Mustafa Suphi ve TKP



Mustafa Suphi ve on beş yoldaşı 28-29 Ocak 1921’de Kemalist burjuvazinin cellatları tarafından katledildi


Ne hapis ne zindan ne kan ne ateş halkı durduramaz. Ulusal kurtuluş ve demokrasi hareketini durduramaz.”

TKP’nin kurucusu, enternasyonalist önder Mustafa Suphi‘nin, komünist olduğu andan itibaren mücadeleci yaşamına yol göstermiş olan bu inanç, Karadeniz’in dalgalarıyla da boğulamadı. Bu yalın gerçek, Türkiye proletaryası ve emekçi halkının deneyimlerinde yüzlerce kez doğrulandı.

Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Hilmioğlu Hakkı, Nazım İbrahim, Topçu İsmail Hakkı, MK ajitatörleri Maksut Bahattin, Hayrettin‘in içinde olduğu toplam on beş komünist 28-29 Ocak 1921‘de Sovyetler’den Türkiye’ye gelmek için yaptıkları yolculukta Kemalist burjuvazinin cellatları tarafından katledildiler. Tarihçi M. C. Kutay‘ın sözleriyle: ”Onları Ankara’ya sokmamak, Yunan’ı denize dökmek kadar önemliydi.”

Mustafa Suphi ve yoldaşlarını bir an önce Türkiye’ye dönmeye iten amaç, ulusal kurtuluş devrimini sosyal bir devrimle taçlandırmaktı. O, mücadeleyi örgütlemek için yurda gelme ve kavganın ateşinde devrimi derinleştirme görevinin omuzlarında olduğunu hissediyordu. “…M. Suphi, Türkiye’den gelen herkesle görüşmek, onlarla uzun uzun konuşmak için her olanaktan yararlanıyordu. Onlarla konuşurken M. Suphi kendini adeta yurdunda, halkının yanında görüyordu.” (Mete Tunçay, Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler, sf. 49)

1915 yılında, henüz genç bir devrimciyken Bolşevik Parti’ye üye oldu. Sovyetler’de Doğu halkları içinde, özellikle de Türklerin bulunduğu yerlerde Stalin yoldaşın direktifiyle ajitasyon ve örgütlenme çalışmalarına önderlik etti. İç savaş sırasında Denikin ve Petliyura çetelerine karşı çarpışan efsanevi 12. Ordu‘ya katıldı. Çeşitli halklardan oluşan Kızılordu savaşçılarının enternasyonalist dayanışması onda, “Rus devrimcilerinin en güç koşullarda bile amaçlarına varacakları” (M. Suphi ve yoldaşları, sf.150) inancını yerleştirdi.

Yabancı ülkelerden gelen komünistler dünyanın bu ilk sosyalist devletinin ayakta kalabilmesi için öyle büyük yiğitlik ve fedakarlık gösteriyorlardı ki, “…içlerinde yaşlılar da olmak üzere, elde silah, Kızılordu’yla birlikte yürüdüklerini, savaşçılarla aynı kazandan yediklerini ve nerede tehlike büyükse oraya atılmaya hazır olduklarını”(aynı yerde) yazıyordu M. Suphi mektuplarında.

M. Suphi bu arada Türkiye’ye dönmeye hazırlanıyordu. Türkiye devriminin sınırlı ve cılız bir antiemperyalizmle sınırlanmaya çalışıldığı ortadaydı. 1920 Nisan’ında kurulan burjuva toprak ağaları hükümeti bunun göstergesiydi. “Bugün Avrupa ve İstanbul’un satılık ajanlarıyla eşit olmayan bir savaşta kanlarını akıtan işçi, köylü ve asker yoldaşlarımız, bu kardeşi kardeşe kırdıran savaştan sonra yeni egemenliğin yine eski kan içicilerin, melun paşaların ve ağaların eline geçmesinden memnun olacaklar mı? Yine haksız, hukuksuz kalmayı isteyecekleri mi? Şüphesiz ki, hayır… Yeni egemenlik, aşağıdan, hayatın içlerinden, dövüşen emekçi halkın katılmasıyla kurulmalıdır. Böyle bir egemenlik ancak kararlı bir mücadeleyle yaratılabilir, ancak böyle bir halk egemenliği, zalimlere karşı savaşta başarı kazanabilir.” (M. Suphi ve yoldaşları, sf. 152 abç) diye yazıyordu 1920’lerde çıkardığı Yeni Dünya dergisinde.

