Evin holünde kopan kıyamet sesi sokağa taştığında Laz Anasının eşi dış kapıyı kapayıp eve adımını yeni atmıştı. Elden ele çekiştirilmekten yıpranan kırmızı kapaklı kitap bir Laz Anasının eline geçiyor bir ortanca oğlanın, bir de bakıyorsunuz büyük kız kapmış kitabı…
Laz Anasının eşi kopan kızılca kıyamet ortasında kitabı kim önce okuyacak kavgasının yapılmadığına adı gibi emindi. Çünkü Laz Anasının evine Kuran’dan başkaca kitap pek girmezdi. Kuran’ın ise Laz Anasının evinde böyle çekiştirilmesi olacak şey değildi. Okuldayken dahi kitap yüzü açmayan çocuklarının havada uçuşan kitabı okumak için kavgaya girişmeleri ise yapacakları en son şeydi. Laz Anası derseniz zaten okuma yazması yoktu. Öyleyse kitap neden elden ele çekiştiriliyor, bir türlü paylaşılamıyordu?
Kimin ne söylediğinin anlaşılamadığı gürültü patırtıdan, kitabın sobaya atılıp atılmaması için kavga edildiğini anlayan Laz Anasının eşi, kitabı tutmayı başardığında kavgaya da son noktayı koymuş oldu. Kitabın sol içeriğe sahip olduğunu fark eden Laz Anasının eşi, kitabın sahibini tahmin ettiği halde otoriter bir ses tonuyla kitabın kime ait olduğunu sordu. Ortanca oğlan kısık bir sesle “benim” diye yanıtladı. Eşinin otoriter ses tonundan güç alan Laz Anası ve büyük kızı haklılıklarından eminmişçesine ortanca oğlana “sen şimdi görürsün” gibilerinden kızgın bakışlar attıkları bir aralıkta Laz Anasının eşi kitabın sayfalarını ağır ağır karıştırarak bir şeyler söylemeye hazırlanmıştı. “Bu evde herkes istediği kitabı okuyabilir. Buna herkesin hakkı var, herkes okuyarak öğrenecek ve seçimini yapacak”. Ortanca oğlan başta olmak üzere hem Laz Anası hem de büyük kız holde yankılanan sesin sahibine şaşkınlıkla bakarken kulaklarına inanamadılar. Laz Anasının eşi kendisine şaşkın şaşkın bakan ortanca oğluna gözlerini dikerek “istediğin kitabı okuyabilirsin” dediğinde büyük olasılıkla ilerleyen yıllarda bu sözü söylediğine “pişman” olacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. O günden sonra Laz Anasının evinde sobanın kitap ile tutuşturulup tutuşturulmayacağı kavgası bir daha gündeme gelmedi. Soba eski gazetelerle tutuşturulacaktı ve kitaplar sobada değil kitaplıkta yerini alacaktı.
Kendisine her zaman mesafeli davrandığını sanan, zaman zaman da haksızlık ettiğini düşündüğü babasının neredeyse ilk kez kendisine hak vermesi, hatta hak vermenin ötesinde doğru bir şey yaptığını ima etmesi ortanca oğlanı oldukça şaşırtmıştı. Ortanca oğlan zaman zaman güvercin sevdalısı abisi ile sohbetlerinde dahi babasının kendisini pek sevmediğini dile getirdiğinde büyük oğlan “oğlum sen babanın her söylediğine karşılık veriyorsun, adamı resmen çıldırtıyorsun. Sonra da babam beni sevmiyor diye dert yanıyorsun” diyerek kendince küçük kardeşini teskin ediyordu. Gerçekte ise Laz Anasının eşi çocuklarını hiçbir zaman birbirinden ayırmaz, herbirini ayrı severdi. Ortanca oğlanın ergenlikle birleşen ipe sapa gelmeyen tutumları karşısında çileden çıktığı durumlar da olmuyor değildi. Bugüne kadar ders kitapları da dahil olmak üzere eline kitap almamış olan ortanca oğlanın eline nereden geçtiğinin belli olmadığı kitabı okuyup okumayacağı ev içerisinde gizliden gizliye merak konusuydu. Kitap okumak ve ortanca oğlan; ortanca oğlan ve kitap… Neresinden bakılırsa bakılsın bu ikilinin bir aradalığı Laz Anasını ve büyük kızı tedirgin etse de uzun sürecek bir birliktelik olmayacağına kanaat getirdikleri için şimdilik sükunetlerini koruyorlardı. Sonunda ev ahalisi ortanca oğlanın kitabı kısa sürede okuyup bitirmesine inanmak zorunda kaldı. İnanmak zorundaydılar, çünkü kendi gözleriyle görmüşlerdi bunu. Odasına kapanan ortanca oğlanın dışarıya çıkmamasını fırsat bilen Laz Anası ve büyük kız, ortanca oğlana çay götürme bahanesiyle odasına her girdiklerinde kitap ve ortanca oğlanın birlikteliğine şahit oluyorlardı.
