Kadın sorununu ele alırken…



Kadın sorununa, cinsel-toplumsal baskıların önemi ötelenmeden daha net bir sınıfsal muhteva kazandığı bilinciyle yaklaşmak kritik önemdedir.


Emekçi kadınların gerek toplumsal yaşamda gerekse kapitalist üretim süreci içinde yaşadıkları katmerli sömürü, baskı ve şiddet sistematik olarak devam ediyor. Kapitalist sistemin yaşadığı kapsamlı kriz toplumsal krizi de derinleştiriyor. Kadın cinayetleri, şiddet, cinsel saldırılar bu krizin boyutlarını ortaya koyuyor.

Kadınların kapitalist üretim süreci ve gündelik toplumsal hayatla kurdukları ilişkilerin farklılaşması; kendi hayatları üzerinde söz söyleme yönelimini de beraberinde getiriyor.  Eşitlik ve özgürlük arayışlarını tetikliyor. Bu, hem kapitalist sistemin temel direği olan aile kurumunu sarsıyor hem de erkek egemenliğe dayalı tüm cendereleri sorgulanır hale getiriyor. Aynı zamanda erkek egemenliğin krizi olarak yaşanıyor.

Bu süreç Türkiye’de, kriz dönemlerine özgü bir karmaşa ve kaos biçiminde yaşanıyor. Emperyalist kapitalizmin yaşadığı ekonomik-siyasi-kültürel iflas, krize paralel olarak rekabetin kızışması, bölgesel krizlerin süreklileşmesine, savaş politikalarının dünya düzleminde belirleyici hale gelmesine yansıyor. Bu, Türkiye gibi ülkelerin kendisine has toplumsal yapısı, tarihsel gericilik birikimi ve ekonomik-siyasi sıkışmışlıklarıyla birleşerek en ağır biçimde seyrediyor.

Kadına dönük siyasal-ideolojik-kültürel saldırganlık böyle bir arka planın en çarpıcı ifadesi oluyor.

Kadınlar, gerek iletişim araçlarının önlerine açtıkları pencereler gerek kapitalist üretimin bir parçası haline gelerek kazandıkları kısmi ekonomik özgürlükle bugüne kadar boyun eğdikleri, istemsizce rıza gösterdikleri ve hatta sorgulamadan kabul ettikleri pek çok toplumsal dayatmanın karşısında durmayı öğrendikçe; siyasal iktidar ve onun kurumları tarafından kesintisizce kaşınan bu cinnet halinin hedefi haline geliyorlar.

Keza kadınların yaşadıkları dönüşüm ve farklılaşmalar, krizin yönetilmesinde ya da toplumsal tahakkümün kurulmasında kilit önemdeki aile kurumunu sarsan etkilere neden oluyor.

Bu neden, burjuva iktidar blokunun kadın düşmanı söylemlerinde belirleyici bir yer tutuyor.

Bu blokun, gerici-şoven ve bir o kadar da cinsiyetçi dili toplumsal örgütlenmenin zayıf olduğu bu koşullarda toplam bir ruh haline dönüşebiliyor. Kadın cinayetleri tam da bu cinnet halinin tezahürü olarak daha vahşi ve tasarlanmış biçimlerle gerçekleşiyor.

Kadın sorununun bu toplumsal boyutu mızrağın sivri ucunu oluştururken; diğer ucunu da -istatistikler her ne kadar kadın istihdam oranlarının gerilediğini söylese de- kadınların dünle kıyaslanmayacak oranlarda kapitalist üretimin parçası haline gelmeleri gerçeği oluşturuyor.

Kadınlar, kapitalist sömürünün en vahşi birikim modeli olan neoliberal istihdam biçimlerinin esas hedeflerinden biri durumundadır. Kriz koşullarında kapıya ilk konulanlar onlar oluyor elbette. Fakat ezici bir kısmı, kapıya konuldukları anda parça başı, part-time, mevsimlik, evde iş … gibi emek yoğun, güvencesiz ve esnek işler bularak yeniden o piyasanın parçası olmak için adeta didiniyor. Hiç iş bulamazsa çöp-kağıt toplama gibi tamamen güvencesiz-enformel işlere mecbur kalabiliyor. Bu açıdan da kadınlar krizin faturasını sadece nispi güvencenin sözkonusu olduğu işkollarında kapıya ilk konulan olmakla ödemiyorlar. Sonrasında mahkum oldukları bu işlerle fatura, onlar için kabardıkça kabarıyor. Ev işleri, çocuk bakımı da cabası.

Kaldı ki günümüzde krizin de etkisiyle sadece çalışıp, işsiz kalan kadınlar değil; bugüne kadar kapitalist üretimin bir parçası ol(a)mamış kadın kitleleri bile bu esnek-güvencesiz işlere adeta mahkum ediliyorlar. Taşrada (Yozgat, Tokat, Rize gibi muhafazakarlıklarıyla bilinen illerde mesela) İŞKUR’un Toplum Yararına Çalışma Projesi denilen güvencesiz ve süreli işleri için yapılan başvurularda oluşan kuyruklara dahil olan kadınların varlığı (ki fotoğraflarda rakamlarının hayli yüksek olduğu görülüyor) bile bu gerçeğin altını çizen önemli bir işarettir.

