye: Destek veren herkes baştacımız. Sağcı, solcu fark etmez. Birileri bize destek çıkacak diye de direnişe çıkmadık. Tabii ki soldan daha büyük destek alıyoruz. Bu bizi rahatsız etmiyor, sonuçta amacımız sendikalı bir biçimde ekmeğimizi kazanmak. Kimseyi ayırt etmiyoruz, herkese kapımız açık.
Ayşe: Açık konuşmak gerekirse, en çok soldan destek görüyoruz. Buradaki insanlar solcu mu? Değil. Ama ufak ufak düşünceler değişiyor.
Sümeyye: İlk başta içeride sendikalı olanlara “bunlar terörist” dendi. Bizi bu şekilde tanıtmaya çalıştılar. Ekmeğini arayan hiç kimse terörist değildir. Devlete zarar verecek bir şey yapmıyoruz. Sonuçta hakkımızı arıyoruz. Gece gündüz demeden çalışıyorduk. Niye daha rahat çalışmayalım? Ama onlar bizi terörist diye karalamayı tercih etti. Terörist dedikleri insanlarla 15 yıldır çalışıyorlar. Sana iş yapıyorum, seni yükseltiyorum. İşine gelmeyince terörist diye karalıyorsun, çok saçma. Destekçilerin örgütlediği yardımlaşma kolileri de geçim sıkıntısını bir nebze hafifletiyor. Yardım toplarken direnişimiz de ön plana çıkıyor. Her tür dayanışma, destek hikâyemizi daha da yayıyor. Hepsinden Allah razı olsun, teşekkür ederiz.
Şükran: Bugün iktidarda olanların dışında herkes destek veriyor. Burası kadınlara yönelik üretim yaptığı için kadın örgütlerinden de destek görüyoruz. Ürünleri boykot ediyorlar mesela.
Boykot örgütlenmesi nasıl gidiyor?
Şükran: Dünya genelinde yapılıyor. Boykot çok iyi bir yöntem. Çevremizden de arayanlar oluyor, “boykot devam ediyorsa biz de almıyoruz” diye. İçerdeki arkadaşlar sevkiyatların düştüğünü söylüyor. Biz önceden hafta sonu mesai yaparken, şimdi onlar hafta içi sevkiyatları bitiriyor.
Ayşe: Biz çağrı yapmasak da kadın örgütleri boykotu çok sahiplendiler. Sonuçta bu fabrikanın ürünlerini üreten kadın, tüketen kadın.
Sendikanız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Emrah: DİSK’te bu işkolunda olan Lastik-İş’le konuşmuştuk zamanında, hâlâ “bu iş sizinle olacak, olmayacak” diye arayacaklar. Yıl oldu. İyi ki Petrol-İş’teyiz diyorum. Gebze Şubesi yönetimi, başkanlarımız hep yanımızda. Tek kişi kalsa bile bu işin arkasında olacaklarını söylüyorlar. Öte yandan Şeker-İş sendikasının başkanının lüks arabasını gördük. Türk-İş başkanı bu konuda televizyonda konuştu, ama net cevap veremedi. Türk-İş’in pek bir faydasını göremedik. Buraya destek vermesini bekleriz. Ama kimlerle yakın olduğunu herkes biliyor. Bu işler seçimle, sorulur hesabı. Yarın bizler geleceğiz oralara. Hayat felsefem şu: İyi şey yaparsan iyi yerde olursun. Her zaman gerçekleşmese de en azından vicdanın rahat olur. Bugün Birleşik Metal-İş sendikasının genel başkanı geliyor buraya. Belki üç kez geldi. Maddi manevi destek veriyor. DİSK başkanı geliyor, Türk-İş gelmiyor.
Ayşe: Sendikanın bin lira civarında bir desteği var. Direnmeye devam edeceğiz. Bin lira Türkiye şartlarında küçük bir rakam. Arkamızda evli olanların ailelerinin destekleri var. Bu yüzden sonuna kadar götürmeyi düşünüyoruz. Sendikamız, özellikle Gebze şubemiz de böyle düşünüyor. İnanılmaz destekleri var. Türkiye’ye, Avrupa’ya duyuruyorlar, gerekli boykotları yapıyorlar. Arkana bir kitle almışken direnişi bırakmak hiç kolay değil. Vicdani açıdan o insanlara minnet borçluyuz.
