Kenevir ve bazı şeyler…



Erdoğan, yeni yıkımları, talan ve soygunları işçi ve emekçileri kenevirle “uyutarak” yutturabileceğini sanmanın güveniyle her türlü saçmalığı hem de süzme gereği duymadan söze döktü


Bugünlerde AKP cenahından ardı ardına gelen açıklamalar takdire şayan bir yaratıcılığı ifade ediyor. Hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olan hem de yasal mevzuata aykırı olarak Meclis Başkanlığı görevinden istifa etmeyen Binali Yıldırım bu duruma dair tüm tartışmaları tek bir cümleyle bitirdi. Tartışmanın Anayasa’nın 94. Maddesi üzerinden yapıldığını, bu maddenin esasında siyasi faaliyetler yapılır mı, yapılmaz mı tartışması olduğunu belirttikten hemen sonra, “Bizim yaptığımız bir siyasi faaliyet yok. Seçim bir siyasi faaliyet değildir” diye lafını gediğe koydu!

Mevcut siyasi iktidarın yasalarla, mevzuatlarla istedikleri gibi oynamasına alışmıştık. Her şey bir KHK’ya bakıyordu şimdiye kadar. Fakat Yıldırım bunu “söyledim oldu” yeniliğini katarak birkaç tık iler taşıdı. En azından bir HKH çıkarma zahmeti bile göstermeyerek de bundan kelli böyle bir faza geçildiğini ilan etmiş oldu.

Yıldırım’a göre olan çok basitti. Mesela “ya Meclis Başkanı bağımsız olsaydı o zaman da mı böyle yorumlanacaktı?” diye sorarak mevcut duruma Bilal’in bile anlayacağı bir netlikte açıklık getirmiş oldu. Bundan böyle seçimin siyasi bir faaliyet olmadığı tespitinin ders kitaplarına da geçeceğinden eminiz!

Binali Yıldırım’ın bu şahane yorumlarının arkasından AKP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Konya Milletvekili Leyla Şahin Usta’dan da “Türkiye’de insan hakları ihlalleri olduğunu söylemek aslında abesle iştigaldir. Sonuçta hukuk ve kanunlar herkes için geçerlidir. Türkiye bir hukuk devletidir” yorumu geldi. Usta, eleştirenleri hedefe çakarak, “İnsan hakları ihlali denilince aslında somut bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar” diye ekledi. Çok uzağa gitmeye gerek yok, sadece onun Türkiye’yi “insan hakları” konusunda asrın en ileri ülkesi olduğunu ilan ettiği anların hemen öncesinde Ankara’da polis, üyelerinin gözaltına alınmasına ilişkin basın açıklaması yapan HDP milletvekillerine gazla saldırıyordu.

Usta, AKP cenahının ve genel olarak burjuva devletlerin özelde de bu devletlerin faşist biçimlerinin hukukun en hafif ifadeyle her türlü kötülüğün üstünü örten o sihirli şalına sarılıyordu. “Her şey hukuka uygunsa sorun yok” burjuva yaklaşımını en çiğ, en yavan ve pişkin biçimde dile getiriyordu. Dedikleri gibi her şey kendilerinin yarattıkları hukuka, kitaba uygun bir şekilde yapılıp ediliyor. Gerçi Binali Yıldırım buna “söyledim oldu” gibi daha geniş bir eksen kazandırdı ama… O hukukun kendilerinin istedikleri anda çıkarları neyi gerektiriyorsa ekleyip çıkardıkları bir yaz boz tahtasından farkı olmadığınıysa hepimiz biliyoruz.

Fakat pişkin söylemler, karayı ak, akı kara yapmak konusunda hiçbiri Tayyip Erdoğan’ın eline su dökemez.

Erdoğan bir seçim arifesinde daha tarihe kazınacak söylemlerle karşımızda. Plastik poşetten girip kenevir ekiminden çıkan, tank palet fabrikasının, kendi aşığı olan Ethem Sancak’a peşkeş çekilmesini “sadece işletmesini devrediyoruz” diyerek yutturmaktan kültür sanat konusundaki “iç yarasına” kadar hemen her alanda söz söyledi.

Şamdan girip Halep’ten çıkan Erdoğan, sanki kendisi maden ve müteahhit patronlarının özel temsilcisi değilmiş ve bütün ormanları-suları-doğal zenginlik ve tarihi dokuyu onlarla kafa kafaya vererek yağmalamamışlar gibi, bir kez daha emekçilerin aklıyla dalga geçerek “Bu kapitalizm nelere muktedir; Orman morman ne varsa kesip atıyor, doğa ne olmuş umrunda değil!” cümlesini kurabildi, her zamanki pişkinliğiyle.

