H. Selim Açan
İngiltere ve Polonya’nın özel rolü
Nazi rejimini başından itibaren sosyalizme yönelik koçbaşı olarak kullanma hesabı içindeki (ki Churchill bunu 1918’te dillendirmişti) İngiltere ise SB’nin önerdiği şekilde bir Doğu Paktı kurulmasına “Almanya’yı kışkırtacağı” gerekçesiyle karşı çıkmakla kalmayıp sabote etmek için elinden geleni yapar. İngiltere Dışişleri Bakanı John Simon, 13 Temmuz 1934’te Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, “İngiltere’nin Almanya’nın çevrelenmesine yol açacak bir faaliyetin içinde olmayacağını, tersine Avrupa devletleri arasındaki bütün girişimlerin Almanya’nın haklarını da gözetme temelinde yürütülmesi gerektiğini” dile getirir.
Zaten Polonya ve Finlandiya’nın arkasından onlara eklenen Romanya, Çekoslovakya, Letonya ve Estonya yönetimleri Sovyetler Birliği’nin Avrupa’daki mevcut sınırların korunması temelinde kolektif bir güvenlik sisteminin kurulması doğrultusundaki çabalarına İngiltere’nin bu tutumundan cesaret alarak sırtlarını dönerler. Başka bir anlatımla İngiltere, birinci dereceden sorumlu olduğu İkinci Dünya Savaşı’nın önünü açan yolun taşlarını Münih ihanetinin öncesinden başlayarak bu şekilde adım adım örer.
O kesitte sadece Fransa Sovyetler Birliği’nin önerilerini görece destekleyen bir yaklaşım içindedir. Dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Barthou, 1934 Mayıs’ında yaptığı bir konuşmada, SB’nin saldırıya uğrayana askeri yardım dahil karşılıklı destek ve dayanışma temelinde bölgesel bir pakt kurulması önerisini olumlu bulmanın yanında Fransa’nın SSCB’yle yakınlaşma niyetinde olduğunu ve onun Milletler Cemiyeti’ne katılmasını istediğini dile getirir. Diğerlerinin yan çizmesi üzerine 2 Mayıs 1935’te SSCB ile Fransa arasında 5 yıl süreli bir karşılıklı yardım anlaşması imzalanır.
Anlaşma, herhangi bir Avrupa devletinin taraflardan birine saldırması durumunda diğerinin destek vermesini içerir. Ama bu yardımın kapsamı ve sınırları belirsizdir. Dahası, karşılıklı dayanışma yükümlülüğünü sadece Avrupa ülkelerinden birinin saldırısıyla sınırladığı için SSCB’ye örneğin Japonya’dan gelecek bir saldırı durumunda Fransa’ya herhangi bir sorumluluk yüklemez. Dahası Fransa, anlaşmayı imzaladığı halde İngiltere’yi ürkütmemek kaygısıyla sürekli titrek davranır.
Anlaşmanın içerdiği bu boşluk ve belirsizliklere rağmen Sovyet hükümeti, Fransa’yla yapılan bu anlaşmanın hem başkalarını cesaretlendireceği hem de Almanya’nın saldırgan emellerini frenleyici bir rol oynayacağı görüşündedir. Fakat Romanya’nın bu bloka katılma olasılığı Fransa yanlısı Dışişleri Bakanı Titulesku’nun istifasıyla sonbaharda kalkar. Ortak bir güvenlik sistemine herkesten fazla ihtiyacı olan Çekoslovakya her ne kadar bu imzadan iki hafta sonra (16 Mayıs’ta) SSCB ile benzer bir anlaşma imzalasa da İngiltere ve Fransa’dan beklediği kararlılığı göremeyince yalpalamaya başlar.
Münih ihanetine giden yolun taşları
Öte yanda Almanlar da boş durmamaktadır. Versay Anlaşması’nın kısıtlayıcı hükümlerine aykırı biçimde açıkça ve dolaylı yollardan silahlanmaya hız vermiştir. 1934-1935 bütçesinde silahlanma harcamalarına ayırdığı payı 2 kat artırır. 16 Mart 1935’te ise genel askerlik yükümlülüğünü yeniden yürürlüğe sokar.
İngiltere bu konuda da Hitlerci rejime cesaret veren bir politika izlemektedir. 1935 Haziranı’nda Fransa’ya haber dahi vermeden Almanya’yla yaptığı denizcilik anlaşmasıyla Alman harp filosunun toplam tonajını İngiliz donanmasının yüzde 35’i ile sınırlar fakat Fransız donanmasıyla eşit hale gelmesini onaylar. Bu aslında Alman donanmasının teknik açıdan Fransa’dan daha güçlü hale gelmesine göz yummaktan başka bir şey değildir.
Almanya diplomasi cephesinde de ataktadır. İlk olarak 1934 Ocak’ında Polonya’yla bir saldırmazlık anlaşması imzalar. Halbuki Polonya, konumu nedeniyle topun ağzındaki ülkelerden biridir. Buna rağmen Sovyetler Birliği’nin önerilerini yıllardır inatla reddederken Hitlercilerle kolayca anlaşır. (1939’da imzalanan Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı’na yönelik saldırıların demagoji konularından biri olan “Polonya’nın paylaşılması” meselesinin tarihsel arka planı açısından bu nokta da akılda tutulmalıdır.)
