İZBAN grevinin altında kalanlar



Bir İZBAN grevi geçti sendikalar, sendikacılar ve kendisini “sol” olarak tanımlayan ama sıra kritik noktalarda işçinin hakkını savunmaya gelince anında patron kafasıyla düşünen sınıftan menkul solculuğun üzerinden


CHP’nin patron konumunda olduğu işyerlerinde gerçekleşen tüm grev ve işçi direnişlerinin anında “politik” olarak damgalandıklarına az tanık olmadık. Yakın örneklerinden biri Avcılar Belediyesi’nde çalışan taşeron temizlik işçilerinin aylarca süren inatçı direnişleri karşısında sergilenen tutumlar, yürütülen spekülasyonlardır. Şimdi aynı tutum İzmir kent içi toplu ulaşımın önemli ayaklarından biri olan İZBAN’da 1 aya yaklaşan grev karşısında sergileniyor.

Yarısı Ulaştırma Bakanlığı ile TCDD’nin yarısı da İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yetkisinde olan (10 kişilik yönetim kurulu 5+5 şeklinde bir dağılıma sahip) İZBAN’da işçiler ısrarla zammın çıplak (kök) ücretleri üzerinden yapılmasını belirtiyorlar. Aralarında asgari ücretin bile altında bir ücretle çalışanların olduğunu vurgulayarak, İZBAN yönetiminin AGİ, ikramiye ve diğer sosyal hakları toplayarak ortaya çıkan rakama yüzdelik zam önerdiğini söylüyorlar. Bu şekilde bir hesaplama yapılınca yüzdelik zammın oldukça astronomik göründüğünü (İBB en son yüzde 30 zam demişti) ifade eden işçiler, hesaplamanın ve yüzdenin çıplak ücret üzerinden yapılmasını ısrarla vurguluyorlar.

Yüzde 30 oranındaki zammı kabul etmiyorlar, bu şımarıklıktır” gibi saldırgan söylemlere karşı ne istediklerini tam olarak şöyle ifade ediyorlar:

Oranlar üzerinden açıklama yapmak sadece kamuoyunu yanıltmaya neden oluyor.

Biz kök maaşımız üzerinden yüzde 28 zam istiyoruz bu da en düşük maaş olan 1453 lira için 2.070 lira, en yüksek maaş olan 1890 lira için ise 2.360 lira oluyor.

Yüzde 28 net ücret zammı, Km sürüş tazminatı, vardiya tazminatı, 112 günlük ikramiye ve aile yardımı

İşçiler günlerdir neden direndiklerini kanıtlamak zorunda kalıyorlar kısacası.

Maaş bordroları didik didik ediliyor, “bilerek en fazla kesinti yapılan ay olan Kasım ayının bordrosunu asmışlar” denilerek yalancılıkla itham ediliyorlar, kendi iradeleri yok da bir üst akıl tarafından yönlendiriliyorlarmış göndermeleriyle aşağılanıyorlar…

AKP karşıtlığıyla sınırlı sığ bir politik pencereden bakarak kibirli bir aşağılamaya gidenlere karşı efendiliklerini bozmadan, sabırla meramlarını anlatmaya devam ediyorlar. Uğradıkları hakaretlere rağmen bundan taviz vermiyorlar.

Bakanlık sus pus

Demiryol-İş üyesi 343 İZBAN işçisinin yarısını AKP’li Ulaştırma Bakanlığı işe almış diğer yarısını da CHP’li belediye. İşçiler homojen bir politik eğilime sahip olmadıklarını ısrarla belirterek, “evimize götüreceğimiz ekmeğin davası bizimkisi, politik bir amacımız yok, o dediğinizi politikacılar yapar” diyorlar.

Grev bir ayını devirmek üzereyken İZBAN’ın diğer sorumlusu konumunda olan Ulaştırma Bakanlığı sessizliğini ısrarla sürdürmekte. Söylendiği gibi bu noktada politika yapmakta, İZBAN’la alakası yokmuş gibi davranarak CHP’li belediyeyle işçileri baş başa bırakmaktadır. Belirttiğimiz gibi grevi politik bir malzemeye dönüştüren bir adres varsa o da AKP’li bakanlık ve ona bağlı TCDD’dir.

Nitekim 29 gün sonra AKP cephesinden İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Nihat Zeybekçi’den, “Trafik çilesi ve ulaşım eziyeti haline dönüşen İZBAN sorunu hakkında hemşehrilerimizden gelen mesajları alıyor, her anı bizzat yaşıyoruz. Bu mağduriyetin devamına izin vermeyeceğiz. Bu çile en kısa zamanda bitecek” açıklamasının gelmesi de nasıl bir hesabın yapıldığının açık ifadesidir.

