AKP seçim manifestosuyla “aynı şekilde devam” dedi



Erdoğan’ın açıkladığı seçim manifestosunda yeni bir şey yok, olanın yeni projelerle birleştirilerek daha bütünlüklü bir ifadeyle sunulması ve bol bol hamaset, pişkinlik var


Öncesi bir yana sadece son 4 yılda 4 seçim yaşayan Türkiye, şimdi de yerel seçimlere hazırlanıyor. 7 Haziran 2015 tarihinde başlayan bu süreç, ardı ardına gelen seçim silsilesiyle devam etti. Bu durumun kendisi, rejim krizinin derinliğini ortaya koymanın yanı sıra, krizin yeni bir devlet ve rejim biçiminin inşasıyla aşılma çabasının da ifadesi oldu.

Burjuva iktidar blokunu oluşturan güçlerin zorbaca yönettikleri bu süreç hem burjuvazi içi tepişmelere, bu tepişmelerin darbe girişimleri gibi biçimlerine sahne oldu hem de yaşanan ekonomik-siyasi-kültürel krizin bölgesel kriz dinamikleriyle de birleşerek daha ağır bir nitelik kazanmasıyla iç içe geçti. Bu kapsamlı kriz bugün en ağır halini yaşıyor. Burjuva iktidar bloku da bu gerçeğin bilinciyle ilişkileniyor seçimlerle, onlara bu ciddiyete uygun politik anlamlar yüklüyor.

Yerel seçim denilen fakat aslında führerci tipte faşizmin ifadesi olan yeni rejim-devlet biçiminin bir kez daha onaylatılması anlamına gelen 31 Mart seçimlerine böyle bir ortamda giriliyor. İşçi ve emekçilerin özellikle ekonomik krizin ağır etkileriyle nefes alıp verdikleri bu süreçte AKP cenahı (iktidar blokunun tüm bileşenleri) da tüm sıkışmışlığına rağmen süreci en azından seçim sonrasına kadar kontrollü şekilde götürme derdinde.

Kendisi açısından en zayıf halkayı ekonomi oluşturuyor. Bu alandaki sıkışmışlığı enflasyon karşısında özünde anlam taşımayan çeşitli kırıntılar dağıtarak denetim altında tutmaya çalışıyor. Asgari ücrete yapılan son zam bile (verildiği anda erise bile) tamamen seçim kaygılarıyla belirlenen bir oranda yapıldı. Tayyip Erdoğan her konuşmasında kendileri iktidarda değil de başkaları iktidardaymış gibi efelenerek bir bakıyorsunuz kapitalizm karşıtı kesiliyor bir bakıyorsunuz doğa ve kent savunucusu oluyor bir bakıyorsunuz işçilere bir “kıyak” yapıyor, köylüye kredi dağıtıyor, borçların temizlenmesi hamlelerine girişiyor…

Elindeki en önemli koz halen toplumsal gericilik birikimi ve ısıtılıp ısıtılıp getirilen “beka sorunu” yani Kürt düşmanlığı ve korkusu. Bu seçim için de cepte bekletilen Rojava işgal planları, tampon bölge hayalleri, TOKİ hesapları gırla gidiyor.

Bu atmosferde seçime hazırlanan AKP bugün “Seçim Manifestosu”nu açıkladı. Adına manifesto denilen metni Ankara Spor Salonu’nda gerçekleşen etkinlikte bizzat Tayyip Erdoğan açıkladı.

Ön bir konuşma yapan Erdoğan her zamanki pişkinliğiyle sanki ‘94’ten bu yana İstanbul ve diğer belli başlı kentlerin dümeninde kendileri oturmamış ve o belediyeleri bir şirket gibi yönetip, müteahhitlere peşkeş çekilecek rant alanları haline getirmemişler gibi esip gürledi.

Kendi varlığını CHP’nin belediyeciliği üzerinden ölçütlendiren Erdoğan, “CHP 3 Ç demektir. Çöp, çamur, çukur…” diyerek herkesin içini ferahlattığı (!) konuşmasında, “Bir tarafta zillet ittifakı, öbür tarafta Cumhur İttifakı. Cumhur İttifakı’yla; PKK terör örgütünün kol kola girdiği CHP, malum partilere 31 Mart’ta gereken dersi vermeye hazır mıyız?” diye sorarak toplumsal gericilik birikimini kaşımak üzerinden strateji kurduklarını açıkça ilan etti.

Devamında son derece demokratik bir yöntemle partisinin birçok mekanizması içerisinde tartışılarak oluşturulduğunu iddia ettiği manifestosunu okumaya geçti.

Bol bol hamasetle başlayan bu manifestoda dişe dokunur yeni bir şey yoktu elbette. “Stratejimiz” diyerek taktim ettiği belge, AKP’nin kentlere, kent yaşamına yaklaşımındaki ideolojik özün özeti olmanın yanı sıra, o ticari kafanın da somut ifadesiydi.