İngiltere konusunda içi rahat olan Nazi rejimi, Avrupa ülkelerini yanına çekip rehavete sürükleyebilmek için Fransa üzerine oynamaya yönelir. Hitler, Şubat 1936’da yaptığı bir konuşmada Fransa’yla yakınlaşmak istediğini hatta onunla ve Belçika’yla 25 yıllık bir saldırmazlık anlaşması imzalamaya hazır olduğunu ama Sovyet-Fransız saldırmazlık anlaşmasının buna engel oluşturduğunu söyler. Dahası Avrupa rejimlerinin komünizm düşmanlığına hitap ederek Sovyetler Birliği’nin Avrupa halklarını birbirine düşürme peşinde koştuğunu iddia eder.
Kendine güveni giderek artan Nazi rejimi pratikte de bazı yoklama adımları atar. Kan kardeşi faşist İtalya’nın Habeşistan’ı işgaline (1935 Ekim) ne Milletler Cemiyeti ne de İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa devletleri dişe dokunur bir tepki göstermişlerdir. Bundan cesaret alarak o da 1 Aralık 1925’te imzalanan Locarno Anlaşması’nı çiğneyerek silahsızlandırılmış bir bölge olan Ren bölgesini işgal eder (7 Mart 1936).
Halbuki Locarno Anlaşması, Almanya’nın Batı sınırlarının (Almanya-Fransa ve Almanya-Belçika sınırlarıyla silahsızlandırılmış Ren bölgesi) değiştirilmeyeceğini içerir. Ama İngiltere ve Fransa ve tabii Milletler Cemiyeti Hitler’in bu açık meydan okumasını da yutkunarak sineye çekerler. Sovyetler Birliği saldırgana cesaret veren bu pasif tutumu şiddetle protesto eder ama ne fayda! W. Shirer’in aktardığına göre Hitler bu blöfü izleyen ilk kırk sekiz saati “hayatının en dramatik saatleri” olarak tanımlar: “O sırada Fransızlar Ren bölgesine girselerdi, biz kuyruğumuzu kıstırıp kaçmak zorunda kalacaktık; çünkü askeri gücümüz onlara karşı en ufak direniş gösteremeyecek kadar yetersizdi”. “Yatıştırma politikası” adını verdikleri aymazlıkta ısrarlı Londra ve Paris, savaşı önleyebilecekleri bir fırsatı daha harcarlar.
Almanya, 1936 Ekimi’nde önce İtalya’yla Berlin-Roma Mihveri’ni oluşturur, hemen ardından (15 Kasım 1936) bu kez Japonya’yla Anti Komintern Pakt’ı kurar. Mussolini İtalyası da bir yıl sonra bu pakta katılır. Sovyetler Birliği’ni hem Doğu’dan hem de Batı’dan parantez içine alarak sıkıştırmayı amaçlayan paktın adı bile niyeti yansıtır.
Buna karşın Komintern 1935’te yaptığı 7. Kongre’sinde komünistlere sosyalistlerle ortak hareket ederek faşizme ve savaşa karşı halk cepheleri kurma çağrısında bulunur. Bu çağrı bir yıl içinde karşılık bulur, İspanya ve Fransa’da halk cephesi hükümetleri kurulur.
Hitler rejiminin saldırganlığının tırmanışıyla İngiltere ve Fransa’nın aymazlığı birbirini besleyip büyüten paralel süreçler olarak işlemeyi sürdürür. İkincilerin bu sinikliği zayıflıktan kaynaklı değildir. Tersine bilinçli bir politikanın ürünüdür. Bu tercihin nedeni de açıktır: Anti komünizm.
Özellikle İngiliz burjuvazisi, Hitler rejimini Sovyetler Birliği’ne yönlendirerek amiyane tabirle “birbirine kırdırma” peşindedir. Örnek olarak, Lordlar Kamarası başkanı Lord Halifax, 1937 Kasımı’ında Hitler’le yaptığı görüşmede Sovyetler Birliği’ni her iki devletin “ortak sorunu” olarak tanımlar, Hitler’in “Almanya’da komünizmi yok etmek için yaptığı hizmetleri” överek Almanya’yı “Bolşevizm karşıtı Batı’nın kalesi” gördüklerini dile getirir. Lord Halifax’ın aynı görüşmede Hitler’e ilk etapta göz diktiği topraklara yönelik sınırlı işgal harekatlarına seyirci kalacakları güvencesi verdiği de sonradan belgeleriyle açığa çıkar.
Nitekim Almanya, 1937 Martı’nda Avusturya’yı ilhak ettiğinde ciddi bir tepki görmek şurada dursun, İngiltere ve Fransa konunun Milletler Cemiyeti’nin gündemine gelmesine dahi engel olurlar. İngiliz burjuvazisinin Hitler’i sürekli cesaretlendiren “yatıştırma politikası”nın cisimleşmiş ifadesi olan başbakan Neville Chamberlain, Sovyetler Birliği’nin, “saldırının daha fazla genişlemesinin engellenmesi için birlikte neler yapılabileceğini” görüşmek amacıyla yaptığı uluslararası bir konferans çağrısına, “saldırıya karşı koordineli bir eylem amacıyla yapılacak bir konferansın Avrupa barışına katkı sağlamayacağı” gerekçesiyle karşı çıkıp taş koyar.
[İkinci bölümün sonu]