Kavel Alpaslan
Türlü baskılardan dolayı ‘Halklar Hapishanesi’ benzetmesi yapılan Rusya İmparatorluğu, tarihler 1917’yi gösterdiğinde yaklaşık 16 milyon Müslüman’a ev sahipliği yapıyordu. Bu, o dönemki ülke nüfusunun hemen hemen yüzde onuna denk geliyordu. Diğer taraftan ‘Halklar Hapishanesi’ yakıştırması, birbirinden farklı ulusların ve mücadelelerin kaderleri arasındaki etkileşimi gölgeledi. Örneğin Rusya’da gerçekleşen Şubat ve Ekim devrimleri kolayca diğer ulusların özgürlük mücadelesini etkisi altına aldı. Farklı bir toplumsal düzenin inşası amacını taşıyan Ekim Devrimi, yüzyıllardır kazılan temelin üzerine koyulan ilk tuğlaydı. Nasıl bir tarih anlayışı benimsenirse benimsensin, bunu reddetmek çok zor. Elbette bu tuğlalarla yükselen yapı, yalnızca Rusya’daki işçi sınıfını etkilemedi: Sömürge halkların kurtuluş hareketlerinden diğer ülkelerdeki işçi hareketlerine; kültür sanattan kadın mücadelesine her yere kazanımları yansıdı…
Rusya İmparatorluğu ve ardından Sovyetler Birliği’nde yaşayan Müslüman halklardan kadınlarsa sadece ‘sarsmakla’ kalmayıp; eskiyi yıkıp yeniyi inşada eşine az rastlanır bir ivme yakaladı. Ülkenin diğer bölgelerine göre pek çok anlamda geri olan Müslüman toplumlardaki kadın sorunu farklı dinamiklerin aynı anda işleyebildiği daha özel bir alan. Dolayısıyla Müslüman kadınların mücadelesini tanımak, tüm bu gelişmelerle birlikte nasıl bir yolda ilerlediğini görmek ve ‘devrim rüzgarı’nın yenilikçi kuvvetini ölçmek açısından eşsiz bir fırsat oldu.
MÜSLÜMAN KADINLARIN MÜCADELESİ NEYDİ?
Rusya İmparatorluğu’ndaki Müslüman kadınların mücadelesi Ekim Devrimi’yle birlikte ivme kazandı ancak onunla birlikte var olmadı. Geleneksel ve katı İslami anlayışa karşı kadınlar, ülkedeki Müslüman halkların ‘reformcu’ cephesi olan ‘Cedidçiler’in içinde önemli rol oynadı. 20. yüzyıl başında Müslüman kadın hareketinde Tatarların büyük bir rolü oldu. Kadın sorunu Tatarların gündemine kimi erkek gazeteci ve yazarların dikkat çekmesiyle birlikte girdi. Çok geçmeden kadınlar zaten kendilerine ait olan bu bayrağı ellerine aldı: 1913 yılına gelindiğinde Kazan’da sadece kadınlar tarafından hazırlanan Söyembikä dergisi buna bir örnek olabilir. Küçük bir not: Söyembikä, 16. yüzyılda Kazan Tatarlarını yöneten kadın liderin ismidir.
KONGREDE HANGİ KARARLAR ALINDI?
