Manuşyan ve Hırant



Missak Manuşyan 21 Şubat 1944’te işgalci naziler tarafından kurşuna dizildi


Bu yüze iyi bakın, bu karakteristik çizgilere… Acının, yoksunluğun, sürgünün bütün ağırlığının sinmiş olduğu gözlere bakın. Bütün ezilmişlikleri taşıyan derinine bakın bu dosdoğru bakışların, haklılığın verdiği cesaretle ileri yürüyen alna, inatçı saçlara… Kısa bir süre sonra bu dünyadan ayrılacak olmanın kaçınılmazlığına metelik vermeyen ‘yine olsa yine yaparım’ sadeliğine bakın… Sözünü söylemişlerin ve söyleyecek olanların deryasından beslenenlerin tarih bilinci ışıyor, iyi bakın. “Bir özgürlük tutsağı” olarak nitelemiş onu sevgilisi Meline. Tıpkı Hrant gibi, tıpkı Rakel gibi bu dünyanın yetimi, geleceğin ilhamıdır oysa onlar.

Meline Manuşyan, tehcir’den göçmenliğe, II. Dünya Savaşı’ndan faşizme, tarih çarkının bireyi öğüten onca sivri dişlisi üzerinde yükselen bir yoldaşlık öyküsünü anlatır kitabında… II. Dünya Savaşı yıllarında, işgal altındaki Paris’te, faşizme karşı verilen direniş mücadelesinin liderlerinden Misak Manuşyan’ın yaşamı…

Onun destan gibi yaşanan 37 yıllık yaşamıyla birlikte, kurşuna dizilmeden önce karısına yazdığı “Canım Meline’m, sevgili küçük yetimim…” diye başlayan mektup, aşkı özgürlükten, inancı mücadeleden ayırmayan bir partizanın ölüm mangası karşısında sonlanan kavgasının adeta kanlı canlı halidir.

Missak Manuşyan, yoksul bir Ermeni ailenin hayatta kalan ikinci çocuğudur. Babası, İttihat ve Terakki öncülüğünde gerçekleştirilen Ermeni katliamında öldürülür.

Açlık ve katliam devam eder. Ermenistan‘da annesi de açlık yüzünden hastalığa yakalanarak ölür. Missak ve ağabeyi Garabet, bir Kürt aile tarafından saklanır. Bir-iki yıl sonra ağabeyiyle birlikte o dönem Fransız mandası olan Suriye‘de bir yetimhaneye teslim edilirler.

Missak 18 yaşına geldikten sonra ağabeyiyle birlikte Fransa‘ya göç eder. Marsilya‘da çeşitli işlerde çalışan Manuşyan marangozluk mesleğini öğrenir. CGT aktivistleriyle tanışır. Daha sonra Paris‘e yerleşip Citroen Fabrikası’nda çalışırken komünistlerle tanışır.

Missak Manuşyan’ın 1906’da Adıyaman’da başlayan hayatı, I. Dünya Savaşı’nın, İspanyol İç Savaşı’nın, komünizm düşmanlığının ve otoriter rejimlerin Fransa’ya savurduğu binlerce “yabancı”nınkiyle, Paris’te kesişiyor. Dilini bilmediği, sokaklarını tanımadığı bu şehirde, Manuşyan’ın şiiri, müziği, edebiyatı elden bırakmadan kültürünü yaşatma çabası, zamanla tüm halkların özgürlüğünü koruma mücadelesine, insanları yaşatma mücadelesine dönüşür.

Manuşyan bu dönemde edebiyata ilgi duyar ve henüz ham haliyle de olsa ilk şiir denemelerini çeşitli dergilere gönderir. Ama onun asıl ilgisini çeken, işçilerin örgütlü mücadelesidir. Sendikal faaliyetlerinden sonra Missak Komünist Parti‘ye üye olup FKP‘nin gençlik kollarında görev alır. Citroen Fabrikası’nda yürüttüğü sendikal çalışmalardan dolayı işine son verilir.

Nazilerin Fransa’yı işgâl etmesi sonrasında yeraltındaki komünist örgütlenmeye katılan Manuşyan bir süre tutuklu kalır, serbest bırakılması ertesinde militan çalışmalarına devam eder. Komünist Partisi’nin Nazi işgâline karşı silahlı mücadele vermek için oluşturduğu Partizan birliklerinin (FTP) Fransa’daki yabancılardan kurulan yan örgütü Göçmenlerin El Emeği’ne (MOI) katılan Manuşyan, bir süre sonra Paris direnişinin önderleri arasına girer.

FTP-MOI üyelerinin önemli bir kısmı Doğu Avrupa’daki toplama kamplarından kaçan Yahudiler ile Franco faşizminden kaçan İspanyollardan oluşuyordu. Üyelerinin çoğunun Yahudi olması, FTP-MOI’nın diğer direniş topluluklarından çok daha yüksek bir gizlilikte çalışmasını gerektiriyordu. Üyelerinin çok önemli bir kısmının Fransa’ya gelmeden önce İspanya iç savaşına katılmış veya Doğu Avrupa’daki Nazilerin elinden kaçmayı başarmış kişiler olması da, FTP-MOI’nın yeraltı çalışmasını bilen, direniş tecrübesi yüksek, askerî eğitimleri yeterli bir kadro birikimine dayanmasını sağlamıştı.

Fransız Komünist Partisi tarafından örgütleniyorsa da doğrudan doğruya Komünist Enternasyonal’e bağlı çalışan ve direktifleri oradan alan FTP-MOI, bu özellikleri sayesinde direnişin askerî cephesinin bel kemiğini oluşturmuştu.

Paris’deki silahlı eylemlerin, Nazilere karşı bombalı saldırıların, sabotajların önemli bir kısmını Manuşyan’ın ufak komandosu gerçekleştirmiştir.

Bir Fransız işbirlikçisinin ihbar etmesi sonucunda yirmi üç yoldaşıyla birlikte yakalanır.

Ağır işkenceler uğrar. Ser verir, sır vermez.

İşgal ordularına verdirdiği kayıplardan dolayı Hitler, mahkemesini özel olarak takip etmekte, bilgi almaktadır..

Uyduruk işgal mahkemesine çıkar.

Önce Almanlara doğru dönerek şöyle der:
Size söyleyecek hiç bir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiç bir şeyden pişman değilim. Şimdi, rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim!

Sonra, Fransızlara dönerek şunları söyler:
Fakat size gelince, sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik!

Hepsi farklı uluslardan olan “yirmi üçler” ölüme mahkum edilir.

Mahkeme başkanı, onlara af dilemeyi düşünüp düşünmediklerini sorar. Bunun üzerine bütün yoldaşları Manuşyan’a dönerek hep birlikte “HAYIR!” derler.

21 Şubat 1944 tarihinde kurşuna dizilirler.

Manuşyan grubunun 23 üyesi…

Celestino Alfonso (İspanyol, 27)
Olga Bancic (Romanyalı, 32)
Joseph Boczov (Macar, 38)
Georges Cloarec (Fransız, 20)
Rino Della Negra (İtalya, 19)
Thomas Elek (Macar, 18)
Maurice Fingercwejg (Polonyalı, 19)
Spartaco Fontano (İtalyan, 22)
Emeric Glasz (Macar, 42)
Jonas Geduldig (Polonyalı, 26)
Léon Goldberg (Polonyalı, 19)
Szlama Grzywacz (Polonyalı, 34)
Stanislas Kubacki (Polonyalı, 36)
Arpen Tavitian (Ermeni, 44)
Césare Luccarini (İtalyan, 22)
Missak Manouchian (Ermeni, 37)
Marcel Rayman (Polonyalı, 22)
Roger Rouxel (Fransız, 18)
Antoine Salvadori (İtalyan, 43)
Willy Szapiro (Polonyalı, 29)
Amédéo Usséglio (İtalyan, 32)
Wolf Wajsbrot (Polonyalı, 18)
Robert Witchitz (Fransız, 19)

Tutuklananlardan yirmi iki kişi 1944 yılında öldürüldü. İçlerinde tek kadın Olga Bancic Stuttgart’a gönderilerek 10 Mayıs 1944′de giyotinle öldürüldü.

Melina Manuşyan’ın “Bir Özgürlük Tutsağı” adlı kitabından:

Fresnes Hapishanesi’nde geçirdikleri üç ay boyunca, 23’ler uzun uzun sorgulanır, yani işkence görürler. Yargılanmaları sırasında taşıdıkları yara izleri de bunu kanıtlar. Sorgulamalarda, eylemlerinden ve bunları niçin yapmış olduklarından başka bir şey söylemezler. Pişman olduklarına dair tek bir söz çıkmaz ağızlarından; aksine, sırf görevlerini yerine getirdiklerini söylerler. Herbiri, onları harekete geçiren ortak nedenlerin yanı sıra, kendi özel gerekçelerini açıklar. Mesela Yahudiler, onları toptan ortadan kaldırmak isteyen Nazi barbarlığına karşı kendilerini savunduklarını; Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanların onayıyla katledilmiş halklarının özgürlüğünü korumak için savaştıklarını; İspanyollar, ülkelerinde ortalığı kasıp kavuran faşizme karşı çarpıştıklarını; İtalyanlar, Hitler’in müttefiki Mussolini tarafından kovuldukları memleketlerine dönebilmek amacıyla silaha sarıldıklarını; Polonyalılar, Hitler’in haritadan sildiği vatanlarının yok olmaması için mücadele ettiklerini belirtirler. Hepsi de, işgalci Nazilere karşı halklarıyla omuz omuza savaşırken, kendilerine kucak açmış olan Fransa’ya karşı görevlerini yerine getirdiklerini söylerler.

Naziler, “Caniler Ordusu” diye teşhir ettikleri kırmızı bir afişte “Bunlar mı Fransız?” diye soruyor, onların Romen, Macar, Yahudi, Ermeni, İtalyan, İspanyol gibi farklı uluslardan olmasına vurgu yapılıyor. Kızıl Afiş olarak ünlenen bu posterden Naziler 15 bin adet bastırıp dağıtmıştır.

KIZIL AFİŞ

İstediğiniz ne zaferdi ne gözyaşı,
Ne hüzünlü org ne papazın son duası.
On bir yıl nedir ki on bir yıl…
Yaptığınız kullanmaktı silahlarınızı:
Ölüm gözünü kamaştırmaz Partizanın.
Asıldı yüzleriniz kentlerimizin duvarlarına,
Gece ve sabah karasıydınız, korkutucu, süzgün.
Bir afiştiniz, kızıl bir kan lekesi gibi,
Adlarınızı bile söylemek öylesine güçtü ki,
Gelip geçende dehşet etkisi yaratın istediler.
Sizi kimse Fransız olarak görmez gibiydi,
Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar.
Kimi parmaklar durmadı ama karartmada
‘FRANSA İÇİN ÖLDÜLER’ yazdı resimlerinizin altına
Bambaşka bir sabaha o gün başlayan
Tekdüze rengi vardı bir şeyde kırağının,
Şubat sonuydu, son anlarınızdı,
Sizlerden biri konuştu sessiz sakin:
Herkese mutluluklar,
Geride kalan herkese mutluluklar!
Ölürken kin yok içimde ey Alman halkı
Elveda zevk ve acı.
Elveda güller, elveda hayat, elveda rüzgar ve aydınlık!
Ve sen evlen mutlu ol sık sık düşün beni,
Bir gün bütün güzelliklerin arasında olacaksın,
Herşey sona erdiğinde Erivan’da.
Görkemli kış güneşi tepeyi aydınlatıyor :
Doğa o denli güzel ve yüreğim öyle yanıyor ki!
Zafer dolu adımlarımızı izleyecek adalet…
Meline’m, ey aşkım, ey yetimim benim!
Sana yaşamanı, çocuk doğurmanı söylemek isterdim…
Tüfekler çiçek açtığında yirmi üç kişiydiler
Vaktinden önce canını veren yirmi üç kişi
Yirmi üç yabancı, ama yirmi üç kardeş
Yaşamı uğruna ölecek kadar seven yirmi üç kişi
Düşerken toprağa “FRANSA” diye haykıran yirmi üç KİŞİ..

LUIS ARAGON

Ayrıca Kontrol Et

‘Bir Ağaç Keserseniz, Selâm Okunur…’

Emperyalist kapitalizmin sınırlarına dayandığının alenileştiği her etapta kendisini yenileme kabiliyeti, ancak ve ancak doğanın, insanın daha fazla sömürülmesine yönelik birikim modelleri geliştirmesiyle olmuştur. Şimdi yine öyle bir döngünün içindeyiz