Kapımızdaki Günler -VIII (son)



H. Selim Açan Burjuvazinin ve demokrasinin emperyalizm çağında hangi yönde nasıl bir evrim içinde olduğuna dair bu net ve vurgulu belirlemeler, üstelik mali sermaye asalaklığının ve sistemdeki çürümenin had safhaya vardığı, «şiddet ve gericilik eğiliminde» buna paralel yoğunlaşmanın özellikle de 11 Eylül bahanesiyle gemi azıya aldığı bir tarihsel kesitte tekelci burjuvaziyi hem de «faşizmi çözerek» …


H. Selim Açan

Burjuvazinin ve demokrasinin emperyalizm çağında hangi yönde nasıl bir evrim içinde olduğuna dair bu net ve vurgulu belirlemeler, üstelik mali sermaye asalaklığının ve sistemdeki çürümenin had safhaya vardığı, «şiddet ve gericilik eğiliminde» buna paralel yoğunlaşmanın özellikle de 11 Eylül bahanesiyle gemi azıya aldığı bir tarihsel kesitte tekelci burjuvaziyi hem de «faşizmi çözerek» yerine liberal demokrasiyi «tercih eden» bir sınıf olarak pazarlamaya çalışan liberal budalalığın sadece gerçeklerden değil Leninizm’den de nasıl koptuğunu gösterir.

Aynı kaynaktan (kapitalizm) doğmalarına ve emperyalizm aşamasında birbirlerine gitgide daha fazla yakınlaşıp yer yer iç içe geçmelerine karşın bu durum, faşizm ile burjuva demokrasisinin artık aynılaştıkları, aralarında pek bir fark kalmadığı, öyle ki ortada burjuvaziyi siyasal alanda (da) geri adımlar atmaya zorlayacak ölçüde güçlü bir işçi sınıfı hareketinin, en azından toplumsallaşmış militan bir demokrasi mücadelesinin olmadığı durumlarda bile tekelci sermayenin keyfine ve tercihlerine bağlı olarak birinden diğerine farkedilmeden geçilebileceği anlamına gelmez. İlk bakışta keskin «devrimci» bir görünüme sahip olmasına karşın bu düzleştirici yaklaşımın altından genellikle, sınıf mücadelesinin cereyan ettiği koşullardaki farklılıkların proletarya hareketinin gelişim seyri, izlenmesi gereken taktikler, ittifaklar politikası, örgütlenme ve mücadele biçimleri vd. açısından doğuracağı farklılıkları fazla önemsemeyen sağcı bir entelektüalizm çıkar. 3. Enternasyonal’de faşizmi çözümlemeye yönelik tartışmalar sırasında Bordiga’nın temsil ettiği çizgi buna örnek olarak verilebilir.*

Aralarındaki ortak yön ve benzerlikler ne olursa olsun faşizmle burjuva demokrasisini aynılaştıran «sol» keskinlik ne kadar yanlışsa, bu kez bunun tam tersini yaparak aralarındaki farklılıkları abartıp burjuva demokrasisini faşizmin «alternatifi» haline getirecek ölçüde yüceltip sahiplenen bir yaklaşım da o ölçüde yanlış ve zararlıdır. Bunların her ikisi de proletaryayı kendi bağımsız sınıf çizgisinde yürüteceği devrim ve sosyalizm mücadelesinden uzaklaştırıcı bir rol oynarlar. Birincisi faşizme karşı savaşımın önemini yadsıyan bir kayıtsızlık ve pasifizme kaynaklık ederken diğeri de bu kez sosyalizm tarihsel amacının silikleşip adeta unutulduğu bir demokratizme yol açar.

Neoliberalizmin ideolojik yörüngesine girmiş olan liberal budalalık bu iki uç arasında salınıp durur. Bu sağcı aydın oportünizmi, bu konudaki savruluşunu gizleyebilmek için bazen öyle keskin «solcu» pozlar takınır ki, korkunç bir kafa karışıklığı yanında faşizm ile burjuva demokrasisi arasındaki ilişkinin kavranışı, aralarındaki benzerlikler kadar farklılıklar konusunda gerçekte nasıl koyu bir cehalet içinde olduğunu ele verir.