Bu noktada işçilerin söylediği gibi “politikacıların hesapları var diye işçi haklarından vaz mı geçsin?” gibi bir soru sormak önemlidir.

CHP’liler AKP yerine de kılıç sallıyorlar!

Fakat mesele de burada başlamaktadır. CHP’lilerin işçi direnişleri karşısında tüm maskelerinden soyunarak, en ön saflarda kılıç sallamayı iş edinmesinde… Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun grev karşısında yüzdelik oranlarla konuşarak son derece medyatik şovlar yapması ve grevci işçileri İzmir halkına hedef göstermesi olsa olsa sosyal demokrasinin o tarihsel karakterine uygun olabilir. Kocaoğlu bu noktada aslında AKP’li Bakanlığın avukatlığını/sözcülüğünü de yapan bir sınıf kimliğiyle konuşmaktadır.

Kocaoğlu ayrı CHP ayrı mı?

İZBAN greviyle ilgili spekülasyonların, kritiklerin bini bir para… Bunlardan biri de “Kocaoğlu aslında CHP’yi sıkıştırarak kendi kadrosundan kişilerin aday gösterilmesini sağlamaya çalışıyor” gibi CHP’yi başka bir yere, Kocaoğlu’nu başka bir yere koyan yorumdur.

Daha önce Beşiktaş ya da Avcılar belediyelerinde de aynı senaryo sözkonusu olmuş, CHP’nin bu belediyelere söz geçiremediği, bu belediyelerin aslında CHP’yi de yıpratarak kendi alanlarını genişletmeye çalıştıkları ifade edilmişti. Aynı şey şimdi Kocaoğlu için de tekrarlanıyor. CHP’nin durduğu sınıfsal yerle, Kocaoğlu’nun durduğu yerin özdeş olduğunu perdelemek anlamına gelen bu yaklaşımların sınıfsal bir nitelikten uzak olduğu açıktır.

Tüm bu hengame içinde geri kalan tek gerçek CHP’li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu, İzmir milletvekilleri ve AKP karşıtlığı dışında bir duruşa sahip olmayan elitist yaklaşımların mesele sınıf meselesi olunca nasıl bir cengaverlikle hareket ettikleridir.

Kani Beko grev düşmanlığında sınır tanımıyor

İşçinin haklı taleplerini görmek yerine AKP karşıtlığıyla sınırlı siyasal ufku kışkırtmayı tercih edenlerin emek düşmanlığıysa unutulmayacaktır.

Bunlardan özellikle bir zamanlar DİSK’in başına çöreklenmiş ve buradan kapağı CHP milletvekilliğine atarak esas maksadını hasıl etmiş CHP İzmir Milletvekili Kani Beko gibilerinin duruşunun altını kalınca çizmek gerekiyor.

Bir zamanlar DİSK’in Genel Başkanı olan Beko, İZBAN grevinin ilk günlerinde sınıfın neredeyse tek silahı olan üretimden gelen gücünü kullanmayı yani grevi mahkum etmişti. “Grev bir anlamda işsizliktir. Grevin kazananı olmaz. Grev her iki tarafın da aslında istemeyeceği bir seçenektir, dolayısıyla da uzlaşmanın bir yolu bulunmalıdır” diye konuşmuştu. Bu sözler onun ve onun gibilerinin sendikacılık anlayışının-çizgisinin özetiydi elbette. Zaten DİSK’in hal-i pür melali de bunu açıkça gösteriyordu.

Bu açık grev karşıtlığından sonra CHP’ye yaranma dürtülerini kontrol edememesinden kaynaklı olsa gerek grev ilerledikçe ve Kocaoğlu işçileri İzmir halkının hedefi haline getirdikçe o da bu koroya en üst perdeden katılarak rüştünü ispatlama tutumunu tırmandırdı. Bu sefer de “greve gidilmesinin nedeni politiktir” diyerek, işçi sınıfına patronlar cephesinden bir tokat daha indirmeye kalkıştı.

Yaptığı açıklamalarda kendisiyle çelişme pahasına yaptı bunu… Bir taraftan işçilerin çok afaki talepleri olmadığını bildiğini (sanki taleplerin afaki olup olmadığını belirleyecek bir hakemmiş gibi!), yarısının yoksulluk sınırında yaşadıklarını, grevden önce dosyalar hazırlayarak Ulaştırma Bakanı’yla görüşüp, İZBAN’la günde 500 bine yakın insanın taşındığını, eğer grev başlarsa ulaşımın felç olabileceğini ilettiğini, işçilerin sendikal ve sosyal haklarının derhal verilmesi gerektiğini belirttiğini , Bakan’ın da kendisine derhal toplu sözleşme imzalanıp, sorun çözülsün dediğini belirtti.

