10 Ekim, faili malum -II



Resmi yazışmalar, dava dosyası, ifadeler ve kanıtlarla 10 Ekim ve diğer IŞİD katliamlarının hangi süreçte, nasıl ve niçin tezgahlandığı tüm açıklığıyla ortada


Rüzgar Kaya

Tam bu sırada, Gaziantep TEM Şube Müdürü‘nün 13 Mayıs 2015 tarihli operasyon talebi yerine getirilseydi ne olurdu? Örgütün Gaziantep hücresi çöker, katliamlar da engellenmiş olurdu. Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun 4 yıl sonra ortaya çıkıp “en karanlık dönem” dediği bu sürecin “Terörle mücadele defterleri açılırsa” eğer, öncelikle bu soruşturma dosyasında gerekli operasyon talimatının verilmesini kimlerin engellediği sorgulanmalıdır. Engelleme iradesinin varlığına dair çok sayıda kanıt ve olay var. İşte bunlardan birini, müdahil avukatların dilekçesinden uzun bir alıntıyla aktaralım:

Tam da bu kesitte, 25.03.2014 günü  Urfa karayolu Gatem bölgesinde yapılan rutin yol kontrolü sırasında, 27 R 4081 plakalı araç şüphe üzerine durduruldu; aracın içinden ilerde 10 Ekim katliamının hazırlıklarına katılacak olan ve Suriye’den dünyaya yayınlanan kanlı infaz görüntülerinde yer alan Ahmet GÜNEŞ*, yanında 10 Ekim katliamının planlayıcılarından olan Yunus DURMAZ’ın kardeşi Ökkeş DURMAZ ve 10 Ekim katliamının hazırlıklarına katılacak olan ve davanın şu an firari sanıkları arasında yer alan Mustafa DELİBAŞLAR; IŞİD örgütüne ait malzemelerle birlikte gözaltına alındılar. Hesapta olmayan, devletin başka bir biriminin rutin görevi sırasında gerçekleşen bir gözaltıydı.

Gaziantep CBS’nın 2012/44540 sayılı soruşturma dosyasında hakkında oldukça önemli kanıtlar toplanan ancak yakalamaya dönük bir işlem yapılmayan Ahmet GÜNEŞ’in, 25.03.2014 günü rutin yol kontrolüne takılıp yanında iki IŞİD üyesi ile birlikte yakalanması, El Kaide-IŞİD soruşturma dosyalarını rafta tutanlar için beklenmedik bir durumdu. Üstelik resmi işlemler yapılmış, suç kanıtları (IŞİD’e ait propaganda malzemeleri, silahlı eylem resimleri vb) toplanmış, tutanaklar tutulmuş, malzemelerin resimleri dahi dosyaya konulmuştu. Bulunan dijital kayıtlarda Ahmet GÜNEŞ’in silahlı IŞİD üyeleri ile birlikte, elerinde uzun namlulu silahlarla bir şahsın öldürülmesine iştirak ettiğini, cinayet için fetva verdiğini kesin olarak kanıtlayan video kayıtları dahi vardı. IŞİD’in dünyaya korku salmak için yayınladığı cinayet görüntülerinden biriydi. Savcının elinde bir de, 2012/44540 sayılı soruşturma dosyası ile bu dosyada yer alan kanıtlar vardı. Ancak bu dosyada başka IŞİD üyeleri de vardı ve yukarıda açıkladığımız gibi  rafta bekletilen bir dosyaydı.

 

