İnci Hekimoğlu
Reis çok öfkelendi ya Danıştay’ın “ant” kararına. Haklı.
O ant gitmeli yerine ‘varlığımız iktidarınıza armağan olsun” gelmeli. Ya da daha iyisi “sağlığımız Sarayınıza armağan olsun” diye değiştirilmeli.
Çünkü öyle oldu.
AKP iktidarına prim yaptıran üç temel başlık konut, sağlık hizmetleri ve sosyal yardımlardı. Üçü de çöktü. Ama halka en büyük tehdidi içeren sağlık meselesindeki ‘dönüşüm’ en geride yer buldu kendine hep. Ta ki sansasyonel bir şiddet haberi gündeme düşene kadar.
“Sağlık meselesi” diyorum ama AKP iktidara geldiğinden beri onun adı “sağlık sektörü” oldu. Eh ‘sektör’ dediğin rant üzerine, kâr üzerine kurulur.
Halkı “hastane kuyruklarını kaldıracağız” propagandasıyla kandırıp Tam Gün Yasası’nı çıkarmalarıyla başladı her şey.
Sağlık çalışanlarına şiddetin artması da aynı tarihlerde başlar.
Tabip Odalarının, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin ilk adımı olduğu için karşı çıkması üzerine, iktidar yoğun bir itibarsızlaştırma kampanyasına başlamıştı.
Arkasından hastaneler Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’na bağlandı ve şehir hastanelerinin ön hazırlığı yapıldı.
Sonuçlarını kısa sürede gördük. Devlet hastanelerinde kuyruk bitmediği gibi, iyi yetişmiş, deneyimli hekimlerin çoğu özel sektöre kaçmaya başladı.
Öğrenci yetiştirecek hekim kalmadı neredeyse.
Onlarca içi boş tıp fakültesi açılıp, hiç ameliyat görmeden hatta bir kadavra üzerinde pratik bile yapmayan doktorlara teslim ediliyor hayatımız.
Şehir içindeki ulaşımı kolay ve kaliteli sağlık hizmeti alınan araştırma ve üniversite hastaneleri özellikle çürümeye terk edilerek, arazilerini ‘milletin … koyan’ müteahhitlere yeni rant üretim merkezleri yapmaya uğraşıyorlar.
Hâlâ hastanelerde büyük bir özveriyle çalışmaya devam eden hekimlerin üstünde ise “performans” baskısı var.
Yani ‘bugün hastane gelirini artıracak hangi uygulamalara imza attın’ diyorlar kısaca. “Performans” deyince, ‘hastanın iyiliği için ne yaptın’ diye sorduklarını zannetmeyin.
Tıpkı fabrikada üretim bandının başındaki işçiyi işveren hangi ölçülerle değerlendirirse hekimler için de aynı ölçüler geçerli artık.
Ölçülerden biri de hekimin baktığı hasta sayısı.
Ne kadar çok hasta o kadar iyi performans!
Ne kadar az hekim ve sağlık çalışanı o kadar kâr!
Sonuç; Başbakanlık verilerine göre yalnızca son üç yılda 431 sağlık çalışanı intihar etti.
Mecburi hizmet ve izin kullanamadan ayda 15 nöbet ve kesintisiz 36 saat mesai yapmayı ve üstlerindeki ‘performans’ baskısını kaldıramadıkları için.
Sağlık çalışanlarının intihar haberlerine ilk kez bu iktidar döneminde tanık olduk.
Bu yılın başında CHP’li Murat Emir’in sorusu üzerine Başbakanlık Bilgi Edinme Merkezi’nden (BİMER) gelen yanıtla öğrendik ki 2015’te 10’u hekim, 71’i hemşire, 99’u diğer personelden oluşan 180 sağlık çalışanı; 2016’da 11’i hekim, 56’sı hemşire, 62’si diğer personel olmak üzere 129 sağlık çalışanı intihar etti. Geçen yıl ise 3’ü hekim, 53’ü hemşire, 66’sı diğer personelden oluşan 122 sağlık çalışanı canına kıydı.