Eşiniz direnişe destek veriyor mu?
Şükran: Çok destek vermedi. İşverenin baskıları neyse, evde eşinizin baskıları daha kötü. “Sendikalı olma, işten atarlar. Ortada kalırsın, işsizlik ücretini dahi alamazsın” dedi. En ufak fırsatta “ben sana demedim mi?” diyor. Patrondansa bu daha zoruma gidiyor. Ama ben haklı olduğumu düşünüyorum. Fabrikanın önünde nasıl direniyorsam evde de öyle direniyorum. “İkisini de kazanacağım” diyorum. Okul tatildeyken kızımla geldim direnişe. Kızım da, “haklı direnişinizi destekliyorum” diyor. (gülüyor) Eşimin ailesi sol görüşlü, buna rağmen sadece bizde sorun var. Tabii borçlar var. Eşim girdiğimiz yolda onu yalnız bıraktığımı hissediyor. Ama öyle değil. Dediğim gibi aynı şartlarda yan fabrikada iş bulabiliyorsunuz. Sendikalı olmak, daha iyi ücretle daha iyi şartlarda çalışmak istedik, bu suç mu?
Sümeyye: Benim eşim tam tersi, destek veriyor. Sendika dediğimde, “hemen üye ol” dedi. Çalışma şartlarımı en iyi o biliyor. “Sizin oraya sendika gerekiyor” dedi. Kuzenleri sendikalı yerlerde çalışıyor. O da daha önce birkaç fabrikada çalıştı. Sendikal hakları biliyor.
Fabrikada üretim sizsiz nasıl devam ediyor? Fabrikanın başka bir coğrafyaya taşınmasından korkuyor musunuz?
Ayşe: Sendikalaşma sürecinde gözümüzü korkutmak için fabrikayı kapatıp Bulgaristan’a gidebileceklerini söylediler. Biz 1600 liraya her yerde iş buluruz. 83 ülkede ürünleri satılan, yüzde 48 büyüyen bir fabrikayı kapatmayı göze alıyorsa, buyursun kapatsın. Biz işçi sınıfıyız. Zincirlerimizden başka bir şeyimiz yok.
Sümeyye: Şimdilerde bizim zamanımızda kesinlikle gönderilmez dediğimiz malları piyasaya sürüyorlar. Mağazadan alınan ürünler artık pazarlara düştü. Bu, firmanın adını zedeliyor. Bizim patron gibi trilyonlarca kazancımız yok. Asgari ücrete çalışıyoruz. Asgari ücrete her yerde iş buluruz, ama olan ona olacak, onun adı gidecek. Sendikal hakkımızı istedik diye bu kadar diretmesi, tel örgüler çevirmesi, psikolojik baskı yapması bizi hiç yıldırmıyor. Daha çok “İyi ki yapmışız!” diye yüreklendiriyor.
Emrah: Buranın yüzde 51 hissesi Fransız Yves Rocher’ye ait. Herkes Flormar diyor, ama bu işin içinde Yves Rocher de var. Çoğunluk Yves Rocher’de. Yüzde 20 baba Sami Şenbay’da, yüzde 10’ar oğulları yönetim kurulu üyesi Alp Şenbay ve CEO’luk yapan Cem Şenbay’da, yüzde 9 da halka arz edilmiş. Patronlar gerçekleri Yves Rocher’ye yansıtmadığı için bir toplantı, bir uzlaşı arayışı olmadı. Biz içerideyken ayda 200 bin ürün çıkıyordu. Şimdi bu mümkün değil. Çünkü işten çıkarılanların hepsi kalifiye eleman. Mesela eskiden tam zamanlı çalışan aseton dolum bölümü şu an işlemiyor. Çünkü biz bölümce tamamen çıkarıldık. Açığı kolay üretilen ürünlerle kapatıyorlar. Fransız patron da üretim miktarına bakıyor, işler aynen devam ediyor sanıyor.
Yakın zamanda başta üçüncü havalimanı işçileri olmak üzere birçok direniş gerçekleşti. Direnişteki işçiler arasında nasıl bağlar kurulmalı?