Bu durumda bir savcı için yapılması gereken zorunlu görev, her iki dosyadaki kanıtların birleştirmek, Ahmet GÜNEŞ ve yakalanan diğer iki şüpheli hakkında, Anayasal düzeni ihlal suçundan soruşturmayı tamamlayıp iddianame düzenlemektir. Savcı yine görevini suistimal ederek her iki dosya kanıtlarını birleştirmeden, üstelik fezlekede ayrıntıları ile yer alan, uzun namlulu silahlarla işlenen cinayet görüntülerine iddianamede (kasten ve bilerek!) yer vermeden sadece örgüt üyeliğinden iddianame düzenledi. Soruşturmanın en önemli ve en ağır suç kanıtına iddianamede yer vermeyen Savcı belli ki beklenmedik bir şekilde yakalanan Ahmet GÜNEŞ’in ve diğer iki IŞİD üyesinin uzun süre tutuklu kalmalarını istemiyordu. Öyle de oldu. Ahmet GÜNEŞ ile Mustafa DELİBAŞLAR’ın serbest kaldıktan sonra Gaziantep’teki örgüt hücrelerine yeniden katıldıklarını ve bu nedenle 10 Ekim katliam davasının sanıkları olduklarını bir kez daha hatırlayalım, önemlidir!

 

İddianame Urfa 5. ACM’ne tevzi edildi. Tensibi müteakip davanın 17.06.2014 tarihli 2. duruşmasında görev yapan duruşma savcısı ve Mahkeme heyeti iddianamedeki vahim eksikliği tespit ettiler ve Ahmet GÜNEŞ’i bu cinayet görüntüleri üzerinden sorguladılar. Ahmet GÜNEŞ tevilli ikrar biçiminde ifadeler verince hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ve birleştirme talepli ek iddianame düzenlenmesi için Başsavcılığa müzekkere yazılmasına karar verdi. Müzekkere aynı  gün yazıldı ve Mahkeme Başkanı’nın imzası ile Başsavcılığ’a gönderildi.

 

Müzekkereyi alan Başsavcılık ve iddianameyi bilerek eksik düzenleyen savcı ne yaptı? Müzekkereyi aldılar rafa koydular. 6 ay beklettiler, öldürme fiili nedeniyle ağrılaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren “Anayasal Düzeni İhlal” suçundan tutuklanması için dahi bir işlem yapmadılar. Bu arada suç duyrusunda bulunan Mahkeme başkanı ile bir heyet üyesi başka mahkemelere tayin edildiler. Yerlerine başka hakimler atandı. Davanın 30.10.2014 tarihli duruşmasında görevli yeni Mahkeme heyeti tarafından üç sanığın da tahliyelerine karar verildi. “Anayasal düzeni ihlal” suçu faili Ahmet GÜNEŞ ile Ökkeş DURMAZ ve Mustafa DELİBAŞLAR tahliye olur olmaz yeniden IŞİD’e katıldılar. Ahmet GÜNEŞ, IŞİD katliamlarına doğru giden süreçte örgütün istihbarat biriminde ve canlı bomba hazırlanması faaliyetlerinde yer aldı. Hatay’dan gelen dosyadaki parmak izi tespitiyle de sabit.

 

Ahmet GÜNEŞ hakkındaki suç duyurusu ve birleştirme talepli ek iddianame düzenlenmesine dair yargı kararı, sanık tahliye edildikten yaklaşık bir buçuk ay sonra raftan alındı ve kerhen işleme konuldu. IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu bilen ve bilmek zorunda olan Başsavcı ve yönetimindeki görevli savcı, Anayasal düzeni ihlal suçundan değil kasten adam öldürme suçundan, sanıkların çoktan tahliye edildikleri 5. ACM’ndeki dava ile birleştirilmek üzere bir iddianame düzenledi. Ancak sanığı sorguya çağırmadığı gibi gözaltına alınması ve yeniden tutuklanması yönünde bir işlem dahi yapmadı. Hazırlanan birleştirme talepli iddianameyi alan 5. ACM’nin yeni heyeti iddianamenin reddine karar vererek bir katilin yargılanmasına açıkça ve cüretkarca engel koydu. Oysa suç duyurusu ve birleştirme talepli ek iddianame hazırlanmasına dair ara kararı bu mahkemede verilmişti. Aynı mahkeme, kendi suç duyurusu üzerine hazırlanmış iddianameyi reddederek görevini açıkça kötüye kullandı. Futbol dilinden bir benzetme ile ifade edersek, katilin yeniden tutuklanmaması için, Gaziantep Adliyesinde, yargı mensupları tarafından “orta sahada top çevirme” eylemi yapılıyordu.