TKP’nin kuruluş niteliğindeki kongresi, 10 Eylül 1920‘de Bakü’de toplandı. Bu kongreye 15 örgütten 75 delege katıldı. Delegelerin elli biri İstanbul, Ankara, İnebolu, Zonguldak, Ereğli, Samsun, Trabzon, Rize, Erzurum, Eşkişehir ve Konya örgütlerindendi. Yirmi dördü ise yurtdışındaki politik göçmenlerden oluşuyordu. Bu tablo, TKP’nin daha kurulurken hiç de yabana atılmayacak bir güce sahip olduğunu gösterir.

Birinci Kongre, TKP’nin ilk programını hazırladı ve onayladı. M. Suphi, Kongre’nin kapanış konuşmasında şunları söylüyordu: “Teşkilat dönemlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye komünistleri, bu kongreden teşkilatlı ve birleşmiş bir parti olarak çıkmakla, yeni bir yaşam dönemine ayak basıyorlar. Partinin önünde duran birinci görev, bundan sonra memleketimiz işçi ve rençberleri arasında fikrimizi kuvvetle ve hızla yayarak, halkın kaderini kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır… Memleketimizin her türlü dereceden sınıf uzlaşmalarının ve yalanlarının ortaya döküldüğü böyle bir dönemde, böyle bir buhran döneminde halkın kaderini kendi eline alarak iş görmesi bir zaruret haline giriyor. Bu işte doğru yolu gösterme görevi, Komünist Partisi’nin üzerine düşmektedir. Komünist Partisi için memlekete musallat olan düşmanları kovmak nasıl bir görev ise, içte halkın sırtından geçinen yağmacı ve asalak sınıfları da hazır yiyicilik halinden çıkarıp, yumruk altında çalıştırmak da o derece esaslı bir görevdir (Mete Tunçay, Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler, sf. 140 abç).

Bu mücadeleyi yurtta sürdürmeyi görev bilen M. Suphi ve yoldaşlarının dönüş isteklerindeki soyluluk, Kemalist burjuvazinin sömürücü sınıflara özgü hile, ikiyüzlülük ve alçaklıklarıyla taban tabana zıttır. İki sınıfın ahlaki özellikleri çok net bir biçimde gözler önüne serilir M. Suphi ve yoldaşlarının katledilişinde.

Onbeşler”in kavganın göbeğine dalma tutkusu, onları yeterince ihtiyatlı davranmamaya sürükledi. Kemalist burjuvazinin sömürücü, kalleş ve azılı anti komünist karakterinin tümüyle farkında olmadıkları da söylenemez. Fakat, onun verdiği talimatlarda ve o sıralar kendisine destek olan Sovyetler Birliği’ne karşı dostluk görevlerindeki riyakarlığın tümüyle farkında oldukları da söylenemez. Bu acı sonuç, aynı zamanda kuruluş dönemindeki bir örgütlenmenin komuta kademesinin belirleyici rolünün ve korunmasının önemini de vurgulayan tarihsel bir deneyimdir.

TKP’nin bir siyasi hareket olarak bundan sonraki tarihi revizyonizme evrilişin ve ardından ihanetin doruklarına tırmanışın tarihidir. Bolşevik önderlerinin katlinden sonra, 2. Kongre’sinden başlayarak, operasyonlar, tutuklanmalar, bölünmeler, merkezi düzeyde çözülme ve döneklik, mültecilik ve tasfiyecilik partiyi karakterize eder. Pekçok işçinin, emekçinin, aydının çilekeş ve azimli mücadelesi, Kemalizm kuyrukçusu Şefik Hüsnü’den başlayarak revizyonist ihanete saplanan TKP’nin sözde önderlerince heba edilmiştir. TKP, sözde illegal, ama düşman saldırılarına açık, legal, gevşek yapısıyla, neredeyse her yıl bir “komünist avı”na hedef olmaktan kurtulamamıştır.

TKP’nin revizyonizme evrilişinde ve açık tasfiyeci bir parti haline gelmesinde, Şefik Hüsnü‘nün özel bir rolü vardır. Şefik Hüsnü bir dönüm noktasıdır. Kemalist burjuvazinin kuyrukçusu, en pespaye revizyonist tezlerin teorileştirilmesi onun döneminde başlamış, Kemalizm şakşakçısı bir pratik sergilenmiştir. Doğu Perinçek gibi tescilli karşı devrimcilerin kendilerini Şefik Hüsnü’nün mirasçıları ilan etmeleri rastlantısal değildir.

