Çemberi Nasıl Yarabiliriz?



Varlığını pratikteki tutum ve politikalarıyla hissettirmeyen bir ‘devrimci sosyalistlik’ iddiasının, çekim gücü kazanmak şurada dursun her şeyden önce ‘devrimciliği’ tartışmalıdır.


Mayıs seçimlerinin ilerici kamuoyunda yaratığı moral bozukluğu ve umutsuzluk havası hâlâ dağılmış değil. Tersine, CHP başta olmak üzere düzen muhalefetinin saflarında yaşanan aldırmazlık, kaos ve didişmeler umutsuzluğu büyütmekle kalmayıp kalıcı hale getirme riskini içeriyor.

Öte yandan dönem militan sosyalist bir odağın öne çıkıp etkinliği giderek artan politik-toplumsal bir güç haline gelme imkân ve potansiyelini de içinde taşıyor. “Millet İttifakı” adı altında bir araya gelen düzen muhalefeti cephesinin seçimler sırasında olduğu gibi sonrasında da sergilediği pejmürdelik, özellikle de Kılıçdaroğlu’nun nasıl koltuk meraklısı, ilkesiz ve ufuksuz bir politikacı olduğunun çıplak gözle bile görülür hale gelmesi bu açıdan bir şans. Keza seçim öncesinin atmosferinde göz boyayabilen parlamentarist show siyasetinin bugünkü faşist tek adam rejiminde nasıl işe yaramaz olduğunun her gün yeni bir örneğine tanık olunması da bu zemini güçlendiren bir etken.

Hal böyleyken genel anlamda sol cephenin sergilediği görünüm de iç açıcı sayılmaz. Büyük bir kesim “Biz haklı çıktık” aymazlığı ve rehaveti içinde. Ortaya çıkan manzarada hatırı sayılır bir payı olanların çoğu (TİP ve EMEP başta olmak üzere Emek ve Özgürlük Bloku bileşenleriyle Sosyalist Blok bileşenleri) “olan oldu, olağan işlerimize bakalım” havalarında ıslık çalarak ortalıkta dolaşıyorlar. HDP ciddi bir iç muhasebeye yönelmiş gibi görünüyor ama dışındaki dostlarını da ilgilendiren bütün önemli süreçlerde olduğu gibi yine yarı aralık kapıların arkasında yürütüyor bu süreci. Neler hangi temel başlıklar altında nasıl tartışılıyor, kimler neyi savunuyor belirsiz. Eylül’de yapılacağı ilân edilen Kongre’nin beklenmesi isteniyor.

Bu ortamda, sorunu basit bir seçim yenilgisinden ibaret görmeyen devrimcilerin ciddi bir arayış içinde oldukları söylenebilir. Bu noktaya neden ve nasıl geldiğimiz sorularına olduğu kadar bu çemberi nasıl yarabiliriz sorusuna da yanıt aranıyor. Gerçi yol haritası olarak bile ete kemiğe bürünmüş somut gelişmeler yok henüz ortada ama en azından niyet ve yönelimlerin netleştiği bir şekillenme sürecinden söz edebiliriz.

Öneri var, öneri var

Bu kapsamda dile getirilen öneriler çeşitli. Fakat hepsini kesen ortak bir zaaf olarak en başta atılması gereken adımların parçayla sınırlı düşünülmesi dikkat çekiyor.

Gerçi bunların içinde dikkate değer olmakla kalmayıp bir biçimde mutlaka yaşama geçirilmesi gereken öneriler var. Sanayi havzaları ile işçi-emekçi semtleri başta olmak üzere ulaşılabilen her yerde olabildiğince geniş katılımlı kitle toplantıları düzenleyip en azından dönemsel bir programın talep ve hedeflerini ‘kitlelerden öğrenme’ yöntemini işleterek belirleme önerisini bu kategoridekilere örnek verebiliriz.

