Burjuvazi ve siyasi temsilcilerinin sınıf içindeki uzantısı olduklarını defalarca kanıtlanmış olan sendika ağaları bugünlerde pek bir işçici kesildiler. Son zamanlarda sıkça tekrarladıkları mevzuların başında asgari ücretin vergi dışında tutulması ve onun üstündekilerden de yüzde 10 oranında vergi kesilmesi. Pek işçici görünen bu ağaların hiçbirinin ağzından tek bir grev ya da eylem sözünün çıkmadığını söylememizeyse gerek yok.
Daha birkaç ay önce kamu işçilerinin toplu sözleşmelerini satışa getiren ve bu satışını da mikrofon kazasıyla kendi ağzıyla ifşa eden Türk-İş ağası Ergün Atalay bunların başını çekiyor. Atalay, daha o satışın hesabı bile sorulmamışken DİSK ve Hak-İş’le birlikte çıkıp vergilerle ilgili ortak bir açıklama gerçekleştirerek kendisini temize çıkarmaya çalışabiliyor.
Bir faşist çete gibi hareket eden Türk Metal’in başına, Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonu Türk-İş’in de genel sekreterliği koltuğuna yapışmış Pevrul Kavlak, bu trendin gerisinde kalır mı? O da Kıbrıs’tan uzatılan mikrofonlara sınıfın çıkarlarını, sorunlarını dert edinmiş bir sendikacı ağzıyla konuştu.
Kavlak, Türk-İş Genel Kurulu’na mevcut listeyle gideceklerini belirtti. Bunu da, “İyi bir çalışma ortamı yakaladık. Bu durum önümüzdeki dönem açısından önemli. Çünkü 11. Plan’da gördük ki, kıdem tazminatı, vergi, esnek çalışma, belirli süreli hizmet gibi konularda yeni düzenlemeler öngörülüyor” şeklinde gerekçelendirdi. “Bunların çalışan örgütleri açısından da ortak mücadele alanı olması gerekiyor” diye de vurguladı.
Kısacası bu kadar ciddi saldırıya ancak bu listenin yeniden seçilmesiyle göğüs gerilebileceğini söylemiş oldu!
Bugüne kadarki pratiklerini bilmeyen olsa Kavlak’ın ya da diğer ağaların samimi bir işçi sınıfı davası güttüklerini sanacağız.
Sendikal örgütlenmenin önüne çıkarılan zorluklardan, sendika düşmanı patronların cezalandırılmasından, kıdem tazminatı ve diğer işçi haklarının gasbedilmesi planlarından bahseden Kavlak; işçi sınıfı literatürünün en kilit kavramı olan “grev”, “eylem” gibi kavramlardan bir kez bile söz etmedi.
Gerçi söz etse ne olur denilebilir? Doğru… Ama bu ağaların işçi sınıfını bu kavramlardan bile uzaklaştırmaya, bu kavramlara yabancılaştırmaya özel bir itina gösterdiklerini düşündüğümüzde; eskiden yağmasalar da gürlerlerken şimdi onu bile yapmamalarının özel bir anlam taşıdığını söylemek abes olmaz.
Bu ağalara o tanıdık sahtekarlıklarına rağmen sınıfın önündeki sorunları zikrettiren ve bunun kaygısını duyuyormuş gibi yapmalarını sağlatanın tabandaki kıpırdamalar olduğu açık. Krizle birlikte mevcut ücretlerin çoktan buharlaştığı, işsizlik tehdidinin bir burgaca dönüştüğü, esnek çalışmanın çeşitli biçimlerinin fiilen uygulandığı ve işçi sınıfının en muhafazakar kesimlerinin bile şu ya da bu şekilde bir homurdanma içinde olduklarını onlar da biliyor. AKP’li devletin yıllardır özellikle ideolojik-siyasi araçlarla ürettiği rızanın, dozu giderek yükselen bu gerilim karşısında duvara daha fazla dayandığını bizzat kendi gözlemleriyle farkediyorlar.
İşçi sınıfının önündeki sorunları sayarak, Türk-İş’in önümüzdeki genel kuruluna da mevcut yönetimin aday olacağını önden “müjdeleyen” Kavlak, bunu neredeyse bir lütuf olarak sunsa da işçi sınıfının onların bugüne kadarki sınıf düşmanı pratiklerini kolay kolay unutmayacağı açık.
Fazla uzağa gitmeye de gerek yok. Sessiz sedasız geçen MESS sözleşme dönemindeki tutumları ortada. Kavlak Kıbrıs’tan konuşurken, MESS patronlarının karlarından-cirolarından bahsediyor. Ama kendilerinin sunduğu zam teklifinin devede kulak bile kalmadığı gerçeğini perdeleyerek, “yanında garnitür olarak size şunu verelim” dercesine; “Yeni sözleşmeye eşler için tamamlayıcı sağlık sigortası, gece çalışmanın yüzde 15 zamlı olması, anaokulu desteği gibi yeni maddeler koydurmak istiyoruz” diyebiliyor.
Hükümetin kıdem tazminatının fona devredilmesini “Herkes alabilsin diye bunu istiyoruz” sahtekarlığına eskiden en azından “kırmızı çizgimizdir, greve gideriz ha” derlerken; şimdi maval okumanın ötesine gidemiyor(lar). Kavlak da Kıbrıs’tan mikrofonlara üflediği sözlerle bunu yaptı doğal olarak.
Kavlakgillerin önceki ihanet sicillerini sayıp dökmeye gerek yok.
İşçi sınıfı tüm manipülasyonlara, ideolojik-siyasi gözlüklerle yaratılan perdelemelere rağmen bu pratikleri unutmayacak, şimdiki riyakarlığın adını da koyacaktır, er ya da geç.
Fakat onca satış pratiklerine rağmen halen çıkıp bu cümleleri sarfediyor olmaları ve yeniden aday olacağız demeleri bile tabanda biriken o basıncın henüz ciddi bir noktaya ulaşmadığını gösteriyor. Niyetlerinin, henüz o noktaya ulaşmadan çeşitli oyalama pratikleriyle etkisini dağıtmak olduğunu…
Onların bu rahatlık ve pişkinlikle konuşamamaları için mevcut patlama dinamiklerinin işlenmesi, olgunlaşması gerektiği sonucunu önümüze koyuyor.