Siyasi iktidar ve uzantılarının çeşitli kılıflar hatta bazen hiçbir kılıf olmaksızın her gün tazeledikleri kadın düşmanı politika ve söylemlerin yarattığı-teşvik ettiği toplumsal sonuçlar her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Kadın cinayetleri artık ince ince planlanıp son derece canice yöntemlerle işleniyor. Katiller de kendilerini kadınları hedefe çakan düşmanca propagandaların argümanlarıyla pişkince savunabiliyor.
Diyarbakır’da eşinin üzerine benzin dökerek yakıp ölümüne, kızının da yaralanmasına neden olduğu için tutuklanan katil Can Yılmaz, bu caniliğini; eşi Güllü Yılmaz’ın servis aracında şoförün yanındaki koltuğa oturmasını sindiremediği ve bu nedenle tartışırlarken kendisini kaybettiği şeklinde savunabiliyor.
Oysaki bu katil, Güllü Yılmaz’ı katletmeyi kafasına koyduğunu, ölümünden yaklaşık 1 ay önce boğazını keserek öldürmeye kalkışmasıyla da ortaya koymuş! O zaman gözaltına alınıp aynı gün serbest bırakılmış! Muhtemelen benzer gerekçeler öne sürmüş ve polis de yaygın kadın düşmanı yaklaşımla onu mazur görerek, serbest bırakmıştı!
Güllü Yılmaz’ın bu şekilde tasarlanarak ve vahşi biçimde katledilmesi artık münferit değil; öncesinde ve sonrasında yaşanan sayısız kadın cinayeti aynı niteliklere sahip. Hemen hepsinde de katiller uyguladıkları şiddet gerekçesiyle ya gözaltına alınmış ya da haklarında tedbir kararı çıkarılmış.
Kadın cinayetlerini önlemekte caydırıcı rol oynayabilecek İstanbul Sözleşmesi (ki imzalanmış olsa da uygulanmayan bir sözleşmedir!) ve kadın örgütlerinin mücadelesiyle 2012 yılında bu sözleşme kapsamında çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un bir kampanya yürütülürcesine hedefe çakılmasıyla kadın cinayetlerinin sözünü ettiğimiz bir nitelik kazanarak tırmanması arasında dolaysız bir ilişki olduğu ortada.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun’u hedefe çakan gerici-faşist cenah, bununla aynı zamanda kadına çizilecek/çizilmek istenen sınırları da kalınlaştırıp, şeriat ölçütlerini toplumsal yaşamın doğal bir parçası haline getirmeyi vazediyor.
Bu cenahın başını çekenlerden biri de kapatılan Refah Partisi Rize milletvekili, şimdinin AKP’lisi ve Akit yazarı Şevki Yılmaz’dır. Yılmaz, önceki yazılarında da bugünkü yazısında da İstanbul Sözleşmesi’ni toplumsal yaşamın düşmanı ilan etmiş, aile ve devlet düşmanı olarak tanımlamıştı. Kadınların nerede nasıl çalışabileceklerini, yerlerinin ve görevlerinin ne olduğunu şeriat yasalarıyla belirlemişti!
Yılmaz bugünkü yazısında da aynı şeyleri yineledi. Sözleşmenin Siyonist mihrakların tuzağı olduğunu iddia ederek, kadına sınırlarını bir kez daha hatırlattı. Ona göre; kadınlar sadece eğitim ve sağlık işlerinde çalışabilirlermiş, diğer sektörlerde çalışmaları harammış, İstanbul Sözleşmesi de neymiş İslam Sözleşmesi varken…
Yılmaz yazısının devamında İstanbul Sözleşmesi için ‘tuzak’ yorumu yapıyor.
Kadını korumanın bahane edildiğini, amacın başka olduğunu ileri sürüyor, hatta kadına iş istihdamı programının aile intiharı olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu sözleşmeyi savunanları da aile ve vatan düşmanı olarak kodlayıp hedefe çakmış oluyor:
Bu tuzağın ana hedefi ‘’kadını koruma’’ numarasıyla; eşinden, ehlinden ve evinden koparıp şerefli Analık makamından indirerek Ailemizi ve Devletimizi yok etmektir!
Bu sözleriyle kadınların toplumsal kazanımlarını savunan, erkek egemen sisteme ve değerlere karşı mücadele eden, cinsler arası eşitliği savunup bunun için demokratik mücadele yürüten herkesi Siyonist olarak tanımladığı düşman kategorisine alan Yılmaz “kadının fıtratı” tanımını yaparak sadece ona uygun işlerde çalışabileceğini, bunun dışında yerinin aile dolayısıyla ev olduğunun altını çiziyor.
Bu ölçütlerin dışına çıkan, reddeden tüm kadınları kendi uçkurla bozma ölçütleriyle yargılayan Yılmaz, kadının zindanı olan eve hapsedilmesi için de devletine öneride bulunuyor:
Kadına; evinde iş istihdamı huzurdur, berekettir ve Cennete kadar mutluluktur Din ve Vatansever idareciler, kadını evinde sigortalı edip, analık maaşı vererek Din ve Vatanın geleceğini sigortalarlar!
Her satırıyla alenen suç işleyen, kadın cinayetlerine davetiye çıkaran bu yazı ve aynı zihniyetten beslenen sayısız açıklama, politik düzenleme kadın cinayetlerinin tırmanması ve biçimsel olarak canice ve tasarlanmış bir nitelik kazanmasının esas kaynağı değil midir?
Güllü Yılmaz’ın çocuklarının gözü önünde yakılması, Emine Bulut’un kızının gözü önünde IŞİD yöntemlerinde olduğu gibi boğazı kesilerek katledilmesi ve benzer özellikteki pek çok kadın cinayetinin direktifi bizzat bu zihniyet ve vaazları üzerinden verilmiyor mu?
Kadının özgürleşmesi mücadelesi çapı ve derinliği giderek büyüyen ve kendisiyle birlikte toplumu da çürüten bu gericilikle daha kapsamlı bir toplumsal mücadeleyle giderek daha fazla karakterize oluyor! Kadına fıtrat biçen, evi zindan olarak üzerine kilitlemek isteyen bu gericiliğin kadının fıtratının direnişçilik olduğunu kabul etmek zorunda kalıp, köşesine çekilmesiyse sorunun ağırlığı ve karmaşıklığı ölçüsünde “kolay”! Onları böyle sayıklatan kadın hareketi toplumsal gericiliği de önüne katıp süpürecek bir güçte olduğunu gösterecektir nitekim…