Kadınlara masallar…



Her kadının ilk önce kendisi için feminist olması gerektiğini savunuyorum. İşte en başta bu yüzden, kadını bir prensin çocuklarını doğuracak prenses olmaktan çıkarıp, kariyer yapmayı salık veren bir feminizm anlayışını eleştirmek gerektiğini düşünüyorum.


Zeynep Zeytinci

Masallardan cinsiyetçiliği çıkarıp feminizmi eklersek: “…ve prens en içten dileklerini paylaşarak, onu kariyeri için cesaretlendirdi, sonsuza dek mutlu yaşadılar”

Kadının toplumsal olarak ezilmişliğine azıcık duyarlı olan birisi bile masallardaki kadın figürünün ataerkil erkek bakışıyla ne kadar nesneleştirildiğini, kadının nasıl da aciz, kendi ayakları üzerinde duramayan, hayatını sürdürebilmek için sürekli bir erkeğin onu kollamasına, savunmasına ve kurtarmasına ihtiyaç duyan karakterler olarak kurgulandığını görebilir.

Uyuyan güzelin, yıllardır içinde olduğu uykudan uyanması için bir prensin onu öpmesi gerekir. Pamuk prensesi kötü kalpli üvey anneden bir prens kurtarır. Rapunzel yine hapsedildiği kuleden bir başka prens tarafından kurtarılır.

Masallarda kadınlar aciz ve korunmaya muhtaç varlıklardır. Ataerkil bakış açısı da bunu beslemez mi?! Kadın önce babaya sonra bir kocaya ihtiyaç duyar. Toplumsal olarak belirlenmiş yaşı geçmiş kadın halen evlenmemişse eksiktir. Kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi bu algıyı çok da değiştirmez.

Kadın olmanın getirdiği pek çok eşitsizlik ve haksızlıktan, maruz kaldığımız pek çok baskıdan bahsedebiliriz. Ataerkil toplumların biz kadınlara ne sunduğunu zaten biliyoruz. Peki feminizm bize ne sunuyor?

Baştaki yazı feminist bir gruba ait sosyal medya hesabından paylaşılan bir karikatürün altında yer alıyor. “Masallardan cinsiyetçiliği çıkarıp feminizmi eklersek…” diye başlıyor.

Bu karikatürü ilk gördüğümde hissettiğim rahatsızlık ve bir şeylerin doğru olmadığı duygusunu en iyi şu cümle anlatır diye düşünüyorum: “Feminizmden emek mücadelesini çıkarıp kadın mücadelesini sınıftan ayırırsak ortaya bu çıkar“.

Bunun sadece bir karikatür olduğu savunulabilir; fakat nasıl ki bize çocukluğumuzdan beri anlatılan masalların cinsiyetçi bakış açılarıyla masum olmadıklarını düşünüyorsak, nasıl ki kullandığımız dile özellikle kadını aşağılayan tabirlere dikkat ediyorsak -çünkü düşünceyi oluşturan ilk önce dildir, sözcükler, deyişler. Dil olmadan düşünemezdik de- bu sebeple, bizi bir prensin prensesi olmaktan kurtaran fakat aynı orantıda başka bir kuyuya, kapitalizmin kollarına atan bu karikatürün temsil ettiği düşünce de masum değildir.

Her kadının ilk önce kendisi için feminist olması gerektiğini savunuyorum. İşte en başta bu yüzden, kadını bir prensin çocuklarını doğuracak prenses olmaktan çıkarıp, kariyer yapmayı salık veren bir feminizm anlayışını eleştirmek gerektiğini düşünüyorum. En basit örneği ile düşünürsek, kadının işçi-emekçi kimliğinden arındırılmış ve mücadeleyi de sınıf mücadelesinden soyutlayarak sadece soyut bir kadın mücadelesine indirgeyip, kendinden bir şey haline getiren ve ayaklarını toplumsal gerçekliğe basmayan bir bakış açısı kadını prenseslikten kurtarabilir fakat kapitalizmin kölesi olmasına karşı bir sözü olmaz.

Yirmiye yakın mühendisin çalıştığı işyerimde, sadece tek kadın mühendis çalışıyor. Geri kalan tüm mühendisler erkek. Ekip liderleri erkek. Patron erkek. Sosyal güvencesi ve maaş ortalaması genele oranla oldukça iyi. Avrupa firması çünkü. Fakat yine de en düşük maaşı alan mühendis, kadın olan. Kendisi ile aynı tarihte işe başlamış, aynı eğitim seviyesinde ve aynı işi yaptığı erkek mühendisten bile daha az maaş alıyor.

Kapitalist sistemde kadın işçi olmak (beyaz ya da mavi yaka farketmez); eğer holding yöneticisi kadın bir CEO veya aileden servet sahibi bir zengin değilseniz, kariyer yapma vaadiyle üniversiteden sonra sistemin çarkları içine çekildiğimiz ve bizle aynı işi yapan erkeklere oranla daha az kazanmak, daha çok sömürü, yeri gelince taciz ve patronların mobingine daha kolay bir hedef olmak anlamına geliyor. Kariyer masallarını hepimiz dinledik fakat artık bir inandırıcılığı kalmadı. İşçi kadınları geçtim, beyaz yakalı olarak sıfatlandırılan, nesnel olarak işçi fakat ruhsal olarak orta sınıfa daha yakın, hatta orta sınıf olduğu düşünülen eğitimli kadınlar bile belli bir süre sonra içine hapsoldukları sömürü çarkından çıkıp bir şekilde kendi patronları olmayı hayal ediyorlar. Boşuna değil, beyaz yakalılar arasında kendi işini kurma hayali besleyenlerin sayısındaki artış. Özellikle kadınlar.

İşçi kadınlar içinse kariyer yapmak kelimesi ne ifade eder bilmiyorum. Ben bu ifadeyi duyunca istemsizce gülüyorum. Son günlerde sosyal medyada da pek çok insanın tepkisini çeken Elidor’un kampanyası gibi. Duymayanlar için kısa bir hatırlatma olsun, Elidor 8 Mart yaklaşırken üç kadın oyuncu ile 8 Mart’a dikkat çekmek için “Biz yokuz” kampanyası düzenliyor. Kadının var olma mücadelesini bir ironiye dönüştürmek istesek “Biz yokuz”dan daha iyi bir başlık bulunamazdı. Kapitalizmin dünyada ve ülkemizde yaşadığı krizleri göz önüne alınca da kadının kariyer yapmaya davet edilmesi aynı derecede ironik. Kapitalizm bizim emeğimize muhtaç. Kadının emeği, daha ucuz işgücü daha yoğun sömürü anlamına geliyor.

Kadının evden çıkması, ekonomik olarak bağımsız olması ve kendi ayakları üzerinde durmasını savunmak bambaşka bir şey; kapitalizmin hepimize yaşattığı kabus içerisinde kariyer rüyası gördürmek apayrı bir şey. Bırakalım kapitalizmde kariyer masallarını anlata dursunlar, biz kadın mücadelemizden emeğimizi esirgemeyelim. Biri olmadan diğeri olmuyor, bunu görelim.

Ayrıca Kontrol Et

Herkesin Bildiği Sır: Narin’in Cansız Bedeni Bulunmuş

8 yaşında bir çocuk yaşamalı çünkü okula gitmeli, arkadaşlarıyla koşturup ağız dolusu kahkahalar atmalı, öğrenme telaşıyla boyuna sorular sormalı mesela, bisiklete binmeli, şairin de dediği gibi şeker de yiyebilmeli...