Kamu işçilerinden sonra sıra kamu emekçilerinde!



Yüz binlerce kamu işçisinin satışı sonrasında hükümet milyonlarca kamu emekçisini ilgilendiren toplu sözleşme için dalga geçmek bile diyemeyeceğimiz bir teklifle geldi! Süreç sendikal düzenin hal-i pürmelalinin resmi oldu!


Aileleri ve emeklilerle birlikte yüzbinlerce kamu işçisinin, en temel tüketim kalemlerine ardı ardına zammın bindirildiği bu kriz koşullarında hem geçmiş kayıplarını hem de önümüzdeki 2 yılda yaşanacak olası kayıplarını karşılayacak ücret ve sosyal hakları kapsayan toplu sözleşmenin Türk-İş’in satışıyla sonuçlanmasının ardından sıra, kamu emekçilerine geldi. Kendisini Türk-İş’in ağası olarak gören, işçilerin en temel örgütlenme aracı olan sendikayı kişisel zimmetine almışçasına “bu yaştan sonra grevle” uğraşamayacağını pişkince belirten Atalay’ın AKP’li devletin başıyla yaptığı görüşmeden sonra imzaladığı satış sözleşmesi, gelinen noktada mevcut sendikaların sarılığı geçerek faşizmin kahverengi rengine bulandığını, rejimin organik parçası olduklarını, onun rıza üretmekte kullandığı, nefes alıp vermesini sağlayan habitatı haline geldiklerini alenen gösterdi.

Rejimin kendi “sivil toplumunu” yaratmakta ulaştığı noktayı olduğu kadar, işçi sınıfının her iki anlamda da nasıl bir örgütsüzlük halinde içinde bulunduğunu da açıkça ortaya koyan bu gelişmenin ardından sergilenen tiyatroyu izlemeye devam ediyoruz. İşçi sınıfını sadece ekonomik-sosyal haklarını satarak değil aynı zamanda mevcut militarist yayılmacı politikaların arabasına da bağlamaya çalışan Atalay’ın (Atalay satışın hesabını vermek yerine rolüne de uygun bir pişkinlikle rejimin Rusya’dan S-400 satın almasının propagandasını yaparak işçi sınıfını da bu ideolojik angajmana davet etti!) ettiği her söz, sergilediği her pratik sınıf hareketinin yeniden örgütlenmesi, mevcut sendikal düzenin yerle bir edilmesi daveti anlamına geliyor.

Sendikaların rejimin organik bir parçası, ideolojik dayanakları, faşist rejimlere mahsus bir organikleşmiş sivil toplumu haline gelmesinin en tipik temsilcilerinden Memur-Sen bu zemin üzerinden milyonlarca kamu emekçisini ilgilendiren toplu sözleşme için yetkili sendika olarak görüşme masasına oturdu.

Türk-İş’in yüzbinlerce kamu işçisi ve ailelerini alenen satmasıyla (yüzde 8+4 zam!) sonuçlanan süreç, AKP’li devletin milyonlarca kamu emekçisine nasıl bir dayatmayla geleceğinin haberini veriyordu. Bayramdan önce göstermelik de olsa eylem kararları alan Türk-İş’in, Başkanı Atalay’ın bayramda Erdoğan’la görüşmesinin ardından o kararlar hiç alınmamış, o sözler hiç söylenmemiş gibi o satış sözleşmesini imzalaması; AKP’nin şef değneği gibi hareket eden ve bunu perdeleme gereği bile duymayan Memur-Sen’in neler yapabileceğinin anlaşılması açısından yeterlidir.

Nitekim öyle de oldu. Hükümet cephesi kamu emekçilerine dalga geçercesine 2020 yılı için yüzde 3,5+3, 2021 yılı için yüzde 3+2,5 oranında zam teklifiyle geldi.

