İrfan Aktan
Siyasi bir hareket hedeflerine yaklaştığında veya ulaştığında, bu başarıya tüm destekçileri ortak olur. Fakat aynı ortaklığın başarısızlık halinde söz konusu olmayacağını deneyimli siyasetçiler bilir. Son zamanlarda HDP’ye yönelik bazı dostane eleştirileri bu çerçevede değerlendirmek gerekirken, eleştirenlerin amacına veya “şahsi hesaplarına” odaklanılıyor.
Meseleyi daha net görebilmek için bandı başa saralım.
Türkiye’nin göreli çeyrek demokrasi ortamında yola çıkıp hızlı bir ivmeyle geniş kitlelerin desteğini kazanan HDP, AKP’nin tekçi ve baskıcı “Yeni Türkiye” arzusunun önünde ciddi bir engel oluşturmuştu. Bugünkü otoriter, totaliter düzenin kurulması, öncelikle HDP’nin gelişiminin fiilen engellenmesi, ardından da özünde eşit yurttaşlık temeline dayalı ademimerkeziyetçi bir Türkiye hedefi olan fikriyatının itibarsızlaştırılmasına bağlıydı. Bu başarıldıktan sonra, CHP ve diğer muhalefeti HDP’yle irtibatlı gösterip baskılamak AKP açısından çok daha kolay olacaktı ve halihazırda üzerinde çalışılan, devam eden strateji de bu.
Devlet, bugün mahpusluğunun üçüncü yılına giren Selahattin Demirtaş’ın 17 Mart 2015’te Erdoğan’ı kastederek “Seni başkan yaptırmayacağız” sözüyle somutlaşan bu bariyeri yıkmak için fiili ve psikolojik her türlü baskı araçlarını devreye soktu. 16 Ağustos 2015 itibariyle Muş-Varto’da başlayıp tüm bölgeye yayılan sokağa çıkma yasaklarını izleyen malum şehir savaşları sürecinde de devletin ana hedeflerden biri HDP’nin öncelikle Türkiye’nin batısındaki etkisinin kırılması, hem ideolojik-siyasi hem de sahadaki genişlemesinin durdurulup giderek Kürdistan’a sıkıştırılarak daraltılması ve burada boğulmasıydı. Silahlı eylemlerin de devlet açısından bunun bir gerekçesi olarak işlevselleştirildiği açık.
HDP’NİN KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİYLE İMTİHANI
HDP, operasyonlar yüzünden fiziki olarak sarsıldığı halde ideolojik konumlanışını geliştiremese de muhafaza etti.
Bunun üzerine Türkiye’nin batısındaki etkisinin kırılması için HDP, Kürt milliyetçiliği söylemine doğru devlet tarafından özellikle sürüklenmek istendi. Devletin akıl verenlerine göre HDP’nin tamamıyla, yahut sadece bir Kürt partisi haline getirilmesi, bertaraf edilmesinin önemli aşamalarından biriydi. HDP’nin batıdaki destekçilerine yönelik baskı, tehdit, gözaltı ve tutuklama furyası, bu partinin etrafının boşaltılması, yalnızlaştırılarak darbelenebilmesi stratejisinin bir parçasıydı. Nitekim operasyonun bu ayağı tamamlandıktan hemen sonra HDP’nin Kürt destekçilerine yönelindi.
Sokağa çıkma yasakları sürecinde bizzat kolluk güçlerince yapılan ırkçı yazılamalar, Kürt kimliğine yönelik aşağılamalar da Kürt milliyetçiliğinin devlet eliyle kışkırtılması ve HDP’nin de bunun temsilcisi olmaya zorlanmasıydı. Özetle devlet açısından HDP’yi bertaraf etmenin en kolay yolu, onu salt milliyetçi bir partiye dönüştürüp belli bir bölgeye sıkıştırmaktı.