 

İddianamenin reddine karşı itiraz süresi 7 gündür. Görev suistimali rekoru kıran savcı bu kez 7 günü geçirdikten sonra itiraz başvurusu yaparak rekorunu yeniledi. Bir üst mahkeme itiraz süresi geçtiği için red kararı verdi. Savcı tekrar ayağına gelen topu bir yerlere atmak zorundaydı. Aynı iddianameyi tarih güncelleyerek kopyaladı, yapıştırdı ve bu kez 5. ACM’ne değil tevziye gönderdi. İddianame  2. ACM’ne tevzi edildi. 2. ACM cinayetin kesin delillerine,  resen tutuklama yetkisine sahip olmasına, tutuklamayı gerektiren tüm koşullar dosyada mevcut olmasına rağmen katili tutuklama kararı vermediği gibi Ahmet GÜNEŞ’in serbest bırakıldığı örgüt davası ile birleştirme kararı da vermedi. “Top çevirme” devam ederken 2015 genel seçimleri sürecine girilmiş, IŞİD katliam  hazırlıklarına başlamıştı.

 

Ahmet GÜNEŞ  davetiye ile duruşmaya çağırılıyor, tabbi ki gelmiyordu. 5 Haziran 2015 günü HDP  Diyarbakır mitinginde iki bomba patlatan IŞİD ilk seçim katliamını gerçekleştirdi. Urfa 2. ACM katliamdan 6 gün sonra Ahmet GÜNEŞ hakkında duruşmaya gelmediği için yakalama kararı çıkardı. Ancak davaları yine birleştirmedi. Biri örgüt üyeliğinden, diğeri kasten adam öldürmekten iki dava aynı süreçte derdest olmaya devam ettiler.

 

Bu süreçte Emniyet ve yargı mensuplarının tutumu, kasıt içermeyen zaaflar ve ihmaller niteliğinde olsaydı, 5 Haziran katliamı uyarıcı bir etki yapar ve rafta bekletilen dosyalar derhal operasyonlara dönüştürülür, failler yeni katliam hazırlıkları sırasında amacına ulaşmadan yakalanırlar ve katliamlar engellenirdi. Engellenmedi, çünkü zaaf ya da ihmal değil organize edilmiş görev suistimalleri söz konusuydu.

 

Katliam faillerinin teknik takip verileriyle dolu 2012/44540 sayılı soruşturma dosyası rafta beklemeye devam etti. Operasyon için çoktan ogunlaşmış dosyalar rafta bekletilirken, dosyalarda adları geçen katiller tarafından amonyum nitratlar, çelik bilyeler satın alınıyor, depolar tutuluyor, canlı bomba yelekleri dikiliyor, araçlar hazılanıyor, para akışları sağlanıyordu.  20 temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara katliamları bu hazırlıkların sonucunda gerçekleştirildi. 10 Ekim katliamının yapıldığı gün, Ahmet GÜNEŞ Genç Ensar Derneğinin genel kurulunu yönetiyordu, üstelik hakkındaki yakalama kararı varken. 

 

Yargı mensuplarının görev suistimalleri devam etti. Ahmet GÜNEŞ hakkında derdest olan örgüt üyeliği davasının 22.10.2015 günü yapılan duruşmasında, örgüt ile ilişkileri kanıtlayan çok sayıda maddi kanıta, cinayet fiilinin videolarına rağmen; diğer sanıkların beraatine, Ahmet GÜNEŞ’in örgüt üyeliğinden mahkumiyetine ve ödül olarak da iyi hal indirimine, adli kontrol kararının da kaldırılmasına karar verilerek dosya kapatıldı. 10 Ekim katliamının faillerinden olan Ahmet GÜNEŞ katliamdan 12 gün sonra Urfa 5. ACM tarafından iyi hal indirimi ile ödüllendirildi. Siyasal cinayetin konu edildiği 2. ACM’deki kasten adam öldürme davası ise katil bulunamadığı için derdest kalmaya devam etti.

IŞİD’in Gaziantep yapılanmasına karşı eş zamanlı operasyon talimatının verilmediği bu zaman kesitinde iktidar sözcüleri, seçim sonrası kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda sık sık kaostan bahsettiler, toplumsal korku yaratmaya çalıştılar.