Bazı öneriler -bize göre- gözönünde tutulması gerekenler kapsamında olmakla birlikte başta zamanlama olmak üzere kimi yönleriyle tartışmalı. Örneğin, “mevcut bütün örgütler kendilerini feshetmeyi göze almalılar” önerisi. Elde avuçta fazla bir güç kalmadığı halde devrimci sosyalist solun çok parçalı yapısının hâlâ sürüyor olması, dahası ortada kayda değer bir ideolojik gerekçe yokken sırf bazı örgütsel işlerlik sorunları nedeniyle ayrılan yeni grupçukların türemeye devam etmesi akıl alır gibi değil gerçekten. Solun bu görünümü, ilerici kamuoyunda moral bozukluğunu büyütüp derinleştiren etkenlerden biri olmakla kalmayıp devrimci örgütlere ve örgütlü mücadeleye düşmanlaşmış kavga kaçaklarına da yan duruşlarını meşrulaştırma bahanesi veriyor.

“Mevcut örgütler kendilerini dağıtsın” önerisi bu koşullarda çekici bulunabilir, karşı çıkanların “tekkelerini ve koltuklarını kaybetmekten korkuyorlar” şeklinde ucuz demagojilerle suçlanmasını kolaylaştırırken öneri sahiplerine de popülarite kazandırabilir. Fakat günümüz koşullarında bu öneri, kelimenin ideolojik-siyasi anlamıyla da sözlük anlamıyla da tasfiyeci bir öneridir.

Birleşik bir mücadelenin sadece güçsüzlükten dolayı değil tarihsel olarak elimizi çabuk tutma zorunluluğundan dolayı da yakıcı bir ihtiyaç ve zorunluluk olduğu açıktır. Birleşik bir devrimci hareketin örülmesi sürecinin belirli bir olgunluk noktasında mevcut örgütsel yapıların yerine daha üst düzeyde, daha etkili ve işlevsel yeni örgütsel biçimlere sıçrama zorunluluğuyla karşılaşacağımız da açıktır. Hangi güç ve yetkinlikte olursa olsun örgütün kendisini amaçlaştıran ‘örgüt fetişizmi’ ile zehirlenmemiş hiçbir komünist bunu bir felaket ve benzeri olarak görmez tersine buna bugünden açık ve hazır olmalıdır (Ki Alınteri çevresi olarak bu düşünce ve yaklaşımda olduğumuzu 2010 sonrası her vesileyle dile getirdik).

Ancak günümüz koşullarında devrimci militan bir çizgide birleşik bir hareketin örgütlenmesinin ilk adımlarından birini de mevcut örgütsel yapılardan vazgeçmekte görmek, meselenin öncelikle bir zihniyet ve alışkanlıkların değişimi sorunu olduğunu ıskalamakla kalmaz toplamdaki mevcut güçsüzlüğümüzün tam bir dağınıklığa dönüşmesi riskini de içinde taşır. Bu ayrıca devrimci örgüt düşmanlığına kan taşıyıp örgütsüz devrimciliği yüceltmek anlamına gelir. Leninist parti ve devrim anlayışı açısından bu katıksız bir tasfiyeciliğe denk düşer.

Bazı öneriler de var ki, ciddiye almak şurada dursun üzerinde durup konuşmaya bile değmez. “Örgütlerin iskeletini ve yönetimini 35 yaş altı kuşak üstlensin” fantezisini buna örnek verebiliriz. Bu aslında devrimci sosyalist hareketin bugünkü tıkanıklığını tarihsel-toplumsal koşullardan kopararak kişilerin ya da kuşakların yeteneklerine ve çaplarına bağlayan idealist bir sosyolojik zırvadır.