Peki Müslüman kadınların tartıştıkları, mücadele ettikleri başlıklar nelerdi? Bunun için gözlerimizi Şubat Devrimi’nden sonra toplanan Bütün Rusya Müslüman Kadınlar Kongresi’ne çevirmemiz gerekiyor. Yine Kazan’da yapılan bu kongrede 59 kadın delege, çoğunluğu kadın olan 300 kişilik bir kitle önünde; ‘çok eşlilik, kadın hakları, türban ve şeriat yasalarının statüsü’ gibi konuları tartışmaya açtı. İngiliz yazar China Miéville, ‘Ekim’ isimli kitabında bu kongrede konuşulanları ve alınan kararları şöyle anlattı:
“Delegeler Kuran’daki emirlerin tarihsel olarak spesifik olup olmadıklarını tartıştılar. Tarih ötesi Ortodoksluğun bir çok destekçisi bile metinleri kadınların camiye gitme hakları olmadığını veya erkeğin birden fazla eşe sahip olmasının, sanki ‘adilmiş gibi’, sadece ilk eşinin izniyle -önemli bir uyarı- mümkün olduğunu dile getiren muhafazakar seslere karşı kullanmak için yorumladılar. Toplantıda çok eşlilikle ilerici-gelenekçi pozisyonun onaylanmasından memnun kalmayan feministler ve sosyalistler, Burnaşeva da dahil olmak üzere, üç üyelerinin gelecek ay Moskova’da yapılacak olan Bütün Rusya Müslümanları Konferansı’na katılmalarına ve çok eşliliğe karşı kendi alternatif görüşlerini sunmalarına karar verdiler. Konferanstan, kadınların oy hakkı, cinsiyetlerin eşitliği ve türbanın mecburi olmaması da dahil olmak üzere, on iki ilke geçti. Tartışmaların çekim merkezi, aşikar şekilde, Cedidçiler veya diğer adıyla ilerici solculardı. Huzursuz zamanların bir semptomu.”
DEVRİMDEN SONRA
Bu kongrede ismi geçen ve henüz 22 yaşında sosyalist bir şair olan Zahide Burnaşeva’nın hayatına biraz daha yakından bakarak Müslüman kadınların mücadelesinin Ekim sonrası dönemine uzanabiliriz. 1895 yılında bir Tatar köyü olan Azeyevo’da dünyaya gelen Burnaşeva’nın şiirleri 1914 yılından itibaren yerel gazetelerde yayınlanmaya başladı. Fakat ailesi onun edebiyata olan ilgisinin önüne geçmeye ve yasaklar getirmeye başlayınca yirmi yaşındayken evini terk etti. Tabi bu ayrılış çok da kolay olmadı, ‘Vakit’ isimli gazetede yazdığı bir yazıda Tatar halkından ‘edebiyat yolunda zorlu bir yolda yürüyen kızlarını korumasını’ talep etti. Nitekim arkadaşlarının ve çevresinin yardımlarıyla 1916 yılında Moskova’ya yerleşti. Bu tarihten sonra edebiyatla siyasi hayatı da şekillenmeye başladı. Bolşeviklere katıldı ve devrimden sonra 1933 yılına kadar Özbekistan’ın Semerkand kentinde yaşadı. Burada Bolşeviklerin gazetesinde kadın departmanında çalıştı. Köylerde kadınlara okuma yazma öğretti. Hayatını kaybettiği 1977 yılına kadar parti içinde faaliyet yürüttü. Özellikle kadın ve eğitim alanlarında Orta Asya’da önemli görevler üstlendi. ‘İffet Tutaş’ mahlasıyla yazdığı pek çok eserini de kendi deyimiyle ‘tüm zorluklara karşı kendi yollarını yaratan modern Tatar kadınının kaderine’ adadı.
BOLŞEVİKLER, İSLAM VE KIZIL İMAMLAR
Burnaşeva’nın devrimin hemen ertesinde Orta Asya’ya gidişi bireysel bir taşınmadan çok daha fazlasını ifade ediyor. Müslüman kadınların hayatlarında yaşanan değişim Tataristan’a göre Orta Asya’da çok daha ciddi boyutlardaydı. Burası ülkenin en geri kalmış coğrafyalarından biriydi ve iç savaş yıllarında Beyaz Ordu’nun da yuvası olmuştu. Burada Bolşeviklerin genel hatlarıyla Müslümanlara yaklaşımına ve ilişkilerine değinelim. Devrimin hemen ardından, 24 Kasım 1917’de, Sovyet yönetiminin ‘Rusya ve Doğu’nun Tüm Müslüman İşçilerine’ başlıklı açıklaması şöyle: “(…) İnançlarınız ve pratikleriniz, ulusal ve kültürel kurumlarınız sonsuza dek özgürdür ve kutsaldır. Bilin ki tüm Rusya halklarına verilen haklar size de verilmiştir ve bu haklarınız devrimin kudretli ellerinde koruma altındadır.”
