Dominikli Mirabel Kardeşler, tam 31 yıl hüküm sürmüş ABD destekli faşist Trujillo diktatörlüğüne meydan okumuş 3 devrimci kadın. Açık-gizli tüm mücadele yöntemleriyle ördükleri devrimci faaliyetleri, bu tiranlığın korkulu rüyası olmuş. Faşist diktatörlüğe karşı yürütülecek özgürlük ve demokrasi mücadelesinin örgütsüz ol(a)mayacağı bilinciyle hareket etmişler. Bunun için örgüt kurmuş; onun kurucusu, lideri, yardımcısı olmuşlar.
Dominik Cumhuriyeti gibi erkek egemen kültürün, toplumsal cinsiyet rollerinin, kadına dönük her türlü gerici yaptırımın sözkonusu olduğu bir ülkede hem de o tarihlerde her şeyden önce bu gericilik birikimine meydan okumuşlar. İsmini dağlara taşlara verecek kadar iktidar ve güç düşkünü olan; kendisine “şef” dedirten; gizli polisi, geniş ihbarcı ağıyla muhaliflerini öldüren; aralarında radyoların, medya kuruluşlarının, turizm acentalarının da olduğu onlarca şirkete sahip olan ve iktidar olanaklarıyla semirdikçe semiren; ülkedeki bütün kadınlarını kendi malı olarak gören Trujillo’ya tertemiz bir özgürlük özlemiyle canları pahasına meydan okudular.
Erkek egemenliğin en çirkin sureti olan faşizme karşı birikmiş öfkeleri, yaşadıkları derin acıları; tutarlı bir mücadele bilinci, duruşu, yaşam felsefesine dönüştürmüşlerdi. İlk olarak amcalarını katledilmişti bu diktatörlük. Her biri onun hikayeleriyle büyümüş, o hikayelerden; yeraltında kök salıp, toplumsal hayatın gözeneklerine yayılacak güçlü bir toplumsal örgütlenmenin dirayetini devşirmişlerdi.
Küba Devriminin o esinleyici rüzgarını ciğerlerine çekerek; narin bedenleri ve tutarlı-sağlam karakterleriyle çıktıkları özgürlük yürüyüşünde, kendilerini faşizme mahsus kalleşçe bir ölümün beklediğini bilerek yürüdüler. Defalarca tutuklandılar, mülklerine el konuldu, eğitimleri-mesleklerini yapmaları engellendi, sayısız baskı ve zor biçimiyle susturulmaya, eğilip bükülmeye çalışıldılar. Yaşadıkları her acıyı her saldırı ve sindirme yöntemini “kırılırız ama asla eğilmeyiz” diyerek karşıladılar.
Minerva, Patria, Maria Teresa; sadece yaklaşık 50 bin insanın kanına girmiş bu kanlı diktatörlüğe karşı meydan okumuyordu. Tüm feodal değerler sistemine, onların kapitalizmdeki tüm biçimlerine de meydan okuyorlardı. Patriarkal kapitalizmin feodalizmden devralarak kutsadığı ne kadar simge varsa hepsini yıkmışlardı. Kutsallaştırılan aile, feodal kan bağıyla vücut bulmuş birbirini koruyup kollama, sistemin kadının ayağına bağladığı annelik-eşlik prangaları, kadın olarak yüklenen değersizlik-yapamazsın duygusu, çizilen tüm sınırlar onların çekinmesizce yıkıp geçtiği, özgürlük tutkularının içinden yeniden ürettikleri anlamlara dönüşmüştü. Ailelerini, çocuklarını, varlıklarını, hayallerini, tüm bir yaşamlarını bu tutku içinden yeniden biçimlendirip, içeriklendirmişlerdi.
İlk olarak bir yeraltı örgütü olan 14 Haziran Devrim Hareketi’ni kurdular. Diktatörlüğe karşı silahlı mücadelenin altyapısını oluşturuyor, çeşitli eylemlerle varlıklarını hissettiriyorlardı.
Önce ortanca kardeş olan Minerva Mirabal atılmıştı bu mücadeleye. Ardından son derece dindar büyük abla Patria Mercedes Mirabal, onu da en küçük kız kardeş Maria-Teresa izlemişti. Daha sonra Clandestina adını verdikleri bir hareket oluşturdular. Bu arada defalarca gözaltına alındılar, tutuklu kaldılar. Ölüm tehditleri hiç eksilmedi.
Fakat onlar artık özgürlükle özdeşleşmişlerdi. Ne yapılırsa yapılsın vazgeçmeyeceklerini defalarca kanıtladıkları özgürlükle…
Tüm toplumsal cinsiyet rollerini radikal bir şekilde yıkıp geçen ve yeni bir kadın kimliği oluşturan Mirabel kardeşlerin en ateşlisi ortanca kardeş Mirabel’di. Ülkenin tüm kadınlarını kendi malı olarak gören, istediği anda sahip olabileceğini düşündüğü cinsel bir meta muamelesi yapan Trujillo’ya indirdiği ilk tokat kadın cinsinin bu denli aşağılanmasına karşı bir isyanı ifade ediyordu aynı zamanda. İstediği kadınla birlikte olacağını düşünen Trujillo’nun yaptığı çirkin teklifi ucunda gözaltı, zindan ya da ölüm olduğunu bilse de herkesin içinde yüzüne indirdiği bir tokatla reddetmişti. Bu reddediş erkek egemenliğine, kadının bir meta olarak görülmesine karşı bir isyanı olduğu kadar; faşist bir diktatörlüğün o kirli-kanlı-karanlık suretine indirilmiş bir özgürlük tokadıydı. Sonrası tüm toplumsal cinsiyet rollerinin reddedilmesi ve kadının insan olarak kendisini erkekle eşit temellerde yeniden varedip, örgütlediği anlamlı bir hayat serüveni olarak devam edecekti.
Faşist diktatör Trujillo onların kendisi için nasıl bir nefretin aynı zamanda korkunun ifadesi olduklarını “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabel Kardeşlerdir” sözleriyle ifade etmişti. Bu sözlerinden kısa bir süre sonra rejimin gizli polisi ya da paramiliter güçleri tarafından katledildiler. Katledilme biçimleri bile kadına çizilen sınırları hatırlatan nitelikteydi. Önce kadınlıkları hedef alınıp, tecavüz edilmişti. Sonra sopalarla vahşice dövülüp öldürülmüşlerdi. Faşizmin temel dayanağı olan erkek egemenlik sistemine meydan okumuş olmaları affedilmemişti. Tecavüzle bunun altı çizilmiş, kadınlara da “sınırlarınızı bilin” mesajı verilmek istenmişti. Dominik halkı tarafından nasıl sevildikleri bilindiği için de bu alçakça katliama trafik kazası süsü verilmeye çalışılmıştı!
Kanlı bir diktatörlüğün korkulu rüyası olacak kadar büyüyen, o diktatörlüğün askerlerinin, bürokratlarının çocuklarını-eşlerini bile etkileyecek kadar derinleşen devrimci bir hareketin önderi-kurucusu-yardımcısı olan Mirabel Kardeşlerin destansı yaşamları bugün milyonlarca kadına güç vermeye, kılavuz olmaya devam ediyor.
Mirabel Kardeşlerin hem faşist diktatörlüğe hem de erkek egemen gericiliğin en koyu biçimi olan faşizme karşı yürüttükleri mücadele; bugün toplumsal cinsiyet rollerine karşı giderek evrenselleşip, toplumsal bir güce dönüşen, kendi başına süreçlere müdahale eden kolektif bir özne haline gelen kadın hareketinin önemli bir mayası haline gelmelidir.
Kadınların dünya düzleminde toplumsallaşan kapitalist üretimin aktif ve kitlesel bir parçası haline gelmeleriyle birlikte erkek egemenliği ve toplumsal cinsiyet rolleri daha fazla parçalanıyor. Parçalananın yerine yeniyi kuracak, özgürlüğe ilk adımını atan kadınları yeni bir hayatı da kuracak bir ruhla buluşturacak olan Mirabel Kardeşlerin ve binlerce devrimcinin mücadelelerindeki ölümsüz anlamlardır.
Bu açıdan da yaşamlarıyla ölümsüzleşen Mirabel Kardeşlerin devrimci mücadelelerinden bağımsızlaştırılarak tanıtılması; her şeyden önce bugün kadına dönük şiddete, cinayetlere, her türlü cinsel eşitsizliğe karşı mücadele eden ve her geçen gün daha fazla kitleselleşen kadın hareketine ve onunla buluşarak özgürlüğe il adımı atan kadınlara haksızlıktır.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nasıl ki işçi sınıfının kadınlarından yalıtılmaya çalışılarak, kadın mücadelesi geleceği kuracak, yeni bir dünya inşasını sınıfsal temelleriyle de hatırlatacak bir güç olmaktan çıkarılıyorsa; 25 Kasım da aynı muameleyle anlamlarından soyundurularak öne çıkarılıyor. Buna izin vermemeli, kapitalist barbarlıkla birlikte ağırlaşan toplumsal kriz ve çürümenin ifadesi olan kadın cinayetlerine karşı mücadeleyi aynı zamanda bu sınıfsal eksene oturtarak, geleceğin kurucusu bir dinamiğe dönüştürmek için canla başla çalışmalıyız.
Bugün dünyanın her yerinde kendilerine biçilen kadınlık rollerini reddettikleri, kendi hayatları üzerine kararlar aldıkları ya da toplumsal ölçütlerin dışında tercihlerde bulundukları için kadınlar katlediliyor. Özgürlüğe ve eşitlik arayışına atılan cılız bir adım bile acımazsızca cezalandırılıyor.
Kapitalist barbarlık, en önemli sacayaklarından biri olan erkek egemenlik sisteminin o köhnemiş duvarlarından çekilecek her bir tuğlanın kendi depremi olacağını bilerek hareket ediyor. Yargısı-polis gücü-her zaman yardımına koşan toplumsal gericilik birikimi ve değerler sistemiyle henüz gelecek bilinciyle buluşmasa da yolunu arayan kadınları ve onların kendilerini varlığıyla anlamlı hissettikleri kadın dayanışması ve hareketini bir kez daha ‘cadılaştırıyor’. Önemli bir yolu kateden kadın hareketinin önündeki eşik tam da budur: Kadının özgürlük ve eşitlik arayışına Mirabel kardeşler şahsında sarsıcı bir kılavuza dönüşen bir kimlikle, kolektif bir kuruculukla buluşturmak.
Sözü Mirabel Kardeşlerin bugün de bize güç veren, yolumuzu aydınlatıp, yürüyüşümüze anlam katan ölümsüz cümleleriyle bitirelim:
“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” (Maria Teresa Mirabel/1936)
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.” (Minerva Argentina Mirabel/1926)
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da” (Patria Mercedes Mirabel/1924)