Devletin hesabına göre HDP, kışkırtılan Kürt milliyetçiliğinin temsiliyetini üstlenseydi, “bölücülük” yaftası üzerinden geniş kitlelere yayılmasının engellenmesi kolay olacaktı. Fakat yine HDP, devlet tarafından saldırı ve aşağılama seanslarıyla kışkırtılan Kürt milliyetçiliğinin temsiliyetini üstlenmeyi reddettiğinde de bu sefer bizzat Kürtlerle karşı karşıya gelecekti. Her iki olasılığın da HDP’nin genişlemesine ket vuracağı devletin hesapları arasındaydı ki, bunun kısmen başarıldığı görülüyor.
HDP’li pek çok Türk’ten partilerinin giderek Kürtleştiği, pek çok Kürt’ten de partilerinin giderek Türkleştiği serzenişi duyan tek gazeteci değilim galiba.
HDP’nin bugün bile, Kürtleri savunmak için klasik anlamda Kürt milliyetçiliği yapması gerekmediğini etkili bir söylemle izah etmek yerine bu ikili tartışmayı hep geçiştirmekle yetindiği görülüyor.
Devlet kaynaklı fiili ve psikolojik darbelerin parti içinde çeşitli sendelemelere yol açmaması düşünülemezdi zaten. Fakat HDP’nin bu süreçte kendi teorik savunma mekanizmalarını yeteri kadar geliştirecek ve sürekli güncelleyecek, fiili saldırılarla baş edemese bile psikolojik harekatın hükmünü azaltacak bir yol haritası çizmekte yetersiz kaldığı görülüyor.
Stratejik plan ve program üretme kabiliyetini yitiren partinin giderek iç tartışmalara yönelmesi, dahası bu tartışmaların zamanla kemikleşip kişiselleşmesi, üstelik de bu sorunların dışarıda görünür olmaması için ilave bir enerjinin harcanması, HDP’nin baş etmekte zorlandığı sorunlardan biri olarak göze çarpıyor.
AKP’yi iktidardan düşüren 7 Haziran başarısından sonra da HDP’nin kitle desteğini kaybetmediği sonraki tüm seçimlerde tasdik edilmiş olsa da, bunun HDP’nin başarılı bir strateji izlemesinden değil, üzerine kurulmuş olduğu teorik-politik zeminin sağlam köklere dayanmasından kaynaklandığı da pekâlâ iddia edilebilir.
HDP’NİN ÖNÜNDEKİ ESAS TEHLİKE
Amiyane tabire başvurup HDP’nin kendisini yaratan fikriyatın ekmeğini yediğini söylemeyelim ama yeni sürece uygun teorik gelişim sağlanamadıkça, etkili siyasi söylem üretilemedikçe, aktüel siyaseti yönlendirecek retorik geliştirilemedikçe, devletin darbeleriyle zedelenen özgüven kaybı telafi edilip buna göre konumlanılmadıkça, parti içinde giderek koflaşmaya sebep olma tehlikesi taşıyan kişisel ayrışmalar belli bir politik hedefe odaklanılarak bertaraf edilmedikçe, bu fikriyata yönelik yapıcı veya yıkıcı eleştirilerin giderek su yüzüne çıkması da kaçınılmaz gibi görünüyor.
Aslına bakılırsa HDP, karşısındaki en büyük tehlikenin devletin zor aygıtları olmadığını, köklerinin bu saldırılarla baş edebilecek bir deneyimi sürekli beslediğini görmüş olmalı. Bununla beraber HDP yönetimini, kendi fikriyatını siyasi söylem içinde sürekli geliştirip güncellemekten alıkoyan ezberciliğin, fikrî tembelliğin, karşısındaki en tehlikeli mayın tarlası olduğu fark edilmişe benzemiyor.
Bu farkındalığa bir türlü varılamaması, parti yönetiminin aktüel siyasete karşı etkileyici ve kapsayıcı bir söylem üretememesi, giderek onun fikriyatını sorgulayanlara daha geniş bir saha bırakıyor.
Siyasi bir parti söylem üretememeye başladığında ona reçete yazanlar çok olur. Fikir üreten bir parti eleştirenleri arkasından sürüklerken, fikir üretemeyen bir parti de kendisini eleştirenlerin arkasından sürüklenir ve giderek kendi kusurlarının kaynağı olarak dışarıdan gelen eleştirileri gösterir.