Örneğin şu keskinliği sergilerken -muhtemelen- ne dediğinin farkında bile değildir  :

«… Neoliberal burjuva demokrasisi: Kitlelerin gerçek sınıfsal ihtiyaçlarına doğrudan kendilerinin karar vermesi ve dile getirmesi olanaklarının daha fazla ellerinden alındığı, burjuvazinin toplumsal beklentileri kendi çıkarlarına göre belirleme gücünün daha fazla arttığı bir burjuva egemenlik biçimidir

Neoliberal demokrasi eğer bu «daha fazla”lar ise, o zaman faşizm, “kitlelere, gerçek sınıfsal ihtiyaçlarına doğrudan karar verme ve bunları dile getirme» hak ve olanaklarını görece daha geniş tanıyan bir rejim demektir!!! Bırakalım böyle bir faşizm pratiğini, burjuva demokrasisine kıyasla «kitlelerin» daha geniş hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir faşizm tanımı «orijinal görünme» meraklısı uçuk-kaçık entelektüel zıpırlık dünyasında bile herhalde bir ‘ilk’tir.

1970’lerin saplantılarını cilalayarak güne taşımak

Aynı kafa, bir başka yerde karşınıza bu kez şöyle kaskatı ayrım çizgileri çekerek çıkar:

«… Faşist rejim koşullarında kitlelerin ihtiyaçları yok sayılır, zor yoluyla bastırılır. Kitlelerin en basit ihtiyaçlarını bile dile getirmesinin düzen içi hemen hiçbir kanalının olmadığı faşist rejimde, fiili ve doğrudan mücadeleden başka yol yoktur. Neoliberal burjuva demokrasisi ise toplumsal dilek ve beklentileri -bunları zor yoluyla hemen bastırmaktan çok- ucundan kabul eder ve bunlara yer verir görünür. Bunlara çok çeşitli temsili, dolaylı katılımcı mekanizmalar açar. Ancak kitlelerin dilek ve beklentilerine yer verir görünen burjuva dolaylı temsil-katılım mekanizmaları aslında bu dilek ve beklentilerin burjuvazi tarafından belirlenip yönetilmesini sağlar»

Bir önceki alıntıda söylenenlerle şu söylenenler arasındaki çelişki açıktır. Yalnız burada sadece bariz bir kafa karışıklığı yoktur. Onu da doğuran daha derindeki etken olarak korkunç bir siyasi cehalet söz konusudur. Faşizmin ve burjuva demokrasisinin kavranışında kütük gibi kaba ve mekanik bir kavrayış bütün haşmetiyle sırıtmaktadır. Özellikle de faşizmi salt «çıplak zor ve terör» den ibaret gören bu geri kavrayış, burjuva demokrasisinin bundan büyük ölçüde uzak olduğu yanılsamasını da içinde taşır.

Bu yüzeysel mekanik kavrayış, TDH’nin 1970’li yıllarına özgü bir sığlıktır. O dönemin koyu demokratizmine kaynaklık eden iki ana teorik-ideolojik saplantıdan birini oluşturmuştur (Diğeri ise, Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısının tahlilinde bağımlı kapitalizmin hakim hale geldiği gerçeğine gözlerini ısrarla kapatan «yarı feodal, yarı sömürge ülke» saplantısıdır).  Faşizme karşı mücadelenin ancak demokrasi uğruna mücadele olabileceğini, bu yüzden bir ülkede faşizm hüküm sürüyorsa şayet sosyalist devrimin mümkün ve geçerli olamayacağı şartlanması başta olmak üzere o dönemin bellibaşlı bütün stratejik ön kabullerinin temelinde büyük ölçüde bu cehalet yatar.