Peki ya şiddete uğrayan doktor ve sağlık çalışanlarının sayısı?
Son 6 yılda, 70 bine yakın sağlık çalışanı şiddete uğradı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi’nin Sağlık Bakanlığı’nın verilerinden aktardığı bilgiye göre, 2013-2017 yılları arasında her saat başı bir doktor şiddete maruz kaldı.
Sağlık çalışanları hastalarla iktidarın yarattığı çalışma koşulları arasında adeta prese alınarak çok boyutlu eziliyorlar.
İlgezdi’nin verdiği şiddet örneklerinden biri sistemi teşhir etmek açısından da çok önemli.
“Şanlıurfa Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde meydana gelen şiddet vakası, Sağlıkta Dönüşüm sisteminin bir sonucudur. Nüfusu 1.985.753 olan Şanlıurfa’da, Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 13 Devlet Hastanesi’nde toplam bin 233 hekim, 2 bin 130 hemşire, 3 bin 476 Yardımcı sağlık personeli ve 35 Acil Tıp Uzmanı görev yapmaktadır. Bu rakamlar göstermektedir ki, Şanlıurfa’da doktor başına bin 610, hemşire başına 932, Acil Tıp Uzmanı başına 56 bin 735 hasta düşmektedir.”
Son olarak psikiyatrist Doktor Fikret Hacıosman’ın İstanbul’da hastası tarafından öldürülmesi bardağı taşıran damla oldu ve sağlık çalışanları şiddetin önlenmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için harekete geçti.
AKP’nin sözüm ona bu amaçla hazırlandığını iddia ettiği tasarı kamuoyuna yansıyınca ortaya çıktı ki, dertleri şiddeti önlemek değil hasta ve sağlık çalışanlarının çıkarlarını gözeten meslek odalarını ve doktorları tümden sistemden tasfiye etmek.
Eğer tasarı yasalaşırsa KHK ile ihraç edilen hekimler yalnızca SGK ile anlaşması bulunmayan hastane ve muayenehanelerde çalışabilecek. Tasarıya göre bu doktorların düzenlediği raporlar da yargı kararlarına ve idari işlemlere esas alınmayacak.
Gizli sonuçlardan biri de, mesela bundan böyle işkence ve darp raporu almak hayal olacak. Çünkü sistemde çoğu yandaş ve yetersiz çalışanlar bırakılacak.
Tasarıya göre KHK ile ihraç edilen doktorların kesinleşmiş herhangi bir idari cezaları olmasa da diploma kullanma yetkiler engelleniyor. Güvenlik soruşturmasına takılan doktorlar ise iki yıl boyunca mesleklerini yapamayacak, iki yılın sonunda SGK ile anlaşması bulunmayan hastanelerde çalışabilecek. Böyle bir hastane kalmışsa tabii.
Yani güvenlik soruşturması yapan iktidar aparatlarıyla, muhalif bütün sağlık çalışanları sistemden dışlanacak.
Fırsat bu fırsat TTB’yi de araya sıkıştırmayı ihmal etmemişler. Yetkilerini ve gelirlerini tırpanlayarak etkisizleştirecek düzenlemeleri de atmışlar torbaya.
Bu tasarının tümüyle geri çekilmesi için başlatılan kampanyaya ve meslek odalarının eylemlerine destek vermek öncelikle kendi sağlığımızı yakından ilgilendiriyor.
Ya hastaneleri birer ticarethane, hastaları da meta olarak gören bu sistem hepimizi hasta etmeden harekete geçelim ya da sağlık harcamaları için 2019 yılı bütçesinde 3 milyon TL ayrılan ‘Saray ahalisine sağlığımız feda olsun’ deyip kenara çekilelim.
Artı Gerçek