Şükran: Havalimanı işçilerine tahtakurusu dediler, ama esas tahtakuruları patronlar. Bizim direnişimizde bir gün dahi geri adım atılmadı. “Başka fabrikalara isminizi bildirirler, hiçbir yerde işe alınmazsınız” dediler. Buna çok sinirlendim. Ertesi gün yan fabrikada iş buldum. “Sen beni atabilirsin, ama ben aynı şartlarda yan fabrikada iş bulabilirim”, bunu gösterdim. Dokuz gün çalıştım. Öğle aralarında direnişe katılıyordum. Ama nihayetinde işi bıraktım, direnişi seçtim. Çünkü önünde arkadaşların direnirken gözün yaşlı çalışıyorsun. Başka arkadaşlar direnişi bırakmak zorunda kaldı. Çünkü ailelerini geçindirmek zorunda kaldılar. Tek maaşlı ailelerde işler zor. Ben eşim çalıştığı için buradayım.
Ayşe: Etraftaki patronlar destek vermese daha hızlı kazanabiliriz. Patronlar arasında birlik var. Bizim, BBG, Cargill işçileri gibi herkesin sesi çıksa patronlar da bazı şeylere boyun eğmek zorunda kalır. Herkes en çok kendi fabrikasında direnmeli. Zaman zaman bir araya gelinip ortak basın açıklamaları yapılabilir, destek mesajları gönderilebilir. Ancak direniş alanı bırakılmamalı. Patron şimdi sabah sekizde geliyor. Biz gelmeden gidiyor, yanında silahlı koruma var. Eskiden öğle vakti gelen adamdı. Bunlar bizden çekindiğinin göstergesi. Bu bizi umutlandırıyor. İstanbul’da oturuyor. Belki sabah beşte kalkıyor artık. Uykusundan ettik. Bu bizi mutlu ediyor.
Şükran: Fabrikada depoda çalışıyordum. 18-50 kilo arası ağırlıkları olan kolileri taşıyordum. Çok yorucuydu. Amirlerimiz hep daha fazlasını istiyordu. Sıra hakkımızı aramaya geldiğinde hep “yıl sonu” deniyordu. Haklarımızı aradığımız için geri planda bırakılıyorduk. Sevkiyatta daha önce erkekler çalışıyormuş, ama bakmışlar kadınlar daha verimli, kadın sayısını artırmışlar. Dört yıldır çalışmama rağmen 1700 lira ücret alıyordum. Çok mesaiye kalıyorduk, bazen servis gelmiyordu. Gece 10’a kadar çalışıp yemeğin gelmediği zamanları biliyorum. Bir arkadaşım iş kazası geçirdiğinde “hastanede iş kazası yazdırma” diye üstüne gittiler. Kaza geçirenlere “senin hatan” diye baskı yapılıyordu. Sevkiyat sırasında hızlı çalışmak zorundayız. Boynumuz, belimiz ağrıyor. Koliler raftan üstümüze düşüyor, yüzümüz kan içinde kalabiliyordu. Sonuçta bu ağır şartları değiştirmek adına arkadaşlarımızı örgütlediğimiz için işten çıkarıldık.
Emrah: İşçilerin en büyük sıkıntısı sermaye kadar örgütlü olmamak. Sendikalar “yarın işe gitmeyeceksiniz” dese nasıl bir sonuç çıkacağı hayal bile edilemiyor. Bugün içerdeki 60-70 işçi için duruyoruz. Onlar da çıkmış olsaydı çoktan girmiştik. TAYAŞ’ta işe girmek için doldurulan formda soruyorlar, “Sendikaya üye olur musun?” diye. “Evet” diyeni “biz sizi ararız” diye gönderiyorlar. Oysa bir uluslararası bir firmada çalışıyoruz. Endonezya’da, Hindistan’da 100 dolara çalışan işçilerin gözü de bizde. Biz kazanırsak onlar da kazanacak. Bütün işçi sınıfı birbirini izliyor. Üçüncü Havalimanı işçileri haklarını kazandıktan sonra başka yerdeki inşaat işçisi de onları örnek alacak. Patronların birbirine duyarlılığı kadar biz işçiler birbirine duyarlı olsaydık, şu an ülkeyi işçiler yönetiyor olurdu.