Bu noktalardan baktığımızda, henüz örgütlü bir ifade kazanmış olmasa da kadın sorununun, dünle kıyaslanmayacak ölçekte sınıfsal muhteva kazanmış olduğu açıktır. Bu gerçek, hem kadın sorununda mızrağın sivri ucunu oluşturan sonuçların (cinayetler, şiddet, cinsel saldırılar) nedeni oluyor ama hem de onun dayanacağı sınıfsal zemini giderek güçlendirip, pekiştiriyor.

Söylemleriyle kadının çalışmasını adeta yasaklayan, ona din-aile-doğurganlık üçgeni dışında bir hareket alanı bırakmayan mevcut burjuva iktidar bloku bile kadın emeğinin kapitalist üretim için taşıdığı kritik önem ve anlamın üzerinden atlayamayarak, buna uygun çalışma modellerini esas çalışma biçimi haline getirmenin yollarını bulmaya çalışıyor. Evde iş, part-time çalışma, esnek ve güvencesiz modelleri kadın emekçiler için esas istihdam biçimi haline getirmek istiyor. Kadını bir ayağıyla kapitalist üretime, diğeriyle de bu sömürü düzeninin temel taşı olarak gördüğü aileye zincirlemeyi, kendi ideolojik hakimiyetinin temel dayanağı haline getirmeyi esas alıyor.

AKP, kadın emeğinin işgücünün yeniden üretimi açısından taşıdığı önemi bilerek de hareket ediyor. İdeolojik yaklaşımlarının yanısıra esas dertlerinden biri de bu üretimin (çocuk bakımı-temizlik-yemek-duygusal emek) tüm yükünü kadınların sırtına yüklemekteki kuralın bozulmamasıdır. O nedenle mesela kreş ağı oluşturmak yerine kadını evden yapacağı ya da yarı zamanlı çalışacağı işlere sabitlemek istiyor. Hiç olmadı bunu yapmak yerine onu kendisine lütuf ilişkisiyle bağlayacağı yardımlar dağıtmayı (doğrudan kadına ödenen çocuk bakım masrafları gibi) tercih edebiliyor. Sosyal hak yerine lütuf ve dilencileştirmeyi yani..

Fakat tüm bunlara rağmen kadınlar, şu ya da bu şekilde kapitalist üretim zincirinin bir parçası olma yönelimleriyle öne çıkıyorlar, yaşanan ekonomik-sosyal yıkım da onları buna mecbur kılıyor. Bir noktadan sonra bu, mecburiyetin ötesine geçerek, çalışmanın kazandırdığı kısmi özgürleşmenin sağladığı avantajları kaybetmemeyi esas alan bir yaklaşıma dönüşüyor.

Bugün Anadolu’nun en ücra köşelerinde, kadına dönük toplumsal baskının en yoğun olduğu illerde bile kadınlar geçici işçi alımları için kuyruklara giriyor, o işlere girmek için çekilen kur’alarda itiraz ediyor, çalışmak zorunda olduklarını haykırıyorlarsa, gidişatın yönü tüm dışsal müdahalelere rağmen kadının cinsel kimliğinin yanısıra sınıfsal kimliğiyle de daha içsel bir ilişki kurmasına zemin hazırlayacak niteliktedir.

Bu noktalardan baktığımızda, kadın sorununa cinsel-toplumsal baskıların önemi ötelenmeden daha net bir sınıfsal muhteva kazandığı bilinciyle yaklaşmak kritik önemdedir.

Bu gerçek, bugün feminist hareket içerisinde de ciddi bir tartışma ve ayrışma konusu olacak düzeyde bir nesnellik kazanmıştır. Dünya Kadın Grevi çağrısı yapan ve “yüzde 99 için feminizm” diyen kadınlar da hem bu sınıfsal gerçeğin altını çizmekte hem de kadın hareketi içindeki sınıfsal ayrımların su yüzüne çıkmasının ifadesi olmaktadırlar.

Dünyanın en ücra köşelerinde bile kadın sorunu, sınıfsal boyutu giderek belirginleşen; fakat buna cinsel kimliğinin renk verdiği bir nitelikle karşımıza çıkıyor. Eğitimli-kalifiye işgücü içinde yer alan kadınları kısmen dışında tutarsak, milyonlarca emekçi kadına esnek-güvencesiz işler dayatılıyor, bu istihdam biçimi kadın istihdam biçimi haline getirilmek isteniyor. Hemen her yerde kadının aynı zamanda emek gücünün yeniden üretimi açısından sırtına yüklenen roller de kalıcılaştırılmak isteniyor. Hatta yaygın kreş ağlarının olduğu Avrupa ülkelerinde bile son yıllarda bu haklar gasbedilmeye çalışılıyor.

Bu açıdan da kadının cinsel kimliğinden dolayı yaşadığı toplumsal baskılara karşı mücadele ederken bu sınıfsal arka planın üstünden atlamak eksik bir yaklaşıma götürür. Onun aynı zamanda kapitalist üretimde giderek baskın kadın istihdam biçimi haline gelen (aslında göçmenler, ezilen uluslar gibi dezavantajlı konumda olan tüm toplumsal kesimler açısından da böyle) bu istihdam biçimlerine dayalı katmanlı sömürüsünü kapsamayan ve cinayetler, şiddet, diğer toplumsal baskılarla bu gerçeği iç içe ele almayan her yaklaşımın ayakları da ufku da hayli kısadır.

 

 

Ayrıca Kontrol Et

12 Eylül’ü Hatırlamak (II)

‘O yenilgi, en başta dönemin “büyük” örgütlerinin yenilgisidir’