Sudan’da devrim süreci -I



“Devrimin öğrenmekle, enternasyonal olarak birbirimizden öğrenmekle ilgili olduğunu söyleriz biz Sudan’da…”


Sudan halkı, Aralık ayından beri ayakta. Ordunun ve rejimin örgütlediği cinayet şebekelerinin estirdikleri teröre ve katliamlara rağmen meydanları terk etmiş değil. Sokak gösterileriyle zaman zaman hayatı durduran grevler ve sivil itaatsizlik eylemlerinin iç içe geçtiği özgün bir devrim süreci yaşanıyor. 30 yıldır Sudan halkına kan kusturan diktatör Ömer El Beşir’i iktidardan alaşağı ettikten sonra da hız kesmeyen halk hareketi, ordunun farklı kliklerinin peşine de takılmayarak kendi yolundan ilerleme ısrarı içinde.

Dünya ilerici kamuoyunda dahi hak ettiği ilgi ve desteği göremeyen Sudan’daki devrim sürecine dair hareketin yurtdışındaki militanlarından Adam Bahar’la dostumuz Turgay Ulu, Alınteri adına da konuştu. 

Turgay Ulu: Sizi Oranienplatz direnişinden tanıyoruz yine de kendinizi biraz tanıtır mısınız?

Adam Bahar: İsmim Adam Bahar. Sudanlıyım, Sudan’da doğdum ama 2012’den beri Almanya’da yaşıyorum. 2002’den beri siyaseten aktifim. Üniversite dönemlerinde Sudan halkının hak mücadelesinin ve diktatörlüğe karşı mücadelenin içerisinde yer aldım. 2003’ten bu yana savaş bölgesi olan Darfur’dan olmam, yönetime karşı bir şeyler yapmam konusunda temel motivasyonumu oluşturdu. Üniversite dönemlerinde de öz-örgütlü öğrenci gruplarının içerisindeydim. Darfur halkı ve demokrasi için örgütleniyorduk.

Bunun sonuncunda Sudan yönetimiyle problemler yaşadık ve Sudan’ı terk etmek zorunda kaldım. 2008’de Avrupa’ya geldim. Avrupa’nın Yunanistan, İtalya, Fransa gibi birçok ülkesinde yaşadım. 2012’de de Almanya’ya geldim.

Turgay Ulu: Sudan’daki güncel durum nedir? Özgürlük ve Değişim Güçleri ile ordu arasında bir anlaşma oldu. Sudan Komünist Partisi anlaşmadan çekileceğini bildirdi. Özgürlük ve Değişim Güçleri içerisinde başka gruplar da anlaşmadan çekildi mi?

Adam Bahar: Sudan’da geçtiğimiz hafta (17 Temmuz, 2019) Sudan anayasa değişim süreci üzerine imzalar atıldı. İlk metne imzalar atıldı ve süreç 17 Ağustos 2019’da tamamlanacak.

Geçiş sürecinde 6’sı muhalif partilerden, 5’i de ordudan olmak üzere 11 kişi hükümeti kuracak. İlk 18 ayında askeri, ikinci 18 ayında ise sivil yönetim iktidar olacak. 3 yıllık geçiş sürecinden sonra ise yeni hükümet seçimlerden sonra belli olacak.

Fakat bu yalnızca anayasanın ilk bölümü. İkinci bölümde, başkan ve meclis ülkeyi yönetecek. Meclisin yüzde 67’lik diliminde devrimin içerisinde yer alan ve devrimi sürükleyen halkın partileri, yüzde 33’lük bölümünde ise devrime katılmayan ama eski yönetime karşı olan ve Ömer el-Beşir rejimiyle birlikte hiçbir zaman çalışmamış partiler olacak.

Anayasanın üçüncü bölümü ise, toplumun her kesiminin, gençliğin ve kadınların mecliste olması. Sudan gelecekte parlamenter şekilde yönetilecek ve bakanlıklar iktidarı alacak. Eskisi gibi sadece başkan bütün gücü elinde tutmayacak. Bugün Almanya’da olduğu gibi başkan olacak ama başkanın gücü sınırlı kalacak. Almanya’da şansölye var, Sudan’da ise başbakan olacak. Muhalif partiler de olacak elbette.