Şefik Hüsnü oportünizminin Kemalist burjuvaziye yaklaşımı, kendi sınıfsal misyonunu unutmak, iktidar hedefli bir örgütlenme ve çalışma tarzı yerine iktidardaki burjuvaziden bir şeyler “istemek”, “temenni”lerde bulunmak, onu “taviz” vermeye zorlamak, sınırlarını kırıntılara ve icazete dayandırmak olmuştur. Sınıf işbirlikçisi bu siyaset, proletaryanın kendi bağımsız örgütlenmesini yaratarak onun önderliğini ele geçirme çabasını bir yana bırakarak, siyasal ve sosyal devrimi burjuvazinin insafına terk etmekte somutlanır.

Bütün bu yıllar boyunca, mücadeleyi cılız bir antiemperyalizm zemininde tutmaya çalışan Kemalistlere asla haketmedikleri bir güven besleyen Şefik Hüsnü, 1924’lere kadar, onların sosyal devrime de başlayabilecekleri umudu ve beklentisi içindedir. “…şimdiye kadar yerli hanedan hükümetleri bu mücadelede daima kapitalistlerin -yani ulus düşmanlarının- tarafına geçmiştir… Bundan sonra iktidar gücünü ulusal egemenlikten alan halk hükümeti emeğin -yani ulusun- tarafına geçmeli ve bir iş ve işçi hükümeti olmalıdır.” (Şefik Hüsnü, Seçme Yazılar, sf. 177 abç) “Emeğin tarafına geçen işçi hükümeti” burjuvaziden istenmektedir. Bu sırada “umut etmek” ve “destekleyicilik” görevi de proletaryaya düşer.

Daha sonraki dönemde Kemalistler, “emperyalizme karşı oldukları”, “feodalizmi tasfiye ettikleri”, burjuva devrimi tamamlayarak sosyalist devrime geçişin “yolunu düzleyecekleri” için desteklenir. Şefik Hüsnü’de demokratik ve sosyalist devrimin kesintisizliği, devrimin sürdürülmesi ve korunmasında proletaryanın belirleyici rolü üzerinde hiç durulmaz. Sanki proletaryanın devrim yapmak gibi bir sorunu yoktur. “Geçmişin tutsağı olmaktan bizi kurtarmak ve çağdaş ihtiyaçlarla uyuşmayan yönetim kurumlarını silip süpürme işini Cumhuriyet hükümeti yerine getirmiş bulunuyor.” Burjuvazi etrafı silip süpürmüştür, işçi sınıfına da “… Cumhuriyet hükümetini ileri atılmaya teşvik etmek ve zorlamak” (aynı yerde, sf. 220) kalmıştır. “Ulusal ve sosyal çabaları ortak ve belirli bir amaca” yönelterek kapitalizmin geliştirilmesi, bu sayede sosyalizme yönelme, 1932’lerden sonra onun burjuvaziye önerdiği yoldur. Kuşkusuz bu “amaca” ancak “devletin yöneltmesi”yle varırabilir.

Daha da ileri gider ve burjuvaziye akıl öğretir: “Tekel,.. en pratiği, en etkilisidir.” (sf. 262) Kürt ulusal sorunu söz konusu olduğunda, Şefik Hüsnü oportünizminin Kemalizm yardakçılığı, Kürt katliamlarının desteklenmesi boyutlarını alır. Şeyh Sait İsyanı ve ardından geliştirilen Kürt kıyımları, tenkil ve tedip politikaları “feodalizmin tasfiyesi” olarak görülür ve alkışlanır. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında Şefik Hüsnü, burjuvazinin Nazizm yanlısı Saracoğlu kanadına karşı Amerikan ve İngiliz emperyalizminin ülkedeki işbirlikçilerini, desteklenecek ve dayanacak bir güç olarak görür. Emperyalizme demokrasi misyonu biçer, bir emperyaliste karşı diğerine dayanılmasını teorileştirir.

Şefik Hüsnü’nün açtığı yol, ardından gelenlerce izlenir ve derinleştilir. 1932 Tevkifatı’ndan arandığı için onun yurtdışında bulunduğu sırada MK Birinci Sekreterliği görevini üstlenen Zeki Baştımar, 1936‘da Komintern’e sunduğu raporda, partinin düpedüz tasfiye edildiği gerçeğini şu satırlarla ele verir: “…parti kendine yeni bir arayış yolu tayin etti. O zamanki İsmet İnönü Hükümeti’nin, memleketin milli bağımsızlığına, sosyal gelişmesine hizmet eden, memleketin ve halkın yararına olan bütün icratında aktif olarak desteklenmesine karar verdi. Partiye bağlı işçi sendikaları ve gizli Komünist Gençlik Teşkilatı kaldırılarak üyeleri işçi ve gençlik teşkilatlarına girmekle görevlendirildi…” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 6, sf. 1929, abç)