 

Bu açıklamaların ardından IŞİD’in Gaziantep hücreleri 20 Temmuzda Suruç, 10 Ekimde Ankara Gar katliamlarını gerçekleştirdiler. 10 Ekim katliamından sonra Başbakan Davutoğlu oylarının arttığını açıkça ilan etti. Katliamlar gerçekleştirildikten, toplumda kaos korkusu yaratıldıktan, 1 Kasım 2015 seçim sonuçları iktidar partisi lehine dönüştürüldükten sonra, rafta bekletilen 2012/44540 sayılı soruşturma dosyası, 10.11.2015 günü yeniden faaliyete geçirildi. Artık hedefe ulaşılmış, katliamların bir kısım tetikçileri de örgütsel görevlerini tamamladıktan sonra zaten yakalanmışlar, son kullanma tarihleri dolmuştu. İlgili Cumhuriyet Savcısı  tarafından 10.11.2015 tarihinde Ahmet Güneş, Nusret Yılmaz, Yunus Durmaz,Talha Güneş ve bir kısım şüpheli hakkıda tutuklamaya yönelik yakalama kararı verilmesi talep edildi ve Gaziantep 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 2015/5554 D.İş sayılı dosyası ile yakalama kararı verildi. Böylece, 10.08.2012 yılında başlatılan soruşturma, 4 yıla yakın bir süre oyalandıktan, kataliamlar gerçekleştikten sonra 04.03.2016 tarihinde, 2016/479 nolu iddianame ile davaya dönüştürüldü.

Diyarbakır ve Suruç katliamlarının yapıldığı süreçte, IŞİD 10 Ekim katliamının hazırlıklarını da yapıyordu. Gaziantep Başsavcılığının 2012/44540 soruşturma nolu dosyasında talep edilen operasyon talimatı ise ısrarla rafta tutulmaya devam ediliyordu. Ve bu hazırlık sürecinin sonunda canlı bombalara eskortluk yapacak Yakup ŞAHİN ile katliamın diğer faillerinden Deniz BÜYÜKÇELEBİ, İlhami BALI ve Yunus DURMAZ’ın katliam öncesinde teknik takip altında olduklarını gösteren bir başka belge daha vardı; Ankara İl Emniyet Müdürü, Güvenlik ve İstihbarat Şube Müdürleri ve yardımcıları hakkında soruşturma yapan mülkiye müfettişlerinin 25.02.2016 tarihli ön raporu:

Müfettişliğimizin 17.11.2015 tarihli bilgi talep yazısı üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığının göndermiş olduğu 18.12.2015 tarih ve 761887 sayılı cevabi yazıda; Polis fezlekesinde Ankara Tren Garı önünde 10.10.2015 tarihinde meydan gelen patlamanın şüphelileri arasında yer aldığı belirtilen Yunus Emre ALAGÖZ isimli şahıs hakkında Adıyaman İli tarafından, Yakup ŞAHİN, Müslüm BİZET, Deniz BÜYÜKÇELEBİ, Yunus DURMAZ isimli şahıslar hakkında Gaziantep İli tarafından, İbrahim BALI (doğrusu İlhami BALI’dır) isimli şahıs hakkında Gaziantep İli tarafından, Ankara’da gerçekleşen patlama olayı öncesinde iletişime müdahale tedbirlerinin uygulandığının tespit edildiği belirtildiğinden, bahse konu tedbirlerin uygulanması soncunda herhangi bir bilgi elde edilip edilmediği, edilmişse ilgili yerlere herhangi bir bildirim eksikliği bulunup bulunmadığı konularının Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından araştırılması için Mülkiye Müfettiş Kurulu Başkanlığına iletimde bulunulacağından, konunun bu yönü;

 

Bu ön inceleme raporu kapsamı dışında bırakılmıştır.