‘KIZIL İMAMLAR’ SAHNEDE
Bolşeviklerin dinsel, kültürel ve yönetimsel anlamda sıcak yaklaşımları da yerli halkın bir kısmında karşılık buldu. Öyle ki ‘Kızıl İmamlar’ olarak adlandırılan din adamları sosyalizmin ‘İslam ile benzer özler paylaştığını’ ortaya attı. Bu görüş, ‘Din, özgürlük, ulusal bağımsızlık!’ ve ‘Çok yaşa Sovyet gücü! Çok yaşa şeriat!’ sloganlarıyla biliniyordu. Fakat Bolşevikler başta kadınların temel hakları konusu olmak üzere, İslami yasalarla Sovyet yasaları arasındaki kapanmaz uçurumun bilincindeydi. Lenin’in uyarılarıyla saygı gösterilen yerel kurumlarla doğrudan bir çatışmaya girilmedi. Ne de olsa böylesi bir toplumsal değişim sihirli bir değnekle Orta Asya’ya gökten indirilmez, indirilse de kalıcı olmazdı. Böylece daha uzun vadeli bir yöntem benimsendi: Bu uzlaşmaz kurumların sistemli bir şekilde aşındırılması ve Sovyet kurumlarının üstünlüğünü kanıtlamak! Bu yolu daha iyi anlamak için ‘Women and Revolution’ın 1976 yılında yayınlanan bir sayısından alıntı yapalım: “(…) ilkin geleneksel kadı mahkemelerinin yanısıra, Müslüman cumhuriyetlerde Sovyet sivil mahkemeleri kurulur. Öncelikle kadı mahkemeleri siyasal davalara bakmaktan men edilir; ardından bir davanın kadı mahkemesinde görülmesi, iki tarafın onayına bağlanır. Sovyet mahkemelerine yönelik kabul genişledikçe, ceza davaları da onlara devredilir. Ardından kadıların Sovyet hukuk sistemiyle çelişen Şeriat yasalarını dayatmaları yasaklanır. Biri Zhenotdel [Jenotdel] üyesi iki Sovyet temsilcisinin kadı mahkemelerine gözetimci olarak katılıp kararları onaylaması koşulu getirilir. Nihayetinde, kadıları destekleyen vakıfların mülklerine el konup yoksul köylülere dağıtıldığında, kadılar tümüyle ortadan kalkacaktır.”
DEĞİŞİMİN SESLERİ
İki devrimci feminist Alexandra Kollontay ve Inessa Armand öncülüğünde kurulan Bolşeviklerin kadın departmanı ‘Jenotde’l Orta Asya’da kadınlar için okuma yazma kursları, sağlık ocakları, yine kadınlar için ideolojik eğitim programları düzenledi. Bu çalışmalarda kadro eksikliğinden dolayı eğitimleri veren Tatar kadınlar önemli rol oynadı. Orta Asya’da Tatarlar ‘Ruslaşmış’ görülüyor ve pek de hoş karşılanmıyordu. Ancak zaman içinde bu topraklar, Xotin-Qızlar Bilim Yurt gibi öğretmen okullarından yerli eğitmenler çıkardı. Elbette Tatarların katkılarıyla… Bu aşamaya gelinceye kadar çalışmaların özellikle ilk yıllarda çok zorlu olduğunu tahmin etmek güç değil. Bir yerden sonra kadınların özgürleşmesi kampanyasına karşı bir dizi vahşi cinayet gerçekleşti. Sadece Jenotdel’den değil, çalışmalara dahil olan yerli kadınların da parçalanmış cesetleri bulundu. Bu duruma Sovyet yönetimi oldukça sert bir önlem aldı ve faillerin ‘karşı devrimci’ kabul edilip idamla cezalandırılacağını ilan etti.