İşçilere sonuna kadar hak veren Beko hemen ardından, “Ancak bugüne kadar ses seda çıkmadı” diyerek sözümona Bakanlığı hedefe çakarken, alttan da greve yumruk sallamaktan geri durmayarak,  “Greve gidilmesinin asıl nedeni yerel seçim öncesi İzmir’de ulaşımın felç olması ve Büyükşehirin beceriksizlikle suçlanmasıdır, yani politiktir” demektedir. Kelimenin gerçek anlamıyla bel kemiksiz ve bir o kadar da sinsi bir vuruş bu.

Sorunun asıl sorumlusunun Ulaştırma Bakanlığı’nın, AKP olduğunu söyleyen Beko, “Yeni teklifler gündemde. Biz pek çok adım attık ama amaç farklı olunca bir yere kadar. İşçi kardeşlerimin sosyal ve sendikal hakları kazanması tabi ki en büyük isteğimiz bundan kimsenin şüphesi olmasın. Biz daha fazla kimse mağduriyet yaşamadan bir an önce iş barışının sağlanmasını istiyoruz” dedi. Aynı sinsiliği sürdürüyor kısacası.

Bugüne kadar Kocaoğlu’nun yüzdelik üzerinden yaptığı tekliflere Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’nin nasıl bir yanıt verdiğini bilmiyoruz. Kocaoğlu da bu konuda hiçbir açıklama yapmadı. Fakat CHP’nin avukatlığını yapan sendikacı eskisi Beko, sanki kendileri yüksek teklifler vermişler ama Bakanlık kabul etmemiş, etmemiş ki grev sürsün gibi bir tablo çiziyor. Açıktan işçileri hedefe çakmaya cesaret edemeyerek ne yardan ne serden vazgeçemeyen bu adam özünde işçiler yüzde 30’u kabul etmiyor çünkü CHP’yi zor durumda bırakmak istiyorlar demek istiyor. Bir araba laf kalabalığının arkasına sakladığı gerçek meramı budur.

İşçinin taleplerine “afaki” gibi değerlendirmelerle hakemlik yapmaya kalkışan, yerden göğe kadar haklılar diyen, ardından da “ama…” ile devam eden Beko’nun bu bel kemiksiz-riyakar yaklaşımı aslında DİSK’in tepesine çöreklenmiş anlayışın da kısa özetidir. İki cami arasında beynamaz olmanın yarattığı bu belkemiksizlik özünde işçi sınıfına yabancılaşmanın somut ifadesidir.

Kocaoğlu’nun bu noktada Beko’dan daha dürüst olduğunu söylemeliyiz. En azından onun gibi bir araba laf edip, işçi düşmanlığını o laf kalabalığının arkasına gizlemeye çalışmadı. Ulaştırma Bakanlığı’na top atmak yerine doğrudan işçileri ve sendikayı hedefleyerek şöyle demişti 2 Ocak’taki açıklamalarında:

Bugün Metro A.Ş.’ye giderek işçilerimiz ve sendikacılarla görüştüm. Metro için yüzde 25, İZBAN için de ortağımız TCDD’ye götüreceğim yüzde 30 zam teklifimiz maalesef kabul görmedi.

 

Verilebilecek en iyi rakamları önermemize rağmen ısrarla olumsuz cevap alıyoruz. Maalesef bir dayatma ile karşı karşıyayız.

 

Grev haktır ama bunu sadece İzmir’de yapmak, aklımıza farklı senaryolar getiriyor.

Tüm bu tablo içinde işçi sendikası DİSK yöneticileri de İzmir’e adım atar atmaz işçilerin yanına gitmeye tenezzül etmeyip, Kocaoğlu’nu ziyaret ederek Beko’yla aynı noktada durduklarını kanıtladılar. DİSK’in bugünkü halinin nedenlerini özetlercesine…

Kısacası bir İZBAN grevi geçti sendikalar, sendikacılar ve kendisini “sol” olarak tanımlayan ama sıra kritik noktalarda işçinin hakkını savunmaya gelince “orda dur, o iş öyle değil” diye çemkiren kendinden menkul solculuk üzerinden. AKP karşıtlığı ve gizli CHP severliğin nasıl bir perişanlık olduğunu gösterircesine…

Ayrıca Kontrol Et

Bağımsız Maden-İş’ten Koç Holding ve Sendikalara Çağrı

Bağımsız Maden-İş, Fernas Madenciliğin Sahibi Ferhat Nasıroğlu’yla ortaklığı bulunan Koç Holding’i sorumluluk almaya, sendikaları Fernas işçileriyle dayanışmaya ve 14 Ekim’de Koç Holding önünde olmaya çağırdı