İstanbul Kazlıçeşme Sahil Yolu’nda inşa edilen Büyükyalı İstanbul projesi işçilere dayatılan kölece çalışma-barınma-beslenme koşulları üzerinden yükseliyor.
Yüklenici firmaların Özak GYO-YENİGÜN İnşaat-Ziylan Gayrimenkul olduğu lüks rezidanslar, oteller, konutlar, loftlardan oluşan 4 mahalleli ve marinalı bu dev projede çalışan işçilerin kötü beslenme ve ücret sorunları daha önce de gündeme gelmişti. “Yine de burası ehven” diyen işçiler, gelinen noktadaysa şantiyenin devasa bir toplama ve esir kampına, kışlaya dönüştüğünü anlatıyorlar.
İnşaat-İş’in bu yılın başında (Şubat) üyelerinin ödenmeyen ücretleri için eylem yaptığı şantiye, yaklaşık 3 ay önce de işçilerin sosyal medya hesaplarından paylaştıkları kurtlu yemek fotoğraflarıyla akıllara kazınmıştı. Daha sonra iletişim kurduğumuz işçiler sosyal medyadaki teşhirden sonra yemeklerin düzeldiğini belirtmişler, yemek sorunu dışında ciddi bir sorunlarının olmadığını vurgulamışlardı.
İşçiler şantiyenin birkaç ay öncesine kadar alışılmış şantiyeler gibi olduğunu, şantiye alanına girip çıkarken kimlik gösterilmesi, giriş-çıkışlarda x-rey’den geçmek ve ince arama detektörünü saymazsak diğer şantiyelere göre çalışma-barınma koşullarının görece iyi olduğunu söylemişlerdi. Fakat sadece birkaç aylı süre içinde şantiyenin bir çeşit kışla haline geldiğini ifade ediyorlar.
Koşulların giderek berbatlaştığı, 14 Eylül’de “köle değiliz” diyerek isyan eden 3. Havalimanı işçilerinin el yazısıyla kağıda döktükleri sorunların bu şantiyede de sözkonusu olduğunu ifade ediyorlar.
Peki birkaç ay gibi kısa bir süre içinde ne oldu da görece düzgün koşullara sahip bu şantiye işçilerin deyimiyle bir çeşit kışlaya, toplama kampına dönüştü?
Bu sorunun yanıtlarının başına krizle birlikte patronların vampir karakterinin daha net şekilde açığa çıkmış olduğudur. Bu aynı zamanda 14 Eylül’de 3. Havalimanı şantiyesinde yaşanan “köle değiliz” isyanının yarattığı korkuyla birleşerek hayattaki karşılığını buluyor.
İnşaat baronları, İnşaat işçilerinin aslında bu işkolunda örgütlenmeye çalışan sendikalarla buluşmasından ve kendilerine reva görülen insanlık dışı uygulamalara karşı örgütlü mücadeleye geçmelerinden korkuyorlar. Nitekim onların bu korkusunu İnşaat-İş temsilcilerinin 26 Kasım tarihinde sabah mesaisi girişinde sendikanın broşürlerini dağıtırken özel güvenlikçilerin zorbaca tutumlarıyla karşılaşmalarında da görmüştük.
Şantiyede çalışan işçilerin son günlerde bize aktardıkları bilgiler de bu korkunun ve saldırganlaşmanın tipik ifadesidir.
İşçilerin aktarımlarını aynen yayınlıyoruz:
Koğuşlar önceden 6 kişilikti. Koğuş sıkıntısı olduğu için yeni koğuşlar yapmak yerine koğuşlarda kalan işçi sayısını 7-8 kişiye çıkardılar.
Güya yeni koğuşlar yapmışlar. Ama bildiğin cezaevindeki hücrelerden farklı değil. Yapılan koğuşlar barakadan. Ne pencere var, ne havalandırması…
Koğuşlarda gerekli hijyen sağlanmadığı için tahtakuruları var ve 3. Havalimanı şantiyesinde olduğu gibi işçilerin vücudunda tahtakurusu ısırıkları ve yaralar oluşuyor.
Yüzlerce işçinin çalıştığı şantiye alanlarında en insani ihtiyaç olan tuvaletlerin yeterli sayıda olmaması başka bir sorun.
Güvenlikçilerin mesai saatleri içinde izin belgesi konusu başlı başına ayrı bir sorun. İşçilerden her dakika, sigara almak için bile izin kâğıdı istenmesi işçiler arasında büyük sıkıntı yaşatıyor. Artık bir şantiye alanı olmaktan çıkıp adeta bir hapishane, bir esir kampı gibi. Askeri kışladan farkı yok.
1 ay içinde öyle kurallar çıkardılar ki ayağını atsan ceza kesiyorlar. Şantiye değil esir kampındayız.