Pelin Cengiz
Üçüncü havalimanı nam-ı diğer İstanbul Havalimanı, geçen hafta yine başka bir baş ağrısıyla başka başka yeni trajedilerin habercisi görüntülerle karşımızdaydı.
Binlerce canlıyı yerinden yurdundan eden, İstanbul’un, Marmara’nın akciğerleri kuzey ormanlarının bütünlüğünü bozan, emek sömrüsüyle onlarca insana mezar olan bu ekokırım ve insan kırım projesiyle ilgili her aşamasında çokça yazdık, çizdik, defalarca yapmayın etmeyin dedik. Elimizden bişey gelmedi, bundan sonra da gelmeyeceğini düşünüyorum, bunları sadece tarihe not düşmek için, gündemde tutmak için buraya yazıyorum.
Geçen hafta İstanbul’da etkili olan yağıştan ötürü İstanbul Havalimanı çevresini su bastı. Havalimanının işleticisi şirketi İGA’ya göre selden yalnızca otopark etkilenmiş, terminal binası ve apron bölgesiyle herhangi bir ilişkisi yokmuş. Otopark, havalimanının kapsadığı ve her türlü güvenliğin sağlanması gereken birimler arasında sayılmıyor mu anlamadım.
Su baskını otoparkta olunca uçuşuna gitmeden önce aracını buraya bırakmış olanlara zarar ziyan yazmıyor mu? Ayrıca, nereden bileceğiz terminal ve apron bölgesinin başka bir sel baskınından etkilenmeyeceğini? Siz değil misiniz günlerce aylarca işçilere yaptığınız kölelik muamelelerini gizleyen? Siz değil misiniz meydana gelen iş cinayetleri ortaya çıkmasın diye işçileri tehdit eden, tutuklattıran? Siz değil misiniz havalimanında çökme oluşan alanla ilgili doğru dürüst bir açıklama yapmaya bile ihtiyaç duymayan?
Üçüncü havalimanının projelendirmesinden bugüne kadar gelen süreç aslında üzerine basa basa neden Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları önemlidir dediğimizin tipik bir göstergesi. Mega projeler için hayati önemdeki ÇED raporlamaları, hükümet ve yandaş şirketler tarafından kalkınma hamleleri için sürekli ayak bağı olarak görüldü. ÇED’ler olası riskleri, ekonomik ve ekolojik maliyetleri değerlendirmek, riskler için ön almak, ön alınamayacak kadar riskli ise de projeden vazgeçmek için yapılır.
Potansiyel tehlikeleri ortaya koymadan, bu tehlikelerin yaratacağı tahribatın nasıl giderileceği tam olarak belirlenmeden projelere milyarlar akıtınca ortaya böyle cansız bedeni dört gün sonra fark edilen emekçiler çıkar, göçükler, su içinde yüzen araçlar çıkar.
Bunlar üçüncü havalimanının daha iyi günleri. Neden derseniz, o da bu projenin ilk ÇED’i ile nihai ÇED’i arasındaki farklarda gizli.
Üçüncü havalimanı için gerekli olan ÇED raporları, pek çok HES, madencilik ve zehirli atık depolama projeleri için ÇED raporu hazırlayan AK-TEL Mühendislik şirketi tarafından 2013 mart ve nisan ile 2014 mart tarihlerinde hazırlandı. Bu ÇED raporlarında projenin İstanbul’un kuzey ormanlarına vereceği büyük zararlara atıf yapılmasını rağmen sonuç olumlu olarak gösterildi. Üstelik ÇED süreci tamamlanmadan ihale gerçekleştirilerek açıkça usulsüzlük yapıldı.
Kuzey Ormanları Savunması’nın Mart 2015’te yayınladığı “Yaşam, Doğa, Çevre, İnsan ve Hukuk Karşısında 3. Havalimanı Projesi” başlıklı raporunda yer alan sulak alanlarla göl/göletlerle ilgili tespitlerin yer aldığı bölümleri burada aktarıyorum:
“Mart 2014 tarihli son ÇED raporundaki bilinçli eksiklikleri, önemsizleştirmeleri ve ilk raporda yer alan ağaç sayısı ya da “göl/gölet” tanımlamaları gibi kritik bilgilerin son raporlarda yok edilişlerini teşhir ediyoruz. ÇED raporları; bilimsellikten uzak, gelişigüzel yazılmış ve çoğu kez kopyala-yapıştır tekniği ile aynı metinler ikişer, üçer kez farklı başlıklar altında tekrarlanarak hazırlanmıştır. Dahası, düzgün teknik veri içermeyen, kendi sıraladığı sorunlara çözüm üretmeyen, genel geçer yorumlarla baştan savma hazırlanmış raporlardır.