Kitapların sobaya atılmayarak kitaplıkta durmasına da, ortanca oğlanın saatlerce kitap okumasına da razıydı Laz Anası. Ama öyle olmadı. Ortanca oğlan artık eve geç gelmeye, erken geldiğinde ise yeni edindiği arkadaşlarıyla odasına kapanarak saatlerce odasından çıkmamaya başlamıştı. Hem Laz Anası hem de eşinin kaygıları giderek artmıştı. Ortanca oğlana “dur” demenin vakti gelmişti, geçiyordu bile. Önce Laz Anası duruma el atarak tatlı dil ve vaatlerle sorunu çözmeye çalıştı. Laz Anası ortanca oğluna isterse kendisine kasabadan bir ev tutacağını, bununla da kalmayarak güzel bir de balıkçı teknesi alacağını söylediğinde ortanca oğlan “Nasıl bir tekne?” diye sorduysa da sonradan oralı olmadı. Laz Anasının üstelemelerine de “sen parayı bana ver ben tekneyi alırım” diyerek bu işin olmayacağını anlatmak istedi. Sonunda Laz Anası yenilgiyi kabul etmese de işi eşine bırakmak zorunda kaldı.
O gün akşam saatlerinde “ben dışarı çıkıyorum, geç gelirim” diyen ortanca oğlunun önüne dikilen Laz Anasının eşi “bir yere gitmiyorsun” diyerek ortanca oğlanı kullanılmayan misafir odasına kilitlediğinde kartlar açıkça yere serilmiş oldu.
Sabaha karşı eve girmeye cesaret edemeyen ortanca oğlan pencereden tırmanarak evin çatısında sabahı karşılamış oldu. Aslında kapatıldığı misafir odasının penceresinden dışarı fırladığında bu durum karşısında karşılaşacağı zorlukları tahmin ediyordu. Fakat ortanca oğlana göre yapılması gereken işleri vardı ve bu işler ona göre dünyanın en önemli işleriydi, bunlar yapılmalıydı. Sonrası malum. Kitapların sobayı tutuşturmak için değil okunmak için olduğu kararını evin holünde açıklayan Laz Anasının eşi artık demokrasi rüzgarları estirdiği holde, astığı astık kestiği kestikti.
Laz Anasının evinde huzursuzluk iyiden iyiye artmaktaydı. Bu huzursuzluğun tek nedeni ise ortanca oğlandı. Ortanca oğlan artık evin bulunduğu sokağa dahi uğramaz olmuştu. Hem Laz Anası hem de eşi, sorunu bu şekilde çözemeyeceklerini anlamış, ortanca oğlanı bulması için büyük oğullarını sokağa salmışlardı.
Günler sonra ortanca oğlanı karşılarına aldıklarında, kendisinin düşüncelerine saygı duyduklarını, ondan tek istediklerinin haftada bir iki gün de olsa eve uğrayarak yüzünü görmeleriydi. Ortanca oğlan bu sohbetin sonunda uzun ve zorlu bir sınavı başarıyla sonuçlandırdığının farkındaydı. Aslına bakılırsa hem Laz Anası hem de eşi ortanca oğullarının düşüncelerine gerçekten de saygı duyuyorlardı. Ortanca oğlanın kitap okuması ve eve getirdiği arkadaşlarının aklı başında çocuklar olduğunu görüyor ve tüm bunların ortanca oğlanda yarattığı olumlu değişimleri de fark etmiyor değillerdi. Ama gel gör ki, bizim ortanca oğlan sadece kitap okumak ve aklı başında arkadaşlar edinmekle sınırlı kalmamıştı.
Sabaha karşı Laz Anasının evine doluşan onlarca sivil polisin ortanca oğlanı bulmak için evin altını üstüne getirdiklerinde ortanca oğlanın yalnızca kitap okumak ve aklı başında arkadaşlar edinmekle kalmadığını Laz Anası da eşi de anlamıştı.
Laz Anası perişandı. Eşinin işlettiği restoran iflas edip geride bir ton borç bırakmıştı. Alacaklılar Laz Anasının evine gelmekten vazgeçtiğinde artık kapıyı icra memurları arşınlamaya başlamıştı. Eşyaların teker teker gözlerinin önünde kamyona yüklenmesi yetmiyormuş gibi ellerinde kalan tek geçim kaynağı olan emekli maaşlarına da el konulmuştu. Artık oturdukları evin kirasını dahi karşılayamaz hale gelince çareyi kız kardeşinin evine taşınmakta bulmuştu. Laz Anası. Sanki bütün felaketler elbirliği yapmışçasına Laz Anasının üzerine akın ediyordu. Laz Anası yoksulluğun ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Bütün bunlara katlanırdı ama ortanca oğlunun yokluğu onun belini büküyordu.
