Garo Paylan’la Ufuk Turu: Türkiye’de Ermeni olmak



Bu ülkede Sünni bir Türk iseniz “güvercin tedirginliği” metaforu size pek bir şey anlatmaz. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisinin “makbul” kabul ettiği Türk-Sünni-erkek kalıbı dışında kalan bir azınlık mensubu yani “öteki” konumundaysanız iş değişir.  “Güvercin tedirginliği” sözünü anımsıyor musunuz?  Hrant Dink bundan 16 yıl önce 9 Ocak 2007’de kaleme aldığı makalesinde o günlerdeki ruh halini …


Bu ülkede Sünni bir Türk iseniz “güvercin tedirginliği” metaforu size pek bir şey anlatmaz. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisinin “makbul” kabul ettiği Türk-Sünni-erkek kalıbı dışında kalan bir azınlık mensubu yani “öteki” konumundaysanız iş değişir. 

“Güvercin tedirginliği” sözünü anımsıyor musunuz? 

Hrant Dink bundan 16 yıl önce 9 Ocak 2007’de kaleme aldığı makalesinde o günlerdeki ruh halini bu çarpıcı metaforla tanımlıyordu

“İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey muktedirler..? “ diye soruyordu makalenin bir yerinde. Devamla şöyle tanımlıyordu o ruh halini: 

“Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.

‘Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?’ sorusu asıl beynimi kemiren.

Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların ‘A bak, bu o Ermeni değil mi?’ diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. 

Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.

Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.

Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. 

Tıpkı bir güvercin gibiyim…

Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.

Başım onunki kadar hareketli… Ve anında dönecek denli de süratli.”

Hrant Dink  bu “tedirginliği” neden yaşıyordu? 

Milliyetçiliğin nasıl çürütücü bir ideoloji, nasıl zehirli bir saplantı olduğunu anlattığı bir makalesinde “Türklüğü aşağılamakla” suçlanıp hapis cezasına çarptırılmıştı. Dahası katıldığı her duruşmada Veli Küçük’lerin, Kemal Kerinçsiz’lerin başını çektiği Ergenekoncu güruhun saldırı ve hakaretleriyle karşılaşıyordu.

Ama her zamanki hümanizmi ve iyimserliğiyle “…biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz” diye noktalamıştı yine de o sarsıcı satırları. 

Ne var ki bu sözlerden 9 gün sonra acımasız bir cinayetle Şişli’de bir kaldırıma düştü bedeni. 

Yaşadığı o tedirginliğin evham olmadığı gerçeği acı bir tokat olarak indi hepimizin yüzüne.

Aslında “Bir kez daha…” demek gerekir bu noktada. 

Bu ülkede Sünni bir Türk iseniz “güvercin tedirginliği” metaforu size pek bir şey anlatmaz. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisinin “makbul” kabul ettiği Türk-Sünni-erkek kalıbı dışında kalan bir azınlık mensubu yani “öteki” konumundaysanız iş değişir. 

O zaman çoğu kez uydurulmuş zorlama nedenlerle başınıza nerede, ne zaman, ne geleceğini bilememe endişesiyle yaşamak sizin yaşam rutininiz halini alır. Haklı olduğunuz durumlarda bile haksız çıkarılmayı ‘kanıksarsınız’. Can güvenliğiniz gibi mal güvenliğiniz de yok gibidir. 

Bu anlamda Hrant Dink’in yaşadığı “güvercin tedirginliği” salt ona özgü istisnai bir durum değildir. O tedirginliğin gerisinde 100-150 yıl öncesine uzanan bir tarihsel birikim vardır. Onun kazandırdığı sezgiler, refleksler ve bilinç vardır. En başta da 1915’te yaşanan bir soykırım gerçekliği vardır. 

1914’te yapılan Osmanlı nüfus sayımına göre bu topraklarda 1 milyon 300 bin Ermeni yaşıyordu. 1927’de ise bu sayı 77 bine inmişti. Peki 12 yıl gibi çok kısa bir süre içinde ne oldu o bir milyonu aşkın Ermeni’ye?.. Uçtular mı, kaçtılar mı, buharlaştılar mı?.. 

Resmi ideoloji bu sorunun sorulmasını bile öfke ve hışımla karşılar. Türk toplumunun ezici bir çoğunluğu da maalesef bu kafadadır.

Çok değil 3-4 hafta önce (24 Aralık’ta) internet sitelerinde bir haber vardı: Anayasa Mahkemesi, uzun yıllar İstanbul polisinin işkence yuvalarından biri olarak kullanılan Sirkeci’deki ünlü Sansaryan Han’ın mülkiyetinin aslında Ermeni Sansaryan Vakfı’na ait olduğunu 92 yıl sonra nihayet kabul etmiş. 1930 yılında devlet tarafından el konulmuş o hana. Ermenilere ait olduğunu kabul ettirebilmek tam  92 yıl sürmüş.

6 Ocak’ta verilen bir başka kararda da Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın Hatay-Samandağ’daki Vakıflı köyündeki aralarında metruk kiliseler, mezarlıklar ve bağ bahçe gibi arazilerin bulunduğu 27 parça taşınmaz ile İstanbul Yedikule Surp Pırgiç Vakfı’nın 5 taşınmazına Hazine tarafından el konulması kararları “mülkiyet hakkının ihlali” gerekçesiyle yine yıllar sonra iptal edildi. 

Bunlar dumanı hâlâ tüten iki küçük örnek sadece. Kaldı ki bu örnekler, Cumhuriyet tarihi boyunca üzerine çökülen azınlık mallarının toplamı yanında devede kulak bile sayılmaz. 

Nitekim Türk tekelci burjuvazisiyle bir zamanlar Ermenilerin (ve tabii ki Rumların, Süryanilerin ve Yahudilerin) yaşadıkları kent ve kasabaların eşrafının ilksel sermaye birikiminin temelinde işte bu gasp ve talan yatar. 

Üstelik bu yağma, 1915 Eylül’ünde İttihat-Terakki iktidarı tarafından çıkarılan, ama sonrasında da Kemalist rejim tarafından da sahiplenilip sürdürülen Tasfiye Kanunu’na dayanılarak yani yasal bir kılıf altında yürütüldü. 

Türkiye’de Ermeni olmak, tıpkı Kürt olmak, Rum olmak, Arap olmak, Alevi olmak ya da LGBTİ olmak gibi küfürdür. Size “Ermeni dölü” ya da “tohumu” diye küfreden birini çekip vursanız neredeyse hiç ceza almazsınız. Çünkü Türk mantalitesine göre bu çok ağır bir küfürdür. Şu an bu ülkenin Cumhurbaşkanı olan şahsın bir konuşmasında “Affedersiniz Ermeni..” aşağılamasını unutmuş olamazsınız.

Uzun sözün kısası Hrant Dink’in yaşadığı “güvercin tedirginliği” bu topraklarda geriye kalmış Ermenilerin yabancısı olmadıkları bir ruh halidir. 

Türkiye’de Ermeni olmayı, 1950 seçimlerinden 55 yıl sonra HDP milletvekili olarak TBMM’ye giren ilk Ermeni milletvekili Garo Paylan’la konuştuk. 

Garo Paylan’la sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz. 

Ayrıca Kontrol Et

Temmuz’da 23 Kadın Katledildi, 23 Kadın Şüpheli Şekilde Öldü!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Temmuzda 23 kadın cinayeti işlenirken 23 kadının da şüpheli bir şekilde ölü bulunduğunu açıkladı.