Bu arada, MİT tarafından Ankara’da Anadolu Otel’de misafir edilip görüşme yapıldığı haberi basına düşen İlhami BALI’nın klasörler dolusu telefon dinleme kayıtlarının dava dosyalarına geldiğini, bu dinleme kayıtlarında yer alan görüşmelerin ağırlıklı olarak Türkiye üzerinden IŞİD’de insan ve malzeme geçişlerinin organize edilmesine dair olduğunu belirtelim.

25.02.2016 tarihli Müfettiş Ön Raporunda; “…Ankara İl Emniyet Müdürü, Eski İstihbarat Şube Müdürü, Terörle Mücadele Şube Müdürü, Eski Güvenlik Şube Müdürü ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü  (C) Büro Amiri  hakkında; …4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu görevlilerinin Yargılanmaları Hakkında Kanunun 6. Maddesi gereğince ‘Soruşturma İzni Verilmesi’ gerektiği;…” kanaati bildirildi.

Ancak Ankara Valiliği soruşturma izni vermeyerek yargılama yolunu kapattı. Müdahil avukatların Ankara Valisi hakkında suç duyurusu başvuruları ise İçişleri Bakanlığı tarafından “soruşturma izni verilememesi” kararı ile yanıtlandı. Güvenlikten sorumlu kamu yöneticilerinin görev suistimallerinin soruşturulmaları ve yargılanmaları siyasi iktidarın hükmettiği idari hiyerarşi içinde engellendi.

Devletin bilgi toplamakla görevli kurumları bilgileri toplamış, ilgili bazı kurumlarla kısmen paylaşılmış, failler sürekli takip ve kayıt altında tutulmuş ancak önlem alması, failleri yakalaması gereken kurumları kılını kıpırdatmamıştı.

 “10 Ekim Katliamının Yolu Nasıl Açıldı?”

Sorunu yanıtını yine müdahil avukatların sundukları dilekçeden aktaralım:

10 Ekim katliamının gerçekleştirilmesi için tüm hazırlıklar tamamlanmasından sonra katiller, Alyas Sitesindeki hücre evinde toplandılar. Geliş-gidiş trafiği yoğunlaştı. Canlı bomba denilen, ruhları uyuşturulup canlı robota dönüştürülmüş katiller hücre evine getirildiler, araçlar hazırlandı, iki araç arasındaki irtibatı sağlayacak hat ve telefon cihazları alındı, şifreli mesajlar belirlendi. Önden gidip eskortluk yapma görevi verilen Yakup ŞAHİN  09.10.2015 günü akşamı saat 09.00 sularında; canlı bombaları taşıyan Halil İbrahim DURGUN’un kullandığı araç 09.30 sularında yola çıktılar.

 

2011’den itibaren El Kaide ve IŞİD örgütlerinin örgütlenme sürecinde, 2015 başlarından itibaren katliamların hazırlık sürecinde bir eli takip ve kayıt yapan devletin (ve AKP siyasi iktidar odağının) diğer eli bu kez seyirci kalmadı. Katliam için araçlar yola çıktıkları andan itibaren kuvvetle muhtemeldir ki bu el harekete geçti, ancak katliamı önlemek için değil, katillerin yolunu açmak için!

 

Canlı bombalara eskortluk yapan Yakup ŞAHİN Adana-Ceyhan arasında bir kontrol noktasına takıldı. GBT araması yapıldı bir engel çıkmayınca yola devam izni verildi. Kontrole takıldığını arkadan gelen Halil İbrahin DURGUN’a bildirmesi gerekiyordu. Daha önceden anlaştıkları üzere, bu iş için alınmış özel hattan SMS gönderdi. Ancak cevap alamadı. Bir süre gittikten sonra u dönüşü yaparak kontrol noktasının gerisine geldi, tekrar u dönüşü yaparak Ankara istikametine girdi. Yine aynı kontrol noktasına takıldı. Bu kez polisler “sen daha önce buradan geçmiştin” dediler. Yolu kaybettiğini bu nedenle geri döndüğünü söyledi. Bunun üzerine araçta arama yapıldı, uyuşturucu bulundu. Yakup ŞAHİN’in duruşmada sorgu sırasında ifade ettiği gibi özetle “yolda ihtiyacım olduğunu, içici olduğumu söyledim, polisler de bir şey yapmadı” dedi. Emniyette alınan ilk ifadesinde uyuşturucu alışkanlığı olduğunu zaten söylemişti. Duruşmadaki ifadesi ile uyumluydu. Yakup ŞAHİN tekrar yola çıktıktan kısa bir süre sonra ilerde canlı bombaları taşıyan Halil İbrahim DURGUN’un aracını sağa çekilmiş bekler vaziyette buldu.