Onlarca polisin evi basmasının ardından kısa bir süre sonra ortanca oğlan yakalanarak cezaevine konmuş ve aradan yaklaşık 1 yıl geçmişti.
Laz Anasının evinde neredeyse on gündür ocağın üzerine tencere konmaz, sofra kurulmaz olmuştu. Yoksulluktan değildi. Ortanca oğlunun cezaevindeki arkadaşları ile birlikte açlık grevine başladığını duyan Laz Anası, “oğlum oralarda aç kalırken bu evde ocağın üstüne tencere konmayacak” diyerek mutfağa adımını atmaz olmuştu. Her gün saatlerce dua ediyor, oğlunun bir an önce açlık grevini bırakması için Allah’a yalvararak gözyaşı döküyordu.
Üç ay önce eşiyle birlikte görüşe gittiklerinde, tabutluklar, hücreler gibi şeyler geçmişti. Laz Anası ne demek istediklerini anlamaya çalışmak yerine görüş kabinindeki oğlunu doya doya seyre dalmıştı. Ortanca oğlan ve arkadaşlarının daha çok eşiyle konuşmalarına da içerlemiş ama belli etmemişti.
Laz Anası daha fazla evde oturamazdı. Duvarlar üstüne üstüne geliyor, eşine de nasıl bu kadar sakin kalabildiği için kızıp duruyordu.
Laz Anası sonunda icra memurlarından saklamayı başardığı televizyonu eşinin kucağına verip yok parasına ikinci el piyasasında sattırarak ortanca oğlunun görüşüne gitmek için karalara bürünüp yola koyuldu. Dokuz saat süren yol boyunca otobüs koltuğunda aklından tek bir şey geçiyordu Laz Anası’nın, ortanca oğlunu açlık grevinden vazgeçirmek. Bunu nasıl söyleyeceğini düşünüp durdu yol boyunca. Ortanca oğlunun asıl inatçı olduğunu biliyordu. Kızacaktı, tatlı dil döküp yalvaracaktı, tüm bunlar sonuç vermezse kendi canına kıyacağını söyleyecekti.
Oğlunu görüş kabininde gördüğünde düşündüğü ve söylemek istediği her şeyi unutmuşa benziyordu. Bir deri bir kemik kalan ortanca oğlan muzipçe hareketler yapıp Laz Anası’na moral vermeye çalışırken anası gözünden süzülen yaşlara hakim olamamıştı. Laz Anası evdeki televizyonu satarak ancak kendi yol parasını çıkarabildiğini ortanca oğlandan saklayarak babasının daha sonra geleceğini söyleyip oğlunu dinlemeye koyuldu. Önce kendisi konuşacaktı, kızacaktı, yalvaracaktı, canıma kıyarım diyecekti açlık grevini bırakması için. Olmadı; ortanca oğlan heyecanla konuşmaya başlamıştı bile. Dışarıdaki arkadaşlarını soruyor, evdekileri merak ediyor, “şuna selam söyle” diyor, “bundan mektup aldım” diyor… Ortanca oğlan açlık grevinin kırklı günlerinde olmasına rağmen 18 yaşın enerjisiyle anlatıyor, anlatıyor, anlatıyordu. Sonunu hep “ölürüz de dönmeyiz” ile bitiriyordu. Laz Anası ortanca oğlunu dinlerken bir yandan da düşünüyordu; daha dün annesini kaybetmeme korkusuyla eteğinin ucundan tutan çocuk şu anda karşısında konuşan ortanca oğlu muydu? Büyümüştü, büyümekle de kalmayarak ne kadar da çok şey öğrenmişti. Anlattığı şeyler doğru muydu? Doğruydu. Okur yazar olmamasına, bugüne kadar tek kitap bile okumamasına rağmen kendi yaşadıklarından biliyordu doğru olduklarını. Laz Anası “oğlum açlık grevini bırak” demekten vazgeçti.
Laz Anası cezaevinden ayrılıp otobüse bindiğinde Çukurova’ya gitmiyordu. Elindeki son parayı verdiği otobüs ortanca oğlunun arkadaşlarının ve diğer anaların toplandığı şehre doğru yol alıyordu.
Laz Anası “açlık grevinden vazgeç” demeyi bırakıp, “oğlum elimde eve dönecek kadar bir de sana yatırmaya yetecek kadar para var” diye onu rahatlatmaya çalıştı. Ortanca oğlanın ise derdi başkaydı; “Anne bana para yatırma, bu paralarla arkadaşlarımın ve diğer anaların toplandığı şehre git, orada sana yardımcı olurlar.” Laz Anası ikiletmedi. Görüşten çıkar çıkmaz eşine telefon açıp “ben eve gelmiyorum, sen de bir yerlerden para bul yanıma gel” diyerek yabancısı olduğu şehirde ortanca oğlunun verdiği adresi aramaya koyuldu.
[Sürecek]