O yıllarda etkin olan halkçı demokratizmin «aşamalı devrim” anlayışının bir yerde kaynağını oluşturan bu mekanik kavrayış, bugün tersyüz olmuş bir biçim altında, bu kez keskin bir sosyalist devrim savunuculuğu arkasına saklanan liberal demokrat budalalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Söylem ve görüntü değişmiştir ama kafa aynı kafadır: «Eğer faşizm hâlâ hüküm sürüyorsa o zaman gündemdeki devrim demokratik devrim olmak zorundadır. Yok, kapitalizmin sosyo ekonomik ve toplumsal yapıdaki hakimiyeti çıplak gözle bile görülecek kadar açık hale gelmişse o zaman gündemdeki devrim doğal olarak sosyalist devrimdir. Bu durumda demek ki rejimin biçimi de değişmiştir…». Neoliberalizmin çekim gücüne kapılmış neo Bernsteinci liberal budalalığın mantığı bu kadar ilkel ve basit işlemektedir.

Cehaletten kaynaklanan cesaret ve küstahlık

Liberal mantığın temelinde yatan cehalet, sadece burjuva devlet ve iktidar sorununun ele alınışında ML’in devrimci çözümlemelerinin ruhunu kavramaktan uzaklıkla sınırlı değildir. Burjuvazinin sınıf olarak egemenliğinin iki temel tarihsel biçimi olarak burjuva demokrasisi ve faşizmin karakteristik çizgi ve özellikleri, bunlar arasındaki ortak yönler ve farklılıklar, her ikisinin de değişmez tek bir biçimle sınırlı olmayan dinamik karakteri, bu çerçevede geçirdikleri tarihsel evrim, bunun genel doğrultusu, emperyalizm çağının kendisiyle olduğu kadar onun alt evreleri diyebileceğimiz farklı tarihsel evrelerin somut koşulları ile olan bağlantısı gibi konularda da bazen işin abc’sinin dahi farkında olmayan traji komik bir hal alır bu cehalet.

Eskilerin «cahil cesareti» olarak niteledikleri kendini bilmezlik, bu cühela takımında bir de karşısındakileri aşağılamaya yeltenen küstahlık biçimini alır sık sık. Örneğin yukarda aktardığımız bir alıntıda olduğu gibi -ki benzer içerikte çok örnek vardır- faşizmi sık sık çıplak zor ve teröre indirgeyen «çözümlemelerle» karşımıza çıktıkları halde bu yaftayı size yapıştırmaya kalkarlar. Siz burjuva demokrasisi gibi faşizmin de değişmeden kalan tek bir biçime indirgenemeyeceğini anlatmaya çalışırsınız, küçümseyen bir edayla  «faşizmin çözülmediğini ama aynı biçimde de sürmediğini söylüyorsanız ne diyeceğiz şimdi bu rejim tipine» sorusunu sorarak akılları sıra sizi sıkıştırmaya kalkarlar. «Biz şimdi isimden de önce öz konusunu tartışıyoruz ama illa bir isim arıyorsanız neofaşizm diyebiliriz» yanıtını verdiğinizde sesleri kesilir.

Konunun teorik temelleri yanında asıl algılayamadıkları konu, neoliberalizmle faşizm arasındaki bağlantıdır. Sadece üretici güçleri geliştirme yönünden okudukları ve «insanlığın gelişme tarihinde sanayi devrimine eşdeğer hatta onu da aşan bir devrim» olarak gördükleri neoliberalizme bunu yakıştıramamaktadırlar. Siz istediğiniz kadar, Togliatti’nin devrimci karakterini henüz koruduğu yıllarda kaleme aldığı Faşizm Üzerine Dersler’de döne döne vurguladığı «Faşizm, belli bir zamandaki sınıf güçlerinin dünya ilişkileri çerçevesi içinde her ülkede, her dönemde somut ve özgül olarak incelenmesi gereken bir olaydır (…) Kolayca işlenen bir hata için sizleri önceden uyarmak isteyişimin nedeni budur. Faşizm farklı ülkelerde farklı biçimler alabilir (…) Ayrıca söz konusu olan dönemi de göz önüne almalıyız. Faşizm aynı ülkede değişik zamanlarda değişik özelliklere bürünür» (abç)  uyarısını hatırlatın. Neoliberalizmin hayatın her alanında yol açtığı değişimlerden başı dönmüş, bu arada burjuvaziye kazandırdığı üstünlük ve avantajlar nedeniyle «en az 30-40 yıl daha sürecek bir istikrar dönemine girdiğimiz» inancındaki küçük burjuva aydın oportünizmini sarsıp aklını başına toplamasını sağlayamazsınız.