Sudan Komünist Partisi ile diğer partiler arasındaki sorun geçiş süreciyle ilgili. Beş üyenin asker, altı üyenin sivil olduğu geçiş hükümetini kabul etmiyorlar, çünkü bu beş asker üye sokaktaki protestoculara karşı şiddet kullanmakla suçlanıyorlar. Dolayısıyla Komünist Parti geçiş sürecine dahil olmayacak. Fakat geçiş sürecinden sonra, yani askerin bir etkisinin olmayacağı hükümette yer alacak. Bu arada yerel siyasette aktif rol amayı sürdürecek.

Sudan 1965’ten, Büyük Britanya’dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana hep ordu tarafından yönetildi. Ordu, Sudan’ı 60 yıldır yönetiyor ve onları tamamen iktidar dışı bırakmak zaman alacak.

Turgay Ulu: Dünyadaki devrimciler bu devrimin nasıl örgütlendiğini merak ediyor. İnsanlar mahallelerde neler konuşup tartışıyordu?

Adam Bahar: Devrim 2018 Aralık’ında siyasi bir değişim için değil ekmek fiyatının 3 kat artması nedeniyle başladı. Sudan’ın marjinalize edilen bir bölgesi olan Atbara’da, öğrencilerin sokağa çıkıp ekmek talep etmesiyle başladı. Polis ve kolluk kuvvetleri şiddetle karşılık verdi ve bunun sonucunda birçok öğrenci öldürüldü. Öğrencilere yönelik saldırıdan sonra diğer insanlar da bu protestolara katılmaya başladı. Öfkeli oldukları için Ömer el-Beşir’in parti binasını (Ulusal Kongre Partisi) yaktılar. Sonraki gün diğer şehirlerde de Atbara ile dayanışma eylemleri düzenlendi. Devrim işte böyle başladı.

Devrimi anlamak için tarihe de bakmamız gerek. Bu Sudan’daki ilk devrim değildi. 1946’da ve 1958’de de iki devrim oldu. Bütün bu süreçlerde devrimi sürükleyenler işçi sendikalarıydı. Ömer el-Beşir iktidara geldiğinde ilk icraatı işçi sendikalarını kapatmak oldu. Sudan Profesyoneller Derneği (SPD) 2012’de otonom bir işçi sendikası olarak kuruldu, ilk önce avukat ve doktorlarla başladı. 2012’den bu yana yalnızca asgari ücretin artırılması gibi işçi hakları mücadelesi veriyorlardı. Bu yolla birçok kişiyi örgütlediler.

SPD, Atbara’daki ekmek eylemlerinin hemen iki gün öncesinde işçilerin sigortalı, kayıtlı çalışması ve asgari ücretin artırılması için bir eylem düzenlemişti. Atbara’da olanları görünce öncülük etmeye ve eylemlerinin taleplerini değiştirmeye karar verdiler. Yalnızca asgari ücreti yükseltmek için değil, Ömer el-Beşir rejimini yıkmak için bütün halka çağrı yaptılar.

SPD bu şekilde öncü oldu. Öncesinde de üyelerinin kim olduğunun bilinmediği, otonom bir yapıya sahipti. Devrim sürecinde Facebook’ta bütün Sudan vatandaşlarına eyleme katılmaları ve kendilerini örgütlemeleri için çağrıda bulundu. Aynı zamanda mahallelerde ‘Sudan Direniş Komiteleri’ adı verilen yerel örgütlenmeler mevcuttu. Bu komiteler, kendini SPD içerisinde hissetmeyen ama devrime katılma ihtiyacı hisseden insanlar tarafından kuruldu. Birbirini çok iyi tanıyan 4-5 kişiden oluşan gruplar oluşturdular. Bu yolla her mahallede 15-20 grup oluşturuldu. Kimse diğer bir grubun üyelerini tanımıyordu ama eylemlere beraber gidiyorlardı.

Aynı zamanda otonomlar şeklinde yapılanan SPD’ye de insanlar katılmaya devam ediyordu. Siyasi olarak da talepler daha güçlü vurgulanıyordu. Devrimin başlangıcından yaklaşık 1 ay sonra 1 Ocak 2019’da SPD, Değişim ve Özgürlük isminde bir bildiri yayınladı. Bu bildiride Sudan’ın gelecekte nasıl yönetilmesi gerektiğine dair öneriler yer alıyordu. Demokratik bir Sudan’ın gerekliliğinden ve bu yönetimin tartışmasız bir biçimde uzaklaştırılması gerektiğinden bahsediyordu. Ömer el-Beşir’i ve hükümetini istemiyorlardı. Sudan, insanların siyasete katılmak istediği, otonom bir şekilde kendi kararlarını kendilerinin aldığı bir ülke olmalıydı.