Şimdi son olarak ‘iplerin kopmaya başladığı’ kısma gelelim. 1920’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde kadınların üretim sürecine girmede teşvik edilmesi, diğer ülkelere oranla cinsiyet özgürlüğünde diğer ülkelere fark atmasını daha da kolaylaştırdı. Müslüman kadınlar içinse bu çok daha hayati bir sıçrayışı ifade ediyordu. Tarımda kadınların üretime katılması, sanayileşme hareketleriyle birlikte kadınların da erkeklerle aynı çalışma koşulları ve sosyal haklara sahip olması, üretici ve tüketici kooperatiflerinin açılması… Tüm bunlar Müslüman kadınlara, kocalarına bağlı olmaksızın özgür bir hayat kurabilmelerini olanaklı kıldı. Sibel Özbudun, Kadın(lar) ve Devrim(ler) isimli çalışmasında ‘özellikle küçük yaşta evlendirilen kadınların ve ikinci, üçüncü eşlerin başlattıkları boşanma furyasının bu gelişmeleri izlediğinin’ altını çiziyor. Bu da bize etkili sonuçlar alındığını görmemizi kolaylaştırıyor.
FARKLI BİR ‘AYDINLANMA’
Marx ve Engels, “Kurtuluş, zihinsel değil, tarihsel bir iştir” diyor Alman İdeolojisi’nde. Sovyetler’de Müslüman kadınlar nihai kurtuluşa erişemedi belki. Ancak geçmişe oranla çok önemli yollar alındı. Bolşevikler Orta Asya’daki yapıyı değiştirmede potansiyeli Müslüman kadınlarda gördü. Fakat bu potansiyeli gerçeğe çeviren yine Müslüman kadınların ta kendileri oldu.
Mevzu ‘aydınlanmadan’ açıldı mı, kalıcı, üstten inmemiş bir çizgiyi yakalayabilmek pek de kolay bir iş değil. Hele ki kocaman bir imparatorluk enkazının hâlâ dumanları tüterken. Bolşevikler sadece kendilerine ait bir gezegende bu deneyimi gerçekleştirselerdi belki daha kusursuz ve kalıcı sonuçlar alabilirlerdi. Sınırlarını tam anlamıyla zorladılar mı? Belki evet, belki hayır… Ancak bunca kalıcı değişimi çok kısa bir zamanda gerçekleştirmek, birkaç yaftayla çöpe atılacak bir şey değil. Daha da önemlisi Ekim Devrimi’nin ardından Müslüman coğrafyalarda yaşanan bu aydınlanma hareketi; sömürgeci, üstten inme aydınlanma hareketlerinden keskin bir şekilde ayrılıyor: Ekim Devrimi Müslüman kadınların kendi kurtuluşları için bir fırsat sundu, kadınlar da bunu değerlendirdi.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
1- https://mezopotamya24.com/2018/03/26/kadinlar-ve-devrimler1-sibel-ozbudun/
2- https://istiraki.blogspot.com/2015/12/rus-devrimciler-ve-muslumanlar.html
3-https://ekmekvegul.net/guncel-dosya/ekim-devrimi-ve-kadinlar-2
4-https://journals.openedition.org/remmm/9891
5-https://www.marxists.org/history/etol/newspape/isj2/2006/isj2-110/crouch.html
6-http://socialistreview.org.uk/433/bolsheviks-islam-and-women-east
7- The New Woman in Uzbekistan: Islam, Modernity, and Unveiling under Communism – Marianne Kamp
8- Russian Revolutionaries Reach Out to the Islamic Community – Marie McGraw
9- Ekim – China Mieville (Ayrıntı Yayınları)
10- https://realnoevremya.com/articles/252
11- https://www.bl.uk/russian-revolution/articles/women-and-the-russian-revolution
12- http://www.wikizeroo.net/index.php
Gazete Duvar