Türkiye’de 2023‘ün öncesi ve sonrasıyla bir ‘seçim yılı’ olarak geçeceği ortada.
Gerçi bu seçimin yapılıp yapılmayacağı, yapılsa bile hangi koşullarda nasıl bir seçim olacağı hâlâ meçhul.
Yalnız süreç nasıl seyrederse seyretsin ortaya çıkacak sonuç ve oluşacak yeni dengelerin önümüzdeki yıllar üzerinde de tayin edici etkileri olacak.
“Bu seçimin bir kader seçimi olduğu” görüşü ilerici kamuoyunda yaygın ve etkili. AKP-MHP ikilisiyle bu ittifakın genellikle gözden kaçırılan üçüncü ayağı Ergenekoncu faşist koalisyon kazanacak olursa “Türkiye’de İslamcı faşizmin kurumsallaşma sürecinin tamamlanmakla kalmayıp çıkılması zor bir karanlık tünele gireceğimiz” düşünülüyor.
Bu tümüyle haksız bir görüş sayılmaz. Fakat hem geleceğimizi sadece bir seçime bağlaması yönüyle yanlış hem de Türkiye’de rejimin faşist bir karakter kazanmasını Tayyip Erdoğan’a ve Başkanlık sistemine geçişle başlamış bir süreç olarak gördüğü için isabetsiz.
***
Tayyip Erdoğan’da cisimleşen führerci rejim modeline güçlü bir siyasal-moral darbe indirilemeyecek olursa bugünkünden daha boğucu hale getirilmeye çalışılacak zor ve karanlık günlerin bizleri beklediğini görmek zor değil ama bu karanlığın alternatifi olarak sunulan restorasyon projeleri de özlemini duyduğumuz özgürlüğü içermekten çok uzak.
Bu noktada, “Önce şu Tayyip’ten bir kurtulalım da, sonrasında ne olacaksa olsun” sığlığında bir muhalefet anlayışından bir an önce sıyrılmak şart. Aksi taktirde çok değil bir-iki yıl içinde “Hay ellerim kırılaydı da…” pişmanlığını bir kez daha yaşamaktan kaçamayız.
***
Her şeyi seçim sandığına endeksleyip buna bir de “nasılsa gidiciler” rehavetinin eklenmesi yeni bir “Adam kazandı” şokuna davetiye çıkarmanın yanında ola ki Tayyip Erdoğan ve çetesi devrilecek olursa karşılaşılması kuvvetle muhtemel ekonomik, siyasal ve sosyal depremlere de fenersiz yakalanmaya zemin hazırlar.
Dolayısıyla her şey o kadar kolay güzel olmuyor! Aynı şekilde “gelmekte olan” gelecek olsa bile burjuva karşı devrim öyle kolay teslim olmuyor.
Peki yok mu bunun çaresi? Olmaz olur mu, var elbette. Andığımız örnekler -özellikle de Bolivya ve Peru- bunun ipuçlarını da değişik yoğunluklarda içeriyor.
İşin özü, sandığın kendisini fetişleştirmemekte. İşçi sınıfı ve ezilen yığınların iradelerini ve tercihlerini tanımayan her saldırıya üretimden gelen güçleri yanında kullanılabilecek bütün biçim ve araçlarla hayatı durdurarak yanıt verebilecek bir bilinçle donatıp örgütlemekte.
2023 Türkiyesi’ni bu ana eksenler üzerinde değerlendiren podcast programımızı Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından izleyip dinleyebilirsiniz.