Bütün partilere bu bildiriye imza atmaları için çağrı yaptılar. Örneğin Sudan Komünist Partisi, Sudan Ümmet Partisi, Sudan Birlik Partisi imzaladı ve koalisyonun bir parçası oldu. Başka siyasi grup ve sivil toplum örgütleri de imzaladılar.

Devrimi örgütleyen 3 grup vardı. Bir grup SPD’ydi, öteki pratik işleri yapan ve insanları sokağa çağıran yerel komitelerdi. SPD eylemin çağrısını yapan ve örgütleyendi.

Bu devrimi başarılı kılan yerel yapıydı. Yapının örgütlenişinde kimse kimseyi tanımıyordu. Her bölgede yerel olarak örgütleniyordu ve bugün de halen böyle. 3 yıllık geçiş döneminde de bu hareketi ve çalışmalarını kimse durduramayacak. Her gün farklı biçimlerde eylemler düzenliyorlar; sokağa çıkıyorlar, mahallelerdeki insanları ziyaret ediyorlar, akrabaları ya da arkadaşları öldürülen insanları ziyaret ediyor destekliyorlar. Bu yapı bugüne kadar geldi.

Bu yapı gerçekten işe yarıyordu çünkü insanlar siyasi partilere değil kendi yerel yapılanmalarına dayanıyordu. Devrimi savunmak ve diktatörlüğün yeniden gelmemesi için çalışıyorlardı.

Mesela son iki gün içerisinde bir siyasi parti Sudan’da yeni bir ofis açtı. Yerelden insanlar doğrudan ofise gidip ofisi açmak için parayı nereden bulduklarını sordular. Çünkü açtıkları yer merkezi bir semtte nezih bir yerdi. Belki yolsuzlukla finanse edilmişti ve biz Sudan’da artık yolsuzluk istemiyoruz.

Turgay Ulu: “Kurşunlar değil ama sessizlik bizi öldürüyor” demişti Sudan devriminden bir kadın. Kadınların da bu devrimde önemli bir rol aldığını biliyoruz. İnsanlar hayatlarını feda edecek noktaya nasıl geldiler?

Adam Bahar: Bu durum, kadınların bu rejim altında nasıl ezildiğiyle ilgili. Çünkü Ömer el-Beşir rejimi ülkeyi 30 yıldır Müslüman Kardeşler rejimi gibi yönetiyor. Sudan’da din ve şeriat adına iktidarı ellerinde tutuyorlar. Ne yazık ki bir yerde şeriat varsa ilk yapılan şey kadını kontrol altına almak oluyor. Kadınlar kamusal alanlarda oturamıyor, pantolon ya da başka kıyafetler giyemiyor ya da erkeklerle aynı yerde çalışamıyorlardı. Sadece kadın veya sadece erkek üniversiteleri vardı. Eski yönetim bunları iktidara geldiğinden beri uyguluyordu.

Fakat 2002 yılında Kamu Düzeni Kanunu adında açıkça kadınlara karşı bir yasa çıktı. Kadınlar 2002-2003’ten beri bu yasaya karşı mücadele ediyor ve kendilerini örgütlüyordu. Bu mücadele kadınlara deneyim kazandırdı ve kendi otonom yapılarını kurmalarına yol açtı. Devrim başladığında kadınlar zaten hazırdı. Dolayısıyla kadınları sokaklarda görmemiz normal.

Şimdi imzalanan yeni anayasa taslağında yeni yönetim kadınların haklarını desteklemek zorunda. Örneğin yeni mecliste yüzde 40 kadın kotası olacak.