Birinci ÇED Raporu sayfa 35’te belirtildiği üzere, proje kapsamında yapılması planlanan ünitelerin (pist, apron, üst yapılar vs) yapılacağı alanda hafriyat çalışmaları ile doğal ekosistem (orman alanları, 70 adet canlı yaşamı barındıran göl ve göletler, akar ve kuru dereler, tarım alanları, mera alanları) ortadan kaldırılacaktır. Böylece ünitelerin inşa edilmesiyle birlikte bu alanların doğal bitki örtüsü ve doğal özelliği ortadan kalkmış olacaktır.
Aynı paragraf, üçüncü ÇED Raporu sayfa 61’de aynı sözcükler ile yer almaktadır; ancak göl ve göletler “büyüklü küçüklü su birikintileri olarak değiştirilmiştir!
Proje alanı içinde, İstanbul ili içindeki doğal halini koruyabilmiş ender göllerden biri olan Kulakçayırı Gölü bulunmaktadır. Göçmen kuşlar açısından önemli bir yaşam alanı olan bu göl için “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” kapsamında işlem yapılması gerekliyken yönetmelik ihlal edilmiştir. Sulak alanların kirletilmemesi, doğal yapılarının ve ekolojik karakterlerinin korunması zorunludur. Her türlü arazi ve su kullanım planlamalarında, sulak alanların işlev ve değerlerinin korunması gözetilir. Sulak alanlarda su kuşları popülasyonlarının korunmasına ve arttırılmasına itina gösterilir. Ancak ilgili planlarla öngörülen mekânsal müdahale başta Kulakçayırı olmak üzere sulak alanlar için tehdit oluşturacak niteliktedir. Kulakçayırı’nın önemi ilk ÇED Raporu’nda (Sayfa 137) ve üçüncü ÇED (Sayfa 202) de belirtilmektedir.
“Havalimanı proje alanı içinde kalan Kulakçayırı Gölü hem tarihi değeri hem de ekolojik değeri bakımından bölge için önemli bir konumdadır. Kulakçayırı Gölü balık çeşitliliği bakımından da oldukça zengindir.”
Bu saptamaya karşın, proje inşaat aşamasında Kulakçayırı da dâhil bu yapay göl, gölet/gölcük suları kullanma ve sulama suyu olarak kullanılacaklar ve daha sonra hafriyat ve dolgu malzemesi ile doldurulacaktır. Dolayısıyla sulak alan vasfını yitirecektir. Bu alanlar ve yakınlarındaki sucul yaşam ve canlı yaşam yok olacaktır. Üçüncü ÇED “göl gölet/gölcük” yerine “geçici su birikintileri” demektedir. Oysa bu göletlerin çoğunda başta sazan, levrek olmak üzere balıkçılık yapılmaktadır.”
Yani, ilk ÇED raporunda 70 adet göl ve göleti, nihai ÇED raporunda su birikintisi olarak ifade ediyor olmanız, havalimanını inşa ettikten sonra göl ve göletlerin de su birikintisine dönüşmesini maalesef sağlamıyor, ne kadar gizlemeye çalışsanız da gelip ayağınıza dolanıyor.
Düşünün, üçüncü havalimanının yapıldığı 7650 hektarlık proje alanının 660 hektarı göl ve göletlerden oluşuyor, üstelik bu alanlar pist, apron gibi bölümleri de kapsıyor ve en kritik bilgi nihai ÇED raporuyla perdeleniyor. Bakın yazı bitti ama havalimanının göl ve göletler üzerinde olmasına ek olarak kuş göç yollarına, rüzgar yönlerinin doğru hesaplanmamasına, toprak kayması ve heyelanlara açık bir bölge olmasına daha giremedik.
Son bir nokta olarak şununla bitireyim. Su baskının ardından yapılan açıklamayla Atatürk Havalimanı’ndan İstanbul Havalimanı’na taşınma işleminin mart ayına sarktığı belirtildi. Ne zaman tamamlanacağı da belli değil, tarihin ucu açık.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Üçüncü havalimanı için Hazine garantisi yok. Sembolik bir rakamı ifade eden, 12 yıla mahsus 342 milyon euro dış hat yolcu geliri garanti edilmiştir” dese de Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nin (DHMİ) yolcu gelir garantisi var. DHMİ’nin havalimanının ilk yılı için 316 milyon euro, 12 yıl içinse 6.3 milyar euro garanti mevcut. Hazine garantisi ile aynı kapıya çıktı zaten, Hazine garantisi yok demek tamamen bir algı operasyonu.
Hizmet alınmayan ve ne zaman alınacağı da meçhul bir havalimanına ilk yıl için verilen garantiler ödenecek mi? Bu kadar teknik ve altyapı sorunlarına sahip bu havalimanı hiç kullanıma açılamayabilir mi? Dünyanın en büyük havalimanı hayaliyle yola çıkacakken sonu aleme ibret olsun diye sergilenen bir kibir projesine dönüşebilir mi?
Artı Gerçek