Kentlerin bu hale gelmesinde kendilerinin yağma ve talan politikalarının, şirket mantıklarının hiçbir payı yokmuş pişkinliğiyle konuşan Erdoğan’ın bu bölümde de yine aynı pişkinlikle “Türkiye uzun süre yönetimine hakim olan, vizyonsuz, öngörüsüz, kifayetsiz, plansız, istikrarsız, umarsız, hastalıklı zihniyetler elinde oyalanmıştı. Kadim şehirlerimiz dahi bu hastalıktan kendini kurtaramadı. Bizler tüm siyasi hayatı bu çarpıklıklarla geçen AK Parti kadroları olarak ülkemizin hizmetine koştuk” dediğini belirtip geçelim.

İnsan aklının alamayacağı bu pişkinliğin aynı zamanda korkuların da ifadesi olduğunu anlamamak mümkün değil. Yıllarca kentleri de doğayı da toplumu da tahrip eden bu zihniyet ‘manifestoda’ belli ki yarattığı sonuçların kendisine kesilecek siyasi faturalarını savuşturmak için tüm toplumsal kesimlerin yaralarına değecek, samimiyetten uzak bir “duyarlılık” kasmak zorunda kalmış.

Kentsel dönüşüm, altyapı sorunları, toplu ulaşım gibi temel toplumsal ihtiyaç ve sorunları “şimdiye kadar neredeydiniz?” sorusunun sorulmasına da aldırmaksızın “çözeceklerini” vadetti! Kentsel dönüşümde ne kadar demokratik bir yol izleyeceklerini dile getirdi, “Geçmişte yaptıklarınız bundan sonrasının da teminatıdır” diye yükselecek itirazlara aldırmayan bir iki yüzlülükle!

Bu arada milyarların kazanıldığı İSPARK’ların arttırılacağını müjdeleyerek işin tamamen rant odaklı yüzünü de kent sevgisi ve yayalara gösterilen duyarlılıkla maskelemekten geri durmadı.

Kentlerin ruhuna, siluetine kastedenler kendileri değilmiş gibi lafı getirip önümüzdeki dönem nasıl bir yağmaya girişeceklerinin de işareti olan “yatay kentlere”, “millet bahçelerine”, “millet kıraathanelerine” bağladı. Ardı ardına sıralanan bu projelerin arkasındaki rantı-talanı-ideolojik-kültürel hedefleri de bol bol “hakkaniyet”, “ihtiyaçların gözetilmesi”, “emanet”, “gönül köprüsü”,tevazu” kavramlarıyla bezenmiş hamasi nutukların arkasına gizlemeye çalıştı.

Toplumsal duyarlılık noktalarının hedeflendiği metin, belirttiğimiz gibi bugüne kadar yarattıkları yıkımın ortaya çıkardığı toplumsal tepkilerin gözetildiği, ama bu yapılırken bile ellerin açılacak yeni rant alanları için ovuşturulduğu bir ruhla hazırlanmış adeta.

Bir şirket gibi çalışan belediyelerin aynı zamanda önemli ideolojik mevziler olduğunu herkes biliyor. AKP’nin bu dev şirketler üzerinden kitleleri nasıl dilencileştirdiğini, gasbedilen sosyal haklar yerine bu dilencileştirme politikasını nasıl tahkim ettiğini ve belediyelerin bunda nasıl bir rol oynadığını…

Bu kurumların toplumun gündelik hayatını gerici bir temelde dönüştürmek için canla başla çalışan tarikatlara-cemaatlere ve özellikle de Erdoğan ailesine yakın olanlara kaç milyarlık fonlar akıttığı yakın zamanda somut rakamlarla ortaya dökülmüştü. Yine bu belediyelerin kendi ideolojik yaklaşımları temelinde kadın ve gençlik kitlelerinin dönüşümünde nasıl bir rol oynadığı, bu açılardan taşıdıkları kritik önem ve anlam ortada. Seçim manifestosu bu yaklaşımın daha ileri, daha bütünlüklü bir nitelik kazanacağının da ilanı.

31 Mart seçimleri öncesinde ilan edilen “manifesto” bu açılardan bakılınca kelimenin gerçek anlamıyla AKP’nin ideolojik-siyasi-ekonomik-kültürel yaklaşımlarının bütünsel bir ifadesidir. Yıllardır nemalanılan bu kurumların şimdi millet bahçeleri-kıraathaneleri, yatay kentler gibi yeni argümanlarla birleşerek bizzat kendi tabanında yeni bir heyecanın yaratılmasına alet edildikleri açık.

Fakat bu bu kadar açıkken, AKP’nin aslında bir uçurumun başında durduğu da bir o kadar açıktır.

Ayrıca Kontrol Et

Barınak = Ölüm Kampına Karşı Mücadeleyi Yükselteceğiz!

Barınakta görevli olanları araştırın, çoğu sürgün edilmiştir. Barınaklar onlar için verilecek en büyük ceza olarak görülmüş, barınağa cezalandırılmak için gönderilmişlerdir. Mesela bir barınak görevlisi elektrik mühendisi olduğunu ancak görevli olduğu barınağa sürgün olarak gönderildiğini söylüyor