Toprağa-ormana yakın olmaktan, plastiğin doğaya verdiği zarardan dem vuran Erdoğan, bu doğaseverliğini kenevir ekimine methiyeler dizerek sürdürdü. Kenevirden yapılan fanilanın daha çok ter emmesinden, annesinin ördüğü kenevir filelerden ve başka yararlarından bahsederek lafı “kenevir ekimine başlıyoruz”a bağladı.

Hayvancılık ve tarımda kendi dönemlerinde nasıl bir tasfiyenin yaşandığı ve en temel gıda ürünlerinde bile dışa bağımlı olmayı nasıl başardıklarını hokus bokusla geçiştiren Erdoğan, kenevirde dışa bağımlı olmaktan, lobicilerden, tuzaklardan bahsederek, işçi ve emekçilere Türkiye’yi kenevir ekimiyle kalkındıracağı umudu bahşetti!

Bir seçim arifesinde verebileceği somut bir umut yok ki bula bula keneviri buldu. Ha bir de kültür-sanat cephesinde iktidar olamamanın sızısını paylaştı. Elbette bunu aynı zamanda muhafazakar kesimlerin bam eline basacak kimi yaşam tarzı, kültür-sanat tartışmalarıyla birleştirmeyi ihmal etmedi.

Havuz medya da dört bir koldan kenevire övgüler dizmeye, yararlarını sıralamaya başladı. Kenevir oldukça kullanışlı bir araçtı nitekim. Hem ekonomik kalkınmayı ve köylülüğün gönlünü fethetmeyi hem emperyalizm ve tekellere karşı Donkişot’ça dövüşmeyi (!) hem doğa ve çevre severliği temsil ediyordu (!) ne de olsa!

Bu arada Suriye ve özelde de Rojava’da döndürdükleri kirli fırıldakları siyasete tahvil etmeyi de ihmal etmedi. Her zamanki gibi tutunduğu tarihsel gericilik birikimi ipiyle “askerlerimiz girdi, girecek” tamtamları çalarak kendisini de ajite edecek bir savaş cambazlığı sergiledi.

Her zalimlikten mağduriyet çıkarmayı becerebilen bir pişkinliğin temsilcisi olan AKP cenahı ve özelde de Erdoğan’ın nutukları, bu ekonomik kriz koşullarında yapılacak seçimlerin nasıl bir stratejiyle yürütüleceğini olduğu kadar aynı zamanda hangi tıkanma ve daralma koşullarında gerçekleştiğini gösteriyor. O bu nutuklarında en zayıf halka olan ekonominin kendi kemikleşmiş tabanı da dahil tüm bir toplumu sarsan yıkıcı etkisinin siyasi faturasını, yine o tabanının manipülasyona açık niteliğini tepe tepe kullanarak aşabileceğini sandığını hissettirmekten de kaçınmadı.

Kısacası yeni yıkımları, talan ve soygunları işçi ve emekçilere kenevirle “uyutarak” yutturabileceğini sanmanın güveniyle her türlü saçmalığı hem de süzme gereği bile duymadan söze döktü. Fakat saçmalıklar ulaştıkça alanın da ne kadar daraldığını göstermek dışında bir sonuca ulaşmadı. Elbette ki bu şimdilik geniş bir toplumsal kesim açısından böyle değil. Ama en zayıf halka ekonomi olmuşsa bin dereden su getirilse de iki yakalarının bir araya gelmesi siyaseten mümkün gözükmüyor. Bu olasılığın gerçeğe dönüşmesiyse toplumun tüm kesimlerinin önüne sahici ve aynı zamanda esinleyici projeler koymaktan, her tepki patlamasının yanında ve bir adım ilerisinde olmaktan, potansiyelleri açığa çıkaracak yoğunlaşmış bir çalışmadan geçiyor.

Ayrıca Kontrol Et

Barınak = Ölüm Kampına Karşı Mücadeleyi Yükselteceğiz!

Barınakta görevli olanları araştırın, çoğu sürgün edilmiştir. Barınaklar onlar için verilecek en büyük ceza olarak görülmüş, barınağa cezalandırılmak için gönderilmişlerdir. Mesela bir barınak görevlisi elektrik mühendisi olduğunu ancak görevli olduğu barınağa sürgün olarak gönderildiğini söylüyor