Her konuda aynı düşünmeyebiliriz

Mayıs seçimleri sonrası solda bir bakıma yeniden şekillenen manzaraya bakarak öncelikle şunu söyleyebiliriz: Devrimci sosyalist hareketin 2000’lerden bu yana süregelen ‘etkisiz eleman’ konumundan çıkabilmesi için gündeme getirilen dikkate değer önerilerin hepsini aynı ölçüde benimsemeyebiliriz. Bunlardan bazılarını biraz daha tartışma ihtiyacı duyabiliriz. Kimileri konusunda zihnimizde bazı soru işaretleri olsa bile eğer özde ortaklaşıyorsak bu tereddütlerin giderilmesini zamana da bırakabiliriz. Görüşümüze göre, bugün her şeyden önce temel esaslarda devrimci bir fikir, niyet ve yönelim ortaklığı içinde olup olmamak önemlidir. Bir de tabii devrime öncülük iddiasının hakkını verme konusunda sınıfın ve kitlelerin olduğu kadar tarihin de elimizi çabuk tutmamızı beklediğini unutmamaktır. Bu iki noktada netlik ve ortaklık olduğu sürece birleşik bir hareket ve mücadele içinde gerisini elbirliğiyle getirmemiz olanaklı hale gelir.

Alınteri olarak devrimci sosyalist hareketin mevcut konumdan çıkışına çare arayışları sırasında kendi adımıza yıllardır bu temel yaklaşımla hareket ediyoruz.

Bütünsel bir yaklaşım-Tayin edici halka

Devrimci sosyalist hareketin tarihsel bir sıçrama yaparak öncüleşebilmesinin yolu, görüşümüze göre teori, politikalar, örgütlenme ve pratik düzlemlerde birbirini tamamlayıp güçlendirecek devrimci adımlar bütünlüğünden geçiyor. Bu cephelerden birinin bile ihmali, gelişimi tek yanlılaştırıp dengesizleştirmekle kalmayacak, diğerlerinden herhangi birinde kaydedeceğimiz ilerlemelerin etkisini de zayıflatıp bir süre sonra onların da tıkanması riskini taşıyacaktır.

Bu bütünlük içinde bugünün koşullarında yakalanması gereken halkayı sınıfa ve emekçi kitlelere güven ve umut veren politikalar temelinde yürütülecek etkili birleşik bir pratik faaliyet oluşturmaktadır.

Varlığını pratikteki tutum ve politikalarıyla hissettirmeyen bir ‘devrimci sosyalistlik’ iddiasının, çekim gücü kazanmak şurada dursun her şeyden önce ‘devrimciliği’ tartışmalıdır.

Yalnız bu sağcılıktan kaçınmaya çalışırken bu kez de devrimci pratiği sadece belirli biçim ve yöntemlerin kullanılmasına indirgeyen dar pratikçi yüzeyselliğe savrulunmamalıdır.

2000’lerin başından beri adım adım koyulaşan boğucu bir faşist kuşatma ve baskı ortamında bunalmış kitleler birey olarak kendilerini çaresiz ve çıkışsız hissettikleri anlar ve konularda devrimci sosyalistleri yanlarında görüp hissetmedikleri sürece teorik-siyasal planda çok etkileyici çözümlemelere sahip olsak ne olur?.. 

Türkiye’de devrimci sosyalist hareketin süreçlere derinlemesine hakimiyetten de önce bilimsel sosyalist öğretinin devrimci yöntemine ve militan ruhuna hakimiyet konusunda bile ciddi zayıflık ve yetersizlik içinde olduğu doğrudur. 2000 sonrasının tasfiyeciliği sırasında “moda” olan akımlara kapılıp Marksizm-Leninizm’e büsbütün yabancılaşıldığı hatta düşmanlaşıldığı da bir vakıadır. Buna rağmen günün yerine getirilmesi gereken devrimci sorumluluk ve görevlerini adeta mekanik bir basamaklandırma ilişkisine tabi tutarak teorinin tartışılmasını en başa yazmak Marksizmin ve Leninist devrimciliğin ruhuna ne kadar uygundur?

Meramımızın doğru anlaