Tarihimiz



“Aşağıdaki çalışma herhangi bir ‘iç dürtü’nün ürünü değildir…” der Engels, ünlü eseri Anti Dühring’in önsözünde. Polemik tarzında kaleme aldığı, gerçekte proletaryanın bilimsel sosyalist dünya görüşünün kapsamlı bir çerçevesini sunduğu o kitabı yazma gerekçesini açıklar sonra: Henüz çok genç olan hareketin saflarında karışıklık yaratacak kaba ve ucuz tahrifatlara meydanı boş bırakmama zorunluluğu… Bu çalışmanın kaleme alınma …


Aşağıdaki çalışma herhangi bir iç dürtü’nün ürünü değildir…” der Engels, ünlü eseri Anti Dühring’in önsözünde. Polemik tarzında kaleme aldığı, gerçekte proletaryanın bilimsel sosyalist dünya görüşünün kapsamlı bir çerçevesini sunduğu o kitabı yazma gerekçesini açıklar sonra: Henüz çok genç olan hareketin saflarında karışıklık yaratacak kaba ve ucuz tahrifatlara meydanı boş bırakmama zorunluluğu…

Bu çalışmanın kaleme alınma nedeni de aynı: TİKB tarihini, sadece TİKB saflarını değil örgütlü devrimci mücadeleyi çoktan bırakıp gitmiş kavga kaçaklarının tecavüzünden kurtarmak.

Herbiri yıllar sonra “tarih yazıcılığına” soyunan bu kalpazanların tek ortak özellikleri mücadele kaçkını olmaları değil. Buna bir kılıf bulma ihtiyacı içinde olmaları. “TİKByi anlatma” görünümü altında tarihsel gerçeklere takla attırdıkları, yazılı belgelere ve tanıklıklara dayalı olgu ve süreçleri dahi utanıp sıkılmadan eğip büktükleri “kişisel resmi tarih” yazımına soyunmalarının gerisinde yatan motivasyon bu zaten.

Yazdıklarını yan yana getirerek okuyun, çizilen tablo hiçbirinde değişmez:

Hepsi de “kusursuz devrimciler”. Herbiri “eşi bulunmaz yeteneklerin sahibi”, herbiri “kahraman”, herbiri “örgütü sırtlayıp ileriye taşımış”… Ama nedense “değerleri bilinmemiş”. “Birileri” tarafından “harcanmışlar” vb. vb.

Yazdıkları her satır, tarihi, kişilerin eylemlerine indirgeyip kişilerle açıklayan bu banal tarih tezini yutturmaya yönelik.

Bu idealist tarih anlayışı, süreçlerin gelişimini tümüyle bireylerin -hakiki ya da uydurulmuş- düşünce ve eylemlerine bağlayarak “anlatır”. Bu tarih anlayışında genellikle sadece “kahramanlar ve hainler”, “olağanüstüler ve sıradanlar”, “cesurlar ve korkaklar”, “fedakarlar ve nankörler” vb. vb. vardır. Bu mantık -doğası gereği- bol bol “fetiş” üretir.

Tarihi her şeyden önce her sınıfın ekonomik varlık koşullarından kaynaklanan sınıflar arası mücadelenin ürünü olarak gören materyalist tarih anlayışı da tarihte bireylerin rolünü kabul eder etmesine fakat o, bunu, belirli tarihsel koşullarla bağlantısı içinde, o nesnel çerçeve içinde oynanan rol ve onun sonuçlarına dayalı olarak tanır. Bu ilişkide bile ‘tarihi kişilik’ bir yönüyle de koşulların ürünüdür.

Bilinçli tercihler sonucu bir araya gelinmiş siyasal bir örgütte tek tek bireylerle kolektif bütünlük arasındaki bu diyalektik bağımlılık ilişkisi çok daha karşılıklıdır. Bernard de Chartres’ın aşağıdaki sözleri, bu ilişkinin özünü verir bize:

Biz devlerin omuzuna tünemiş cüceleriz. Böylece, onlardan daha iyi görebiliyor ve daha uzakları seçebiliyoruz. Gözlerimiz daha keskin ya da boyumuz daha uzun olduğu için değil, sırf bizi havaya kaldırdıkları ve bizi devasa boylarının tüm haşmetiyle yükselttikleri için...”

Tarihimiz pdf linki: Tarihimiz

Ayrıca Kontrol Et

“İşte Bu Benim Bedenim”

Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Hayat Dergisi'nden Burak Sarı Seda Yılmaz ile kitabıyla ilgili röportaj yaptı