Ali yoldaşı onu tanımayanlara anlatmak ne kadar kolay; tanıyanlara anlatmaya çalışmak ise ne beyhude bir çaba… Hem bir film karesi hızıyla geçiyor bilincimizden varlığı, hem ağır, acı, ama onurlu bir anıt gibi çöküyor içimize… Geleceğimizin emin ellerinden biri daha militan bir dal gibi kırılıyor; genç kuşaklara, komünistleşme uğraşında hiç duraksamamışların güvenini ve müjdesini incecik alnında taşıyarak…
Ali yoldaşı 2 Ocak 2002’de kaybettik. 19 Aralık saldırısından sonra başlattığımız Ölüm Orucu Direnişi 2. ekibinin gönüllülerindendi ve eylemini 265 gün sürdürdü. Onu bu vesileyle saygıyla anıyoruz; fakat asıl vurgumuz, bir tarihi komünist olarak yaşamış olmasına.
O, öğrenci gençlikte örgütlenmeye başlayışından bu yana, daima geleceğe ve yetkinleşmeye, öğrenmeye ve önderleşmeye kurulu bir ibrenin sanatçısıdır. Sadece işkence karşısında değil, sadece cezaevinde değil, hayat karşısında da direnişçidir; devrim fikrine de gönülden bağlıdır onu gerçekleştirecek işçi sınıfına da…
1995’te Alınteri gazetesinin Bursa temsilciliğini yaptığı dönemde, hiçbir işçi ilişkisini atlamaz; örgütü asıl sınıf ayağından besleme ihtiyacını derinden duyarak yeni damarlara dalar, yeni güçler yaratmaya çalışır; Ali hep böyle yapar. Bu Genç Komünar’ken de böyledir; örgütün derinliklerine yürüdüğünde, Ölüm Orucu günlerinde de…
Ali içerdedir ama içerdeyken bile firaridir… Ali ve Ali gibilerin cezaevi direnişçiliği bile farklıdır. Ufku ve mesaisi hiçbir zaman cezaeviyle sınırlı değildir. Bazıları, dışarıdaki mücadeleyi dahi cezaevi eksenli düşünür, algılar, cezaevine göre ayarlar; bazıları da vardır ki, cezaevinde bile dışardadır, zamanın kullanımından direnişin örgütlenmesine kadar her anı ve adımı dışardaki mücadelenin ihtiyaçları ve gelişimine göre kurgular, planlar, yürütür… Bergama, Buca, Kırıklar F Tip tanıktır ki, cezaevi direnişlerinin de ustası olan Ali yoldaş, bu ikincilerdendir. Tutsaklık koşullarında bile İzmir’deki güçlerimiz üzerinden kendisine ulaşan işçi ilişkileriyle mektuplaşır, onların nabzını hücrede de olsa almaya çalışır, öğrenmeye, açmazlarını anlamaya kafa yorar; yön çizen bir ses, taktik olarak ulaşır.
Öncülüğün ve neşenin, sıcaklık ve uzlaşmazlığın, tutku ve yaratıcı sorgulayıcılığın özgün örneklerinden biridir. Öncülük ettiği sayısız cezaevi direnişinde, kendi güçlerimiz dışında çekip çevirdiği, yönettiği kitle onu hem ağız dolusu gülüşü, hem aman tanımayan uzlaşmazlığıyla hatırlar. Hızlı hızlı konuşur, hızlı yaşar, hiçbir anı kaçırmamaya bakar. Önder ya da değil, bir yoldaşla konuşurken onun yüz ifadesini görmeliydiniz… İçerdi adeta; her şeyi kaydetmeye, ders çıkarmaya, kendi alanına uygulamanın kurgularına yönelirdi.
Etrafına yaşama sevinci ve pozitif elektrik yayan az insan vardır Ali yoldaşa benzeyen… Sorunlar, zorluklar, açmazlar, endişeler… onda da yok mudur? Vardır elbette, ama kaygılı ve hüzünlü gözlerle bakmaz size; beyninde evirir çevirir, çeşitli olasılık hesapları yapar ve peşpeşe öneriler getirir. Yazıklanmak, üflemek püflemek, güçlükleri ve riskleri öne çıkarmak değil, oluruna bakmak ve çözmek için yoğun bir çaba harcamaktır onunkisi… Proletaryanın davasına içten ve bilimsel bağlılığın gösterdiği bir şaşmazlıktır bu.
Örgüt bilinci, sınıf bilinci, siyasal yönü güçlü örgütçülüğü demlenmiştir 10 yılı aşkın devrimcilik savaşımında. Yaşamının odağında ise sadece, devrimi gerçekleştirip iktidar olmayı amacı kılmış örgütü; onun siyasal bir güç, maddi bir güç olması yolunda yetkinleşmesi, ‘parti rüyası’ vardır.
Parti rüyası demek, eylem adamlarının teoride de ustalaşması, pratiği teorinin kılavuzluğunda daha işlevli kılmaları anlamına gelir. Ali bunda da ısrarlıdır. Eksikliğini duyduğu her şeyi, büyük bir merak ve ilgiyle tamamlamaya hiç yüksünmeden girişir. Tezcanlıdır; fakat aynı zamanda sabırlı bir çalışkanlık sergiler. Kitaplarla boğuşa boğuşa kafasına koyduğu her konuyu mutlaka öğrenir. Teoride yetkinleşmeyi, pratiğin vazgeçilmezi sayar.
Ona “İzmir’e göreve gidiyorsun; İK üyesisin!” dendiğinde ışıl ışıl olur gözleri. İzmir’i hiç bilmezmiş, tanımazmış… umurunda bile olmaz. Kenti tanıması için kimi yanlarını anlatmaya, işini kendince kolaylaştırmaya kalkarsın; “Sen kafanı yorma yoldaş, ben hallederim” der ve gerçekten de hiçbir yardım almadan halleder. Hizipçilerin tarumar ettiği bir alanı, sıfırın altından başlayarak derler toplar.
İçinde bir yaradır; sorar sonra: “Bu hizipçiler benimle neden görüşmek istediler acaba? Bende bir boşluk görmüş olabilirler mi?” Hiçbir şeyi dert etmeyen Ali, hizipçi akrabalarının kendisini arama işini işte böyle ‘çocukça’ dert eder. Palamarı sıkı bağlamamış mıdır acaba?..
Ali yoldaş, denize koşan sular misali duraksamasız aktı geleceğimize.
Bir tarihi komünistçe yaşadıkları için daima ölümsüz sayılacak Uğur, Ali, Tuncay ve Lale yoldaşlar, ‘90’lı yılların tohumlarının filize dönmüş fidanları, partili yaşamımızın komutanlarıdır.