Mustafa Suphi ve yanındaki yoldaşlardan ondördünün Kemalist rejim tarafından oyuna getirilip katledilmeleri Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bu konuda hemen herkes hemfikirdir. Buna karşın bazı yönlerden bugüne kadar süren tartışma ve polemiklere konu olduğu gerçeğinin üzerinden de atlayamayız.
“Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz,
Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz,
Döğüşenler ölenlerin tutmaz yasını.
Yine fakat bir yıldırım zulmeti yırtsa,
Sağır göğün koynundaki çanı haykırtsa,
Anıyoruz göğsünüzün son sayhasını.
Eski cihan, yeni cihan önünde eğil!
Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil,
Her ne yapsan varacağız emelimize!
Karadeniz… bunu duysun derinliklerin:
O ateşli göğüsleri delen hançerin
Kabzasını alacağız biz elimize!
Bugünkü kuşakların tamamı için söylenebilir mi bilemiyorum ama Türkiye sol hareketinin 2000 öncesi kuşakları içinde Nazım ve Vâlâ Nurettin’in 1922 yılında Batum’da birlikte yazdıkları bu şiirin bestelenmiş halini duymayan hatta söylememiş olan bir devrimci sanırım yoktur.
Onbeşler İçin başlığını taşıyan bu şiir, bazı çevrelerin Türkiye komünist hareketinin tarihinin başlangıç noktası olarak gördükleri tarihsel TKP’nin kurucularından Mustafa Suphi ve yanındaki yoldaşların Kemalist rejim tarafından oyuna getirilerek katledilmeleri üzerine yazılmıştır.
Bu katliamın Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde önemli bir kırılma noktası olduğunda hemen herkes hemfikirdir.
Buna karşın bazı yönlerden de bugüne kadar süren tartışma ve polemiklerin konusudur.
Ufuk Turu başlığı altında yaptığımız podcast sohbetleri kapsamında yazarımız H. Selim Açan, bu programda konuyu sosyalist araştırmacı Hamit Erdem’le konuşuyor.
Aşağıdaki sorular ekseninde gelişen sohbeti Alınteri’nin Youtube ve Spotify hesaplarından dinleyebilirsiniz.
I- Mustafa Suphi ve beraberindeki yoldaşların katline dair farklı yaklaşımların söz konusu olduğu tartışmalı yönlerden biri Mustafa Suphi’nin ideolojik kimliği, daha doğrusu bunun tarihsel gelişim seyri.
Sinop’a sürülmesinden önceki Milli Meşruiyetperver Fırkası döneminde İttihat Terakki karşıtı olduğu halde onu “İttihatçılıkla” suçlayan hatta bundan sonrasında da tam kurtulamadığını iddia edenler var.
TKP’nin kuruluşuna giden süreç ve sonrasında ise Bolşeviklerin “Panislamist-Pan Türkist” olmakla eleştirdiği, sonrasında da bu yüzden kurşuna dizilen Sultan Galiyev’in (ve Mollanur Vahidov’un)“Türkçü/Turancı milli komünizm” çizgisini savunduğunu iddia edenler var ki Atilla İlhan bunların başında geliyor.
Öte yandan III. Enternasyonal yönetimiyle bazı anlaşmazlıklar yaşadığını ve kimi yönlerden eleştirildiğini de biliyoruz.
Siz ideolojik açıdan nasıl bir Mustafa Suphi portresi çizersiniz bize?
II- Konunun çok tartışılan yönlerinden biri de, o günün şartlarında özellikle de Ankara Hükümeti’nin bilgisi dahilinde ülkeye dönüşün doğru olup olmadığı.
Bunu “erken” ve “riskli” bulanlar var. Dönemin Komintern yetkililerinin de bu dönüşü doğru bulmadıkları iddia ediliyor. Komintern kadrolarından Skaçko’nun o sıralar yazdığı bir broşürde TKP’yi “maceracılıkla” suçlamasını bunun kanıtı olarak gösteriyorlar. Keza dönemin TKP Merkez Komite üyelerinden Süleyman Nuri’nin de “partinin açıktan gitmesine” muhalif olduğu biliniyor.
Başka bir görüş ise M. Suphi ve Parti’yi, Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti’nin anti-komünist karakterini gözden kaçırmakla kalmayıp Ankara-Moskova ilişkilerine “fazla güvenmiş olmakla” eleştiriyor.
Siz bu dönüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?
III- Tarihsel öncülerimiz arasında yer alan yoldaşlarımızın katliyle sonuçlanan kanlı tezgâhın Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde Kâzım Karabekir (ve dönemin Erzurum valisi Hamit bey) tarafından örgütlenip yönetildiğini biliyoruz. Katliamda maşa olarak Topal Osman çetesi ve onun has adamı Yahya Kaptan kullanılıyor. Tetikçi olarak kullanılan bu katillerin hepsi sonrasında birer birer ortadan kaldırılıyor. Benzerlerini Cumhuriyet tarihi boyunca ve günümüzde değişik operasyonlarda gördüğümüz devlet-mafya işbirliğinin öncü örneklerinden biri çıkıyor bu noktada karşımıza.
Konuyu etraflıca araştırmış sosyalist bir tarihçi olarak bu tezgâhın nasıl kurulup nasıl işlediğini ana hatlarıyla bir kez daha hatırlatır mısınız bizlere?
IV- 1921 öncesinin Ermeni, Rum ve Bulgar kökenli yoldaşlarımızın varlığını ve rollerini unutarak tarihimizi uzun yıllar Mustafa Suphi TKP’si ile başlattığımız halde burjuvazinin kalleşçe katlettiği o yoldaşlarımızı anarken katillerin öldürmeyip kendilerine “kapatma” olarak esir aldıkları Maria Suphi yoldaşın adını dahi anmadık yıllarca. Tıpkı 15 Haziran 1915’te halkların kardeşliğini haykırıp “Yaşasın Sosyalizm” sloganını atarak idam sehpasına giden Madteos Sarkisyan (Paramaz) ve 19 yoldaşı unutmuş olmamız gibi Maria yoldaşa dair “unutkanlığımız” da hatırladıkça yüzümüzün kızarması gereken ortak bir utanç kanımca.
Bu “unutkanlık” neyin sonucu, bunu nasıl açıklayabiliriz?
V- III. Enternasyonal üyesi bir partinin önder kadrolarının katli karşısında Lenin önderliğindeki SSCB Hükümeti’nin tepkisizliği, dahası katliamın üzerinden 2 ay bile geçmemişken 16 Mart 1921’de Ankara Hükümeti’yle bir “dostluk” antlaşması imzalaması konunun çok tartışılan bir başka yönü.
Bunu çok büyük zorluklar yaşayan kuşatma altındaki proletarya devrimini ayakta tutup yaşatabilmek için koşulların dayatmasıyla verilen istenmedik bir taviz olarak değerlendirenler de var, Ekim Devrimi sonrası kurulan proletarya iktidarını yaşatmayı her şey haline getirerek proletarya enternasyonalizminden uzaklaşmanın başlangıç adımlarından biri olarak değerlendirenler de.
Bu konuda ne dersiniz?