Yine de yeterli olmadığını düşünüyoruz, çünkü muhalif partilerin yapılarını da değiştirmemiz gerek. Çünkü birçok partide kadınların temsil edildiği pek söylenemez. Askerlerle siviller arasındaki müzakere grubunda yalnızca bir ya da iki kadın var, gerisi erkek. Muhalif partiler 30 yıldır legal siyasi çalışma yürütemediği için yeraltında çalışmak zorunda kalıyordu, bu da kadınların dahil olmasını daha da zorlaştırıyordu. Yeni anayasanın yazılması ve siyasi partilerin yapılarının değişmesiyle kadınların eşit katılımı mümkün olacak.

Turgay Ulu: Devrime katılan halk şiddet içeren yöntemler kullanmadı. Bunun sebebi silaha erişimlerinin olmaması mıydı? Yoksa bu baştan verilen bilinçli bir karar mıydı?

Adam Bahar: Buna cevap vermek için Sudan’ın tarihine bakmamız gerek. Sudan’ın kuzeyiyle güneyi arasında 20 yıldır bir savaş yaşanıyordu. Bu savaşın sonucunda 2010 yılında Güney Sudan yeni bir ülke olarak kuruldu. 2003’ten beri Darfur’da bir savaş yaşanıyor, Nuba Dağları’nda ve Mavi Nil bölgesinde ise 2011 yılından beri. Bu savaşların sonucunda 2 milyon kişi katledildi, milyonlarca insan göçmek zorunda kaldı.

Halk bu diktatörün silahla yıkılamayacağı fikrindeydi, çünkü Darfur (2003’ten beri) ve Nuba Dağları’nda (2011’den beri) farklı gruplar yönetime karşı silahlı olarak mücadele ediyordu. Fakat hiçbir kazanım elde edemediler, çünkü yönetimin her zaman daha fazla silahı vardı.

Halk barışçıl bir devrimde karar kıldı. Kimseye karşı hiçbir şekilde şiddet kullanılmayacaktı. Çünkü eğer şiddet söz konusuysa yönetimden daha güçlü değildik. Üstüne üstlük yönetim Suudi Arabistan, Katar hatta Mısır gibi ülkeler tarafından destekleniyordu. Bütün bu ülkeler Sudan’ın demokratik bir ülke olmasını istemiyordu.

Sivil itaatizlik şiddet yöntemlerine göre daha başarılı. Bu, insanların Sudan tarihinden öğrendiği bir şey. Aynı zamanda ülke dışından da, örneğin Suriye’de olanlardan da çok şey öğrendi. Silaha karşı silah, halkı iktidara getirmek yerine ülkenin çöküşüne neden oluyor. Bu nedenle devrimin öğrenmekle, enternasyonal olarak birbirimizden öğrenmekle ilgili olduğunu söyleriz biz Sudan’da.

Mısır devriminde, Rabia el Adaviye Meydanı’nda da aynı şeyler oldu. Bütün diktatörler birbirinden öğreniyor ama işin ilginç tarafı devrimi yapan halklar, birbirinden diktatörlere göre daha hızlı öğreniyor. Sudan’da ordu, şiddete başvurarak direniş meydanını boşalttı ve insanların korkacağını, sokağa çıkmayacağını, iktidarı elinde tutabileceğini düşündü. Halk bunu Mısır’da zaten gördü ve kabul etmedi. Katliamdan sonra sokağa daha çok çıktı. Son eylem çağrısı 30 Temmuz’daydı ve her şehirde en az 2-3 milyon kişi sokağa indi.

Sudan’da şiddet yeni bir şey değil, biz bunu 30 yıldır yaşıyoruz. Bu yönetim 20 yıldır insanları öldürüyor fakat insanlar bundan bahsetmiyor. Diğer tüm güçler, özellikle de Avrupa, mülteci akınını kontrol etmesi için askeri yönetime ihtiyaç duyduğundan Sudan’da olanları görmezden geliyor, ağzına dahi almıyor.

Devriminden başlangıcından beri 500-600 kişi yaşamını yitirdi ama devrim başarıya ulaştı. Fakat şiddet kullanılsaydı belki milyonlarca insan ölecek ve yine de hiçbir kazanım elde edilemeyecekti. (sürecek)

Ayrıca Kontrol Et

Halep’e Saldıran Cihatçı Çeteler de Telsizleri Patlattı!

Türkiye destekli cihatçı çeteler ve HTŞ Halep’e yönelik saldırısında da İsrail’in Lübnan’da Hizbullah güçlerinin kullandığı telsizleri patlatma pratiği yinelendi!