 

Duruşmadaki sorgu sırasında, “kontrol noktasında görevli polislerin geçen her aracı durdurup durdurmadığına” dair  sorumuza, “geçen her araç durduruluyordu” diye cevap vermiş; yine sorumuz üzerine, canlı bombaları taşıyan aracın camlarının renkli filmle kaplı olduğunu, içinin görünmediğini söylemişti. Yani polislerin şüphesini çekmesi gereken bir araçtı. Yakup ŞAHİN kontrol noktasını önceden SMS atarak bildirmişti. Ancak buna rağmen canlı bombaları taşıyan araç kontrol noktasına gelmeye cesaret etmiş ve üstelik bir engele takılmadan geçmişti. Canlı bombaların yolu açılmıştı, ancak bu kontrol noktasının nasıl geçildiği hususu soruşturma yapan savcıları hiç ilgilendirmedi.

Gölbaşı yakınlarında bir dinlenme tesisinde buluştular, sabah 07.00 sularında mola verdiler. Halil İbrahim DURGUN Yakup ŞAHİN’e, önden  Ankara merkezine kadar gidip yol kontrolü olup olmadığına bakmasını ve geri dönüp bilgi vermesini istedi. Yakup ŞAHİN mola yerinden Ankara merkezine kadar gitti ve geri döndü; hiçbir yol kontrolü yoktu. Çünkü o gün yapılacak miting nedeniyle güvenlik planında yer alan yol kontrolü sabah 02.00 sularında Ankara Valisinin plan dışı talimatı ile kaldırılmıştı. Hiçbir engel kalmamış, canlı bombaların yol açılmıştı. Halil İbrahim DURGUN Yakup ŞAHİN’e görevinin bu aşamasının sona erdiğini söyledi. Yakup ŞAHİN görevinin diğer aşamasını yerine getirmek, önceden katliam yerini etüd etme göreviyle Ankara’ya gönderilmiş olan amcası Hakan ŞAHİN’i alıp Gaziantep’e dönmek üzere tekrar Ankara’ya giriş yaptı. Dosyada adı yazılı otele gitti. Söylediğine göre burada bir süre dinlendi. Hakan ŞAHİN ile buluştu ve birlikte Gaziantep’e geri döndüler. Bu kesitte aydınlatılması gereken karanlık yanlar da vardı ancak aydınlatılmadı.

 

Halil İbrahim DURGUN, aracında bulunan iki bombalı katille birlikte Ankara’ya doğru hareket etti, Ankara Valisi’nin kontrolü kaldırttığı yoldan giriş yaptı, katilleri kent içinde bir yere bıraktı ve İstabul’a doğru hareket etti. Bomba yelekli katiller bırakıldıkları yerden bir taksiye binerek miting toplanma alanına yakın bir yerde indiler ve alana doğru yürümeye başladılar. Bombaları patlatacakları toplanma alanına girerken arama noktasına takılabileceklerini hiç düşünmediler mi? Dosya kayıtlarına baktığımızda, üzerlerinde bombalarla alana girerken olağan güvenlik arama noktalarını nasıl geçeceklerine dair bir plan yapmadıkları, alana hiçbir engele takılmadan girebileceklerine dair bir güven içinde oldukları anlaşılıyor. Katliam planlayıcıları bunu neden gerekli görmediler? Bu sorunun yanıtı, “güvenlik güçleri neden yürüyüş ve toplanma alanına girişlerde olağan rutin bir görev olmasına rağmen güvenlik arama noktaları kurmadılar” sorusunun yanıtı ile ilişkilidir. Ancak gördüğümüz gerçeklik canlı bombaların yolunun  bu kez de yürüyüş ve toplanma alanına girişte kontrol noktaları kurulmayarak açılmış olmasıdır.