Bir taraftan «Burjuvazinin daha üst sömürü ve egemenlik ilişkilerini kurallaştırma ihtiyacı, ancak, kapitalizmde asgari yaşam seviyesinde tutulan işçilerin ihtiyaçlarının daha fazla sınırlandırılması ile karşılanabilinir» şeklinde doğru genellemeleri tekrarlarken, peki bunun burjuvazinin azâmi kârlarını koruyup sürdürebilmek için yeni kaynaklara olan ihtiyacının arttığı buna karşın verebileceği tavizlerin ve hareket alanının biraz daha daraldığı  kriz koşullarında nasıl sağlanabileceği sorusunu sorduğunuzda bu kez «faşizmi çözüp geri ve yetersiz de olsa demokratikleşerek» yanıtını alırsınız?!!

Siz aslında emperyalizm çağının «gericileşme yönündeki » genel eğiliminden hareketle Lenin’in emperyalizm çözümlemesine ve Togliatti’nin bunu biraz daha açımladığı «… Burjuvazinin bütün siyasal kurumlarında gerici bir dönüşüme uğrama eğilimi vardır. Burjuvazi kendi yarattığı şeye (liberal demokrasiye-nba) karşı çıkmalıdır, çünkü bir zamanlar gelişmesi için etken olan şey, kapitalist toplumun korunması yolunda bir engel haline gelmiştir. Burjuvazinin gericiliğe dönmek ve faşizme başvurmak zorunda oluşunun nedeni işte budur…» uyarısına işaret edersiniz. Burjuvazinin «faşizmi çözdüğüne» iman etmiş olan liberal budalalık, «müzakereci bir yöntemle, siyasal uzlaşıya dayalı olarak yapılacak» yeni bir anayasa rüyası görmekte ısrar ve inat eder. Ona göre, “..  burjuvazi açısından daha önemlisi, burjuva sınıf diktatörlüğünün yeni biçimi olan neoliberal burjuva demokrasisini yeni anayasanın yalnız içeriği ile değil yapılış biçimiyle de pekiştirmek, toplumsal kapsayıcılığını ve temellerini genişletmektir».

Yalnızca içeriğiyle değil yapılış biçimiyle de «faşizmi çözüp» onun yerini alan «neoliberal burjuva demokrasisinin toplumsal kapsayıcılığını ve temellerini» ne kadar ve nasıl  pekiştireceğini hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

«Görelim âyine-i devran ne suret gösterir…»

* DİPNOT: III. Enternasyonal’deki faşizm tartışmaları sırasında İtalyan «sol komünist» Bordiga, burjuva demokrasisi ile faşist diktatorlük arasında hicbir fark görmemekte direterek ikisini hemen hemen aynı sey gibi gösterip, bu iki burjuva hükümet biçimi arasında bir tür dönüşme, birbirinin yerine geçme olduğunu savunmasıyla tanınır.)

Ayrıca Kontrol Et

12 Eylül ve TİKB

Kitlelerin devrimci bir atılım içinde oldukları, kitle eylemlerinin yükseldiği 12 Eylül öncesinin koşullarında başta gelen görevimiz; bu atılıma daha büyük bir hız kazandırmaya, kitlelerin saldırısının çapını hızla büyütmeye, ezilen yığınlara önderlik ederek halk hareketini devrimci bir çizgide ilerletmeye çalışmaktı