Oysa ister hasımdan ister hısımdan gelsin, HDP’nin kendisini eleştirenlerin amaçlarına, kişisel hezeyanlarına, ideolojik maksatlarına vs, değil de bu eleştirilere saha açan eksikliklerine odaklanması anlamlı bir sonuca varmasına yarayabilir.
KÜRDİSTANİ OLMAMAK YAHUT KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİNE SIKIŞMAK
Eğer son üç yıllık yoğun baskılar söz konusu olmasa, HDP’nin şu an bulunduğu noktanın çok çok ötesinde bir yerde olacağını 7 Haziran seçimlerinden çıkarsayabiliriz. Böylesi bir gelecek kurgulanabilseydi ne bugün HDP’yi “Kürdistani” olmamakla eleştiren Kürt milliyetçilerinin ne de onu “Kürt milliyetçiliğine” sıkışmakla eleştiren solcuların reçeteleriyle karşılaşılırdı.
HDP tabanının ve üyelerinin devletin baskılarına karşı direnişte ortaklaşmaktan geri durmadığı, fakat siyasi ve fikri yalpalamaların da ortağı olmaya yanaşmayacağı belli.
Dolayısıyla, takvimler tekrar 7 Haziran’a sabitlenip yola geçmişten başlanarak çıkılamayacağına ve devletin fiziki baskıları sonlandırılamayacağına göre, şimdiye kadar elde nasıl bir fikriyat kaldıysa, onun güncel koşullara göre yeniden geliştirilmesinin yollarını bulmak HDP açısından imkânsız değil.
Bugün herkes, HDP milletvekillerine bile basın açıklaması yaptırılmadığını, milletvekillerinden başlamak üzere tüm HDP mensuplarına yönelik ağır bir basınç uygulandığını, medyadaki görünürlüklerinin tamamen ortadan kaldırıldığını görüyor. HDP, fiziksel olarak yasaklanmış bir parti. Fakat bu fiziksel baskıların, teorik gelişimi ve bunun güncel politik söyleme uyarlanmasını da engellediğini söylemek kolaya kaçmak olur.
DEMİRTAŞ ÖZLEMİNİ LİDER TAPINÇLIĞIYLA İZAH ETMEK
Netice itibariyle öyle görünüyor ki HDP, son üç yıllık baskılara karşı başarılı bir fikirsel strateji üretemedi. İdeolojik konumlanışını sadece muhafaza etti ama güncelleyemedi. Devletin stratejisini çözümleyip ona göre konumlanabilecek bir yapı oluşturamadı. Dolayısıyla parti fiziksel baskılar karşısında fikirsel bir bocalamaya girdi, başarılı bir siyasi söylem üretemedi, üretemiyor.
Mevcut yönetim, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere ilk kadrolarının bu kabiliyetini de, eksikliğini de ikame edemedi. Bu açıdan Demirtaş’a duyulan “özlemi” lider tapınçlığı olarak değil HDP fikriyatının aktüel siyasete tahvil edilmesindeki eksiklikle izah etmek daha doğru görünüyor.
HDP’nin ayakta olduğunu göstermesi için illa kitlesel gösteriler yapabilmesi, milyonları mobilize edebilmesi gerekmiyor. Bunun koşullarının kalmadığını HDP tabanı da çok iyi biliyor ve anlıyor.
Bugün hiçbir siyasi parti AKP ve devletin fiziksel baskılarını bertaraf edebilecek güce sahip değil. Fakat bu vaziyet, “dost” veya “düşman” cenahtan gelen ideolojik kuşatmayı yarma olanaklarının da kalmadığı anlamına gelmiyor. İktidarın bitmek bilmeyen tazyiki HDP’yi olduğu gibi diğer tüm muhalif unsurları fiziksel bir ataletin içine sokmuş olsa da, mühim olan, bunun düşünsel atalete dönüşmesine cevaz vermemektir. Dolayısıyla HDP’yi bu ideolojik kuşatmayı yarmaya zorlamak üzere yapılan eleştirilerin tam zamanı gibi görünüyor.
Gazete Duvar