1999 yılında Birleşmiş Milletler 25 Kasım’ın Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü olarak benimsenmesi kararını aldı. 25 Kasım’a bu anlamı yükleyen ise, ülkelerindeki faşist diktatörlüğe karşı direndikleri için baskı ve şiddet gören, defalarca hapse atılan Mirabal kardeşlerin, diğer bir adlarıyla ‘Kelebekler’in, vahşice katledilmesi.
‘Cenette tanrı, dünyada Trujillo’
1930’da Başkan Horacio Vasquez’i bir askeri darbeyle devirerek iktidarı ele geçiren Rafael Trujillo, 1961 yılında suikast sonucu öldürülmesine kadar Dominik Cumhuriyeti’ni yönetti. Faşist diktatör, bu süre boyunca ‘40’ adlı hapishanesinde muhaliflerine işkence uygulayıp öldürerek iktidarda kaldı. Yandaşları ülkenin dört bir yanına ‘Cennette tanrı, dünyada Trujillo’ve ‘Tanrı ve Trujillo’ yazılı pankartlar asmış, hatta Nobel barış ödülüne aday gösterilmesine vesile olmuşlardı.
Öte yandan Trujillo her ne kadar muhaliflerin sesini vahşetle bastırmaya çalışsa da, amaçladığı gibi onları korkutup sindirememişti. 1960 yılının Haziran ayında Patria Mercedes öncülüğünde kız kardeşleri Minerva Argentina ile Maria Teresa tarafından kurulan Clandestine hareketi bunun bir örneğiydi.
“Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabel kardeşlerdir” -Trujillo
Kelime anlamı ‘Gizli tutulan, sır olan’ olan Clandestine hareketi Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyordu. Hareketin kurucu önderleri Mirabal kardeşler muhalif hareket içinde oldukları süre boyunca mal varlıklarına el kondu, defalarca kez hapsedildi, defalarca kez zorbalığa maruz kaldılar; ancak tüm bunlar onları yıldırmadı. Kardeşlerden Minerva Argentina Mirabal’in “Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü” sözleri bu direngenliklerini özetler nitelikte.
1960 yılında diktatörlük karşıtı faaliyetler ülke çapına yayıldığında Trujillo, muhalifler içinde önemli bir yere sahip olan Mirabal kardeşleri gözüne kestirmişti bile. 25 Kasım 1960 tarihinde Mirabal kardeşler, askerler tarafından tecavüze uğradı, ardından sopalarla dövülerek canice katledildi ve cansız bedenleri bir uçurumun dibine atıldı.
Bu olay kamuoyuna ‘araba kazası’ şeklinde pazarlanmaya çalışılsa da halk bu zırvaya inanmadı ve diktatörlük karşıtı faaliyetler müthiş bir ivme kazandı. Biriken kin ve öfke, olay üzerinden yaklaşık altı ay geçtikten sonra Trujillo’nun öldürülmesine zemin oldu.
Kelebekler
Mirabal kardeşler, içlerinden birinin kod adının ‘kelebek’ olması sebebiyle ‘Kelebekler’ olarak anılmaktadır. Diktatörlük karşıtı hareketin kurucu kadroları olmaları hem halk hem de faşist diktatörlük nezdinde önemli bir yerde durmalarının nedenidir. Elbette ki onlar, kadınlara uygulanan zulmün simgesi olmakla beraber faşist devletlerin muhaliflere karşı takındıkları tavrın da çarpıcı bir örneği oldular.
Bu büyük düşmanlık boşuna değil
Fakat onların kadın olmasının çok özel anlamları vardı. Tüm faşist rejimler ya da burjuva diktatörlüğünün tüm biçimleri açısından kadınların böylesine özneleşmiş olmaları kabul edilebilir değildir. Öncüleşmiş, önderleşmiş kadınlar bu sömürü sisteminin en önemli kodlarından biri olan erkek egemen kültün yıkılmasına da öncülük etmiş olurlar. Ezilenin ezileni kadın kitlelerine moral verirler, özgürleşmekte güç aldıkları imgelere dönüşürler.
Bu açıdandır ki her toplumsal harekette ‘önce kadınların vurulması gerektiği’ni söyler muktedirler.
Hem diğer kadınlara gözdağı vermek ve “evinizde oturun” demek için hem de erkek egemen kültürle şekillenmiş erkeğin gemlenmesi, mücadeleden koparılması için… Keza kadını “malı” gören bu kültür onun hedef haline gelmesini onun yerine karar vererek istemez, buna engel olamadığındaysa ona yapılacak her şey bu kültürle şekillenmiş erkeği zayıf karnından vurmak, mücadeleden düşürmek anlamına gelir.
Kelebeklerin diktatörlüğün en büyük düşmanları olarak görülmeleri bundandı. Ezilen, horlanan kadınların öncüleşerek bir toplumsal hareketi tetiklemelerine duyulan düşmanca öfkedendi.
Üzerinden yarım asra yakın vakit geçmesine rağmen Kelebekler’in hikâyesinin ilk günkü güncelliğini koruması; bir yandan güç hırsına kapılmış faşist rejimler ve özelinde yöneticilerinin zorbalığını ifşa ederken öte yandan kadın mücadelesini diri tutuyor ve kadının kapitalist/ataerkil sistemin cinsine biçtiği rollerden sıyrılarak kendini özgürleştirebilme gücünün sürekli hafızalarda taze kalmasına vesile oluyor.
Onların moral dünyamızdaki yerleri bu anlamlarıyla ölümsüzdür, kadının bugün yaşadıkları düşünülecek olursa bu çok daha fazla böyledir…