Altındağ Mobilyacılar Sitesi, Ankara’nin hatta Türkiye’nin en köklü, en büyük imalathanesi. Burada devletin yetkili kurumları hiçbir zaman görevlerini yerine getirmemiş. 50 yıldan uzun süredir imalata devam eden Mobilyacılar Sitesi’ndeki binaların hiç birinde yangın merdiveni bulunmuyor. Daha bir kaç gün önce koltuk imalatı yapan bir fabrikada çıkan yangında ilk önce beş Suriyeli daha sonra öğrendiğimize göre bir de Türk olmak üzere altı işçi yangında hayatını kaybetti.
Mobilyacılar Sitesi’ne gidip görüştüğümüz kişiler ve esnafın anlatımlarından burada adeta “saldım çayıra, Mevla’m kayıra” halinin sözkonusu olduğunu bir kez daha anlıyoruz:
50 yıldır burada iş yapıyoruz. Buradaki imalathanelerin çoğunluğu kira, mal sahibi olan çok az. Bizler kiraladığımızdan beri buralar hiç değişmedi. Hiç kimse denetime gelmez. Kiralayan kişi her hangi bir değişikliğe ihtiyacı olsa, bunu mal sahibine söylese, mal sahibi izin vermez. Aldığı kirayı bilir. Hem binaların çoğu yangın merdiveni yaptırmak için uygun alanı yoktur. Üstelik hadi diyelim yangın merdiveni yaptırdın, bizim insanımız orayı boş bırakmaz. ‘Her zaman yangın mı çıkar!’ der ve mutlaka oraya malzeme koyar ya da bir şekilde kullanır. Üstelik buralarda hırsızlık almış başını gitmiş. Yangın merdiveni yaptırsan bile kapısını kilitli tutmak zorunda kalırsın. Yoksa gece hırsızlık olur, bunu birçok kere yaşadık.
Bazı imalathanelerin dışına asansör yaptırılmış, yük indirip-çıkarmak için; ama çalışanların kullanması yasak. Ve yük indirip-çıkarmak gerekmediği sürece asansörün bina girişi kilitli tutuluyor. Esnaflardan birisi bina dışındaki asansöre ruhsat almak için belediyeye gittiğini, ancak ruhsat alamadığını söylüyor. “Binanın içine yap dediler” diyor. Bina içine yapmak içinse, mal sahibinin izin vermediğini anlatıyor.
Yangında ölen Suriyeli işçileri tanıyıp tanımadıklarını sorduğumuzda ise tanımadıklarını, “Ama hepimiz insanız altı aile mahvoldu, ocaklarına ateş düştü, çok üzüldük” diyorlar.
“Buralarda hep Suriyeli işçiler mi çalıştırılıyor?” diye sorduğumuzda çoğunluğunun Suriyeli olduğunu belirtiyorlar. “Neden?” dediğimizdeyse, “Ucuza çalışıyorlar, sigorta istemiyorlar” diye vurguluyorlar.
“Üstelik sigorta da isteyemezler ki! Oturum izinleri yoktur çoğunun. Sonuçta onlar da insan. Bizler iş vermezsek yarın bir gün hırsızlık yaparlar. İnsan aç kalınca ne yapacak, ya çalar ya çırpar. O nedenle iş veriyoruz” diyor. Daha çok kabala iş verildiğini anlatıyorlar. Yani fason, parça başı iş… Yani işin çokluğuna göre işçi çalışır. Fason ya da parça başı iş yapan yerler sigorta yapmazlar. Devamlı eleman değildirler” şeklinde devam ediyorlar.
Bir başka esnaf bir zamanlar buradaki imalathanelerin Bursa’ya mal gönderdiklerini belirterek, “O zaman Bursa’ya mal gönderiyorlardı, şimdi Bursa’dan buraya getiriyorlar. Burada kalifiye, usta eleman bulmak çok zor… Devlet sana işçiyi işe aldığında sigorta yapmadan bir deneme süresi vermiş. Sen de işe alacağın işçiye ‘deneme süresinin sonunda sigorta yaparım’ diyorsun, kabul etmiyor. Dolayısıyla kendi yanında güvenebileceğin bir usta bulmak zor… Ya akraban olacak ya da kendi ailenden biri. Zaten buradaki atölyelerde en fazla bir ya da iki Türk çalışan vardır, gerisi hep Suriyelidir. Genelde de fason iş yapılır.“ bilgisini aktarıyorlar.
“Çalışma Bakanlığı’ndan falan bu atölyeleri denetlemeye gelen olmaz mı hiç?” diyoruz. Soruyu sorduğumuz esnaf gülerek, “gelir gelmez mi hiç” diyor. “Ama sadece seçim zamanlarında ve bir olay olduğunda gelir. Seçim zamanlarında gelir buraları kazar, kanalları söker söker yeniden yaparlar. Bizim paramızla boş yere masraf yapıp propaganda yaparlar, bizden oy isterler.
Ha bir de işte böyle yangın falan olduğunda, insanlar öldüğünde gelirler, açıklama yaparlar, araştırırlar; o kadar. Esnafın işyeri mutlaka sigortalıdır, zararını oradan karşılar; ama olan ölen işçilere ve ailelerine oluyor.” sözleriyle buradaki kuralsızlığı açıkça ortaya koyuyor.
Bir başka esnaf ise çöp konteynerlerini gösteriyor. Neredeyse hurdası çıkmış, ağzı açık iki adet çöp konteynerine bakarak, “Buraya sitenin çöpü atılıyor. Burası açık bir alan imalat artıklarından kalan, sobada kullanılamayacak kauçuk artıkları falan bazen yığılıp dağ gibi olur. Buradan geçen her hangi biri sigarasını söndürmeden atsa yangın çıkar. Bu konu için kaç defa gidildi belediyeye ama hiç bir çözüm getirmediler” nasıl bir vurdumduymazlığın sözkonusu olduğunu anlatmak istiyor.
Yeniden yangının çıktığı, daha doğrusu etraftan fark edildiği saatlere, dakikalara dönerek, biraz anlatmalarını istiyoruz. Hala o anki heyecan ve öfkeyi yaşayan esnaf, “bak bacım” diyor “Bak bir sigara içimlik kadar uzaklıkta itfaiye, isterseniz deneyin bir sigara yakın bitene kadar itfaiyeye gidersiniz. Normalde itfaiye günde iki üç kez buralarda dolaşır. Tesadüf müdür nedir o gün hiç dolaşmadılar. Yangını fark ettiğimizde itfaiyeyi aradık yarım saatte gelmediler. Gelen itfaiye aracının merdiveni kısa binanın çatısını yetişmiyor. Yangını söndürmek için kullandığı suyun tazyiki az. Kauçuk öyle bir illettir ki için için yanar, havayı zehirler, o havayı soluyan kurtulamaz. Bu altı işçinin ölümünde bence itfaiyenin geç gelmesinin de etkisi oldu” diye hayıflanarak, “Belki bir kaç kişi daha kurtarılabilirdi” diyor.
“Yangından kurtulan beş kişi ise kendilerini çatıya kadar çıkarabilenlerdi. Onlar belki oraya kadar çıkamasaydılar kurtulamayacaklardı” derken başka bir tarafa, tam da yangın çıkan atölyenin karşı çaprazında simsiyah olan binaya bakarak, “Buralarda yangınlar ilk defa olmuyor” baktığı binayı işaret ederek “İki sene önce de orası yandı. Allahtan orada yangın çıktığında kimse yoktu” diye ekliyor.
İki sene önce yanan bina ve bir kaç gün önce yangın çıkan ve altı işçinin ölümüne sebep olan atölye bir birine ayna tutuyordu sanki. Fakat bunu ne fark eden var, ne de düşünen… Yangının ertesi günü için anlatılanlarsa gerçekten içler acısı. Alışmışlığın, vurdumduymazlığın iliklerimize kadar sindiğini gösteriyor adeta.
Yangından sonraki sabahı sorduğumuzda, “N’apacagız işimize gücümüze baktık” diye söylüyorlar. “Altı işçi yangında öldü bu sizi etkilemedi mi?” sorumuza ise “Üzüldük. Ama yapabileceğimiz bir şey yok ki!” karşılığını aldık. “Tanımayız, bilmeyiz ki… Tanısan ne olacak? Olan olmuş yerine gelir mi, gelmez. Olan ailelerine oldu” sözleriyle tepkilerini ifade ediyorlar.
Bundan sonra ne yapabiliriz, bu tür faciaların önüne nasıl geçeriz gibi bir gündemi yok hiçbirisinin…
Ankara Alınteri