 

Emniyetin elinde bombalı katliamın gelmekte olduğuna dair uyarıcı istihbarat raporları vardı. 3-4 ay öncesinde IŞİD tarafından iki açık hava toplantısında iki katliam gerçekleştirilmişti. Bu raporlar ve yapılan katliamlar dikkate alınarak güvenlik güçlerinin kendi can güvenliklerine dair uyarılar yapıldı. Hatta bir önlem olarak, önceki tüm mitinglerde rutin olarak yapılandan farklı olarak güvenlik güçleri toplanma ve yürüyüş alanına uzak bir yerde konuşlandırıldılar. Sayıları da düşük tutuldu. Alana, kuvvetle muhtemeldir ki (iktidarın siyasal muhaliflerinin miting ve yürüyüşlerine rutin olarak mutlaka gönderilen) sivil takipçiler de gönderilmedi. Bu nedenle sivil takipçi polislerden ölen ya da yaralanan olmadı. Güvenlik güçlerinin can güvenliğine yönelik önlemler alınırken gelen uyarıcı istihbarat bilgileri miting düzenleme komitesi ile paylaşılmadı, uyarı yapılmadı.

 

Görev suistimalleri birbirini tamamlamaya devam etti. Amaç gerçekleşti; 2015’in 10 Ekim günü Ankara Garı önü kana bulandı.

 

Hedefe ulaşılmıştı. Patlamalardan sonra yapılacaklar ise belliydi. Diyarbakır ve Suruç’ta olduğu gibi polis saldırıları başladı, yaralılara yardım edenler bir süre  alandan uzaklaştırıldılar, ambulanslar oyalandı veya engellendi, katliamın sonuçları ağırlaştırıldı. Soruşturmada gizlilik kararı verildi ve soruşturulacak çete üyeleri sınırlı tutuldu, sadece tetkikçiler ve çevresindeki bir kısım çete üyeleri yakalanıp kamuoyu önüne çıkarıldı, gerçeği saptıran açıklamalarla toplum manipüle edildi.

10 Ekim katliamı, iktidarın korku ve  kaos yaratarak, diğer bir deyimle toplumun kafasına silah dayayarak oy toplama politikasının en kanlı halkası oldu. Davutoğlu’nun 19 Ekim günü kamuoyuna yaptığı açıklamayı olayların akışında son halkaydı:

 Anketler geliyor. Beyanname sonrası anket yaptık, Ankara’daki terör saldırısı sonrası kamuoyunun nabzını tutuyoruz. Oylarımızda bir yükseliş trendi var. Saldırıdan sonra da yüzde 43-44 bandına doğru da bir yükselme trendi devam ediyor bizim oylarımızda.

IŞİD dava dosyalarında, güvenlik ve istihbarattan sorumlu kamu yöneticilerinin belli bir amaca yönelik, birbirini tamamlayan çok sayıda görev suistimalleri var. Hiçbir hakim, savcı ya da kamu görevlisinin tek başına cesaret edemeyeceği türden bu suistimaller, belgeleri ile birlikte incelendiğinde varılacak sonuç iki kelimeyle ifade edilebilir:

Faili malum.

Dip not:

10 Ekim katliamının firari sanığı Ahmet Güneş, katliamdan önce IŞİD kampında bir kişiyi infaz ederkenki görüntülerinin yer aldığı video kayıtları ile birlikte yakalandı. Ancak fezlekede yer verilen video kaydı ve cinayet suçu iddianameye kasten yansıtılmayarak 6 ay sonra serbest kalması sağlandı. Katil yeniden IŞİD’in Gaziantep hücresine katılarak 10 Ekim katliamının hazırlık faaliyetlerine katıldı. Bir canlı bomba yeleğinde parmak izi çıktı. (Bitti)

 

 

Ayrıca Kontrol Et

ÇHD 50 Yaşında

1974 yılında kurulan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) 50. kuruluş yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutluyor