70 yaşın üzerinde olduğunu belirten bir teyzenin sokakta kendisine uzatılan mikrofona, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı kastederek, “Sen bir Cumhurbaşkanısın her yere aynı olacaksın. Yalan söylemiyorum, önceden hep AKP’ye oy veriyordum, artık vermeyeceğim. Bir Cumhurbaşkanı millete çay dağıtamaz. Hangi ülkede görülmüş. Varlık kuyruğu diyorlar. Varlığın kuyruğu mu olur?” demesi burjuva iktidar blokunun bu seçimlerdeki ruh halini olduğu kadar, kendi tabanında başlayan sorgulamaların, içten içe hissedilen çözülmenin de özeti oldu.
Führerci tipteki tüm faşist rejimlerde ve bu rejimlerin inşasının öznesi olan partilerde kişi-lider kültünün nasıl bir anlam taşıdığını biliyoruz. Bu partilerde esas dayanak yücelttikleri liderdir. İşçi ve emekçileri de bu ideolojik duruşlarına uygun olarak o lidere biat eden nesneler olarak konumlandırırlar. Esas “enerji” kaynakları liderin kitle üzerindeki hegemonik gücüdür. Bu hegemonyanın çeşitli nedenlerle yıpranmış olması kendileri için tehlike alarmı anlamına gelir. Tayyip Erdoğan’ın AKP’nin klasik toplumsal tabanı açısından bile sorgulanır olmaya başlaması bu açıdan ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir.
AKP kurmayları tam da bu gerçeği görmenin “çaresizliğiyle” olduğu kadar saldırganlığıyla hareket ediyorlar. Bu tür sorgulamaların ekonomik krizin toplumsal sonuçları daha somut bir nitelik kazanmaya başladıkça derinleşeceğini öngörmenin telaşıyla alabildiğine saldırgan bir seçim siyaseti izliyorlar.
Her seçim öncesinde olduğu gibi kitlelere belli rüşvetler dağıtmak dışında somut bir vaat, proje, vizyon sunamıyorlar. Krizin etkileri derinleştikçe o kırıntıları da dağıtamayacaklarını bilmenin paniği içindeler. Fakat oynayacak yerleri hayli dar. Bu nedenle de seçim söylemlerini Erdoğan’a dizdikleri ironik övgüler (tevazu, adil olmak, kibirden uzak olmak, israftan kaçınmak gibi!), gerçek bir din bezirganlığı ve Kürt düşmanlığı yani tarihsel-toplumsal gericilik birikimini köpürtmek dışında somut bir eksene oturtamıyorlar. Kaygıları derinleştikçe saldırganlıklarının dozu da katlanıyor.
Erdoğan’ın yerel seçimleri ayarı iyice kaçmış bir kişisel PİAR çalışmasına dönüştürmesi ve her taşın altından çıkacak kadar düzeysizleştirmesi de iktidar blokunun nasıl bir tıkanma yaşadığını açıkça gösteriyor. Bu tıkanma sadece 70’lik teyzenin kafasındaki lider imajının nasıl sarsıldığının birkaç cümleyle özetlenmesiyle dile gelmiyor. Bizzat Erdoğan kültü etrafında çöreklenmiş ve onun varlığıyla ekonomik-siyasi çıkarları arasında dolaysız ilişki kuran AKP’li tüm siyasetçilerin o kültü abartılı bir şekilde parlatma gayretine girmelerine de yansıyor. Onu adeta tanrılaştırıyorlar!
Kısacası AKP’nin sarıldığı iplere bakacak olursak durumu hayli kritik.
Sarıldığı iplerden diğeri de din bezirganlığı, dinin eşi benzeri görülmemiş ölçüde siyasi bir malzemeye dönüştürmesidir. Cennetin anahtarını dağıtacak kadar ileri giden AKP’liler bu tutumlarıyla “dünyada dağıtacak bir şeyimiz kalmadı” der gibiler.
Siyasi mevta olmaya doğru gidenlerin kullanabileceği bu söylemi ilk olarak AKP hükümetlerinde Milli Savunma ve Milli Eğitim bakanlıkları da yapan TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanı ve AKP Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz dillendirdi. Sivas Belediye Başkanı adayı için destek isterken “Hilmi Bilgin’e desteğinizi bekliyorum. Hilmi Bilgin’e vereceğiniz destek, yarın ruz-i mahşerde (kıyamet günü) beraat belgelerinizden (kurtuluş) biri olacak diye düşünüyorum” deyiverdi Yılmaz.
Daha bilmediğimiz nice konuşmada kullanıldığı anlaşılan cennetten tapu dağıtma kalpazanlığının sonuncusunu da AKP Şanlıurfa Milletvekili ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanı Mehmet Kasım Gülpınar gerçekleştirdi ve miting meydanında yaptığı konuşmada “Allah sizden emaneti ehline vermenizi emrediyor. Bu emir hepimiz için geçerli. Allah’ın karşısına çıktığınız zaman emaneti bize verdiğinizden dolayı size hesap sormayacak” dedi.
Kapitalist sistemin kriziyle de birleşen ağır bir siyasi krizin ifadesi olan bu söylem dışında AKP ikinci olarak da Kürt düşmanlığı ipine sarılmaktadır. Tüm muhalif kesimleri “terörist” olarak yaftalayıp, mevcut toplumsal kutuplaşmayı alabildiğine keskinleştiren AKP, bizzat kendi tabanını da bu söylemle tehdit ediyor, o tabana racon kesiyor. Biri çıkıp, “Ankara Belediyesi’nin kapısından teröristlerle işbirliği yapan Kılıçdaroğlu girmemeli, buna yüreğiniz el veriyor mu?” diyor, bir diğeri de “su faturalarınızın terör örgütü üyelerince getirilmesini, milletin parklarının bunlar tarafından işgal edilmesini ister misiniz?” … Tabanlarını tehdit ederken aynı zamanda onun en karanlık duygularına hitap ediyorlar, tarihsel gericilik birikiminin bataklığında boğacak şekilde ajite etmeyi esas alıyorlar.
Fakat bu tehditler ve düşmanlaştırıcı söylemler de yaşadıkları kıvranmalara derman olmuyor belli ki. Ondan olsa gerek “cumhur ittifakı-zillet ittifakı” diye ikiye böldükleri toplumun kendi tarafında olduğunu iddia ettikleri kesimlerinin ruhunu daha da karanlıklaştıracak söylemlerin dibine vuruyorlar.
Kendileri dışındaki tüm kesimleri “Kandil’den emir alıyorlar”, “Terör örgütleriyle iş birliği yapıyorlar” diye hedefe çakarak düşmanlaştıran bu söylemi en son HDP milletvekillerini kastederek açık bir tehdide ve nefret söylemine vardırdılar. Artvin’de konuşma yapan Tayyip Erdoğan özünde kendilerinden olmayan tüm Kürtleri de hedeflediği belli olan konuşmasında, “Kardeşlerim Türkiye’de ‘Kürdistan’ diye bir bölge var mı? Kardeşlerim, bizim Doğu Anadolu’muz var, Bizim Karadeniz’imiz var, bizim Akdeniz’imiz var, bizim Marmara’mız var ama bizde Kürdistan diye bir bölge yok. Çok seviyorsan. Irak’ın kuzeyinde Kürdistan var. Yallah oraya. Git Kürdistan’a. Sizin bu ülkede yeriniz yok” diyecek kadar kendisini kaybetti.
Bu tehlikeli söylemin tarihsel gericilik birikimini nasıl okşadığını da Amedspor-Sakaryaspor maçında yaşanan ırkçı gösterilerden ve gelişen olaylardan sonra sosyal medyada AmedsporKAPATILSIN etiketiyle yapılan paylaşımlardan görebiliyoruz. Açığa çıkan ve her an kışkırtılan bu gerici-faşist birikimin yarın nerelerde, nasıl yansıyabileceğini tahmin etmekse güç değil.
Gelinen noktada AKP açısından sandığın sadece kendi varlığını ve inşa edilen “yeni” rejimi (führerci tipte faşizm) meşrulaştırmak dışında bir anlamı olmadığını biliyoruz. Keza sandıklardan ne çıkarsa çıksın “trafolara kedilerin kaçacağını” ve bir hokus bokusla istenen rakamlara ulaşılacağını defalarca gösterdiler. Bu açıdan da dertlerinin sandıktan çıkan sonuçlardan ziyade dayandıkları toplumsal tabanda baş gösteren sorgulama ve çözülmeleri bir yerde durdurmak, bu tabanı dinsel-gerici-şoven-faşist söylemlerle ajite ederek daha bir körleştirmek olduğu açık. Bu mümkün mü? Bir yere kadar. Binali Yıldırım bile kendisine uzatılan mikrofonlara millette seçim heyecanının olmadığını, herkesin ekonomik kaygılarıyla meşgul olduğunu söylüyorsa işlerinin hayli zor olduğu aşikâr.
Kısacası AKP bu seçimlerde asıl stratejisini kendi tabanında başlayan çözülmeyi ırkçı-şoven ve din tacirliği üzerinden kurulan bir söylemle bir yerde durdurmak üzerinden kurdu. Esas korkusu bundan sonra derinleşeceği beklenen kriz koşullarında bu çözülmenin daha da derinleşmesidir. Yoksa kendisinin sandıkla gitmeyeceğini, asıl gidişinin bu çözülmeyle sözkonusu olacağını çok iyi bilmektedir.
Mesele o korktukları şeyi gerçeğe çevirecek devrimci-siyasal faaliyetin örülmesinde.