Kamu İşveren Heyeti adına konuşan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tekliflerini, “Kamu çalışanlarımızın maaşlarında 2020’nin birinci 6 aylık döneminde yüzde 3,5, ikinci 6 aylık döneminde yüzde 3, 2021’in birinci 6 aylık döneminde yüzde 3, ikinci 6 aylık döneminde de yüzde 2,5 oransal artış yapılmasını, her 6 aylık dönem sonunda gerçekleşen enflasyon oranının, o 6 aylık dönemde yapılan artış oranını aşması halinde ise aradaki farkın bir sonraki 6 aylık dönemin başlangıcından itibaren kamu çalışanlarının aylık ve ücretlerine yansıtılmasını teklif ediyoruz.”  şeklinde sundu.

Getirilen teklif önceki dönemin bile altında bir teklif. Ki o dönemden farklı olarak enflasyon alıp başını gitmişken bu böyle oldu. Demek ki hükümet cephesi, işçi ve emekçilerin örgütsüzlük boyutlarını gayet iyi biliyor. Örgütlü gibi görünen kesimlerinin de aslında örgütsüz olduklarını, mevcut sendikaların ideolojik-siyasi olarak kendi denetiminde bulunduklarını bilmenin özgüveni ve hoyratlığıyla hareket ediyor. Öyle olmasa dalga geçmek bile diyemeyeceğimiz böyle bir teklifle gelmeye en azından cesaret edemezdi, süreci uzatır, sürüncemede bırakır ve sözkonusu teklifi hamasetle allayıp pullardı. Buna bile gerek duymayacak kadar aleni bir hoyratlık sözkonusu!

Hükümetin teklifine iktidar olanakları ve siyasi ceberrutlukla yetkili sendika haline getirilen Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, teklifin makul bir teklif olmadığı ve kabul etmeyecekleri sözleriyle tepki gösterdi. Grev sözünü toprağın en derinine gömen bu “sendikacılık” anlayışı “kabul etmeyeceğiz” derken bile perde arkasından taş çatlasa bir puanlık bir artışla süreci kapatmakta hükümetle anlaştığını ele vermekten kaçamadı. Keza Yalçın teklifin kabul edilemezliğini bile hükümetin “kriz yok”, “dengeleme politikası”, “yeni ekonomik plan” argümanlarıyla açıkladı. Ona göre bütçe fazla vermiş, döviz kurları düşmüş, faiz aşağıya çekilmişken böyle bir teklif nedenmiş (!). Bu anlayışın krizin varlığının siyasi iktidar tarafından bile kabul edilmek zorunda kalınacağı koşullarda ne yapacağını, nasıl davranacağını siz düşünün!

Memur-sen böyleyken diğer iki konfederasyon farklı mı? Dalga geçmek olarak bile tanımlayamayacağımız bu tekliften sonra açıklamalar yapan KESK ve Kamu-Sen yetkililerinin hiçbiri ne grevden bahsetti ne de anlamlı bir eylemli tepki gösterebildi. Onlar da Memur-Sen gibi teklifin kabul edilemezliğinden dem vurarak, işi Memur-Sen’e havale ettiler!

Sözün kısası TÜPRAŞ’la başlayan, kamu işçilerinin satışıyla çıplaklaşan bu süreç bize bir kez daha mevcut sendikal düzenin çürümüşlüğünü gösterdi. Bu çürüme geleneksel sarılığın, ağalığın, satıcılığın o tanıdık ritüellerinin bile ötesine geçerek aleni bir patron ve düzen sendikacılığı niteliği kazanmıştır.

KESK gibi ciddi demokratik-direniş dinamikler taşıyan sendikalar bile bu gidişatın dışında değil; hareketsiz kaldıkları, iradesizliğe dur demedikleri oranda objektif olarak aynı yolun yolcusudurlar. İşçi sınıfının kendi öz örgütleri olan sendikaların mevcut hallerinin yıkılıp sınıf sendikacılığı temelinde yeniden kurulmaları ya da ele geçirilmeleriyse tarihsel bir zorunluluktur!

Ayrıca Kontrol Et

Petrol-İş: As Plastik Yönetimi Suç İşliyor

Petrol-İş Sendikası As Plastik yönetiminin işlediği suçları anlattığı bir açıklama yaparak “izin vermeyeceğiz” dedi