Komitern’in “Halk Cephesi” taktiği çok kaba bir oportünist tahrifata uğratılmış, devletin tutuklamalarından arta kalan parti birimleri de bizzat parti yönetimi eliyle tasfiye edilmiştir. Sık sık kesintilere uğrayarak da olsa Parti, ’51 Tevkifatı‘na kadar iyi kötü gelebilmiştir. Ama bu tarihten sonra, uzun yıllar süren bir ölüm sessizliğine gömülür. TKP artık revizyonist ülkelere kapağı atmış bir avuç mülteci topluluğudur. Yıllar sonra duyulan “Bizim Radyo”nun sesi bile Doğu Almanya’dan gelmektedir.

Fiziki ölüm öncesi son “Atılım”ını 1974’lerde yapar. Başta DİSK olmak üzere birçok kitle örgütünün yönetimi, yukarıdan aşağıya bir seyir izleyen darbeci yönetimlerle ele geçirilir. 12 Mart “şoku”nun da etkisiyle pilini iyice tüketen yorgun burjuva demokratlar arasında son bir “TKP modası” çıkmıştır. İşçi sınıfı ve halkın ele geçirilen mevzilerinin içinin alabildiğine boşaltılmasının, hareketi en geri çizgide tutmanın, sınıfı ve emekçi kitleleri CHP’nin kuyruğuna takmanın ötesinde, TKP revizyonizminin hain karakterini görmemekte ısrar eden çevrelere de oportünizm mikrobunu derece derece bulaştırıldığı bu saltanat dönemi 12 Eylül’le noktalanır. Sınıfın ve emekçi halkın ele geçirilen savaş mevzileri, tek bir direniş dahi gösterilmeksizin cuntaya teslim edilir. TKP, kendi tükenişini dışında harekete de bulaştırmış, “Truva”nın kapılarını cuntaya içerden açmıştır. 12 Eylül TKP için nihai sonun başlangıcıdır.

TKP’nin tarihinde ihanetin özel bir yeri vardır. Ve en büyük ihanet herhalde en sonuncusudur. Partinin kapısına kilit vurma “şerefi”, Laz İsmail‘in mirasçısı Haydar Kutlu‘lar ve Nihat Sargın‘lara nasip olmuştur. 1951 tasfiyesinden sonra TKP’nin asıl dayanağını oluşturan SSCB, Kruşçevci ihanetin son temsilcisi olan Gorbaçov eliyle dağıtılınca, TKP de Şefik Hüsnü’den İ. Bilen’e uzanan çizginin son temsilcisi Haydar Kutlu’lar eliyle dağıtılmıştır…

TKP’nin tarihinde dönekliğin de özel bir yeri vardır. İlk dönekler, “Onbeşler” katledilirken, Trabzon’da devletin koruması altına giren MK üyeleri Mehmet Emin ve Süleyman Sami’dir. Sonraları, bunları mumla aratanlar çıkmıştır. 1927 operasyonunun dönekleri, MK Genel Sekreteri olan Vedat Nedim Tör ile Şevket Süreyya Aydemir’dir. Aradaki hemen her tevkifatta çıkan irili ufaklı çok sayıda örneği, bu arada 1938 Operasyonu’nun üretimi Hasan Ali Ediz ve Eczacı Vasıf örneklerini şimdilik bir kenara bırakırsak, ’51 Tevkifatı’nın yıldızları, Ajlan Sayılgan ve Nijat Özön’dür. Parti Sekreteri olan Zeki Baştımar da, bu operasyonda bildiği her şeyi polise dökülmüştür. Nesnel olarak partiye ihanet ölçüsünde zarar vermesine rağmen, davanın siyasal savunmasının yine de Zeki Baştımar’a yaptırılması, TKP’ye egemen olan ilkesizliğin bir başka çarpıcı göstergesidir.

Bugün artık TKP yoktur. Ve o gerçekte, Mustafa Suphi yoldaşların katledildiği gün ölmüştür.

Ayrıca Kontrol Et

Barınak = Ölüm Kampına Karşı Mücadeleyi Yükselteceğiz!

Barınakta görevli olanları araştırın, çoğu sürgün edilmiştir. Barınaklar onlar için verilecek en büyük ceza olarak görülmüş, barınağa cezalandırılmak için gönderilmişlerdir. Mesela bir barınak görevlisi elektrik mühendisi olduğunu ancak görevli olduğu barınağa sürgün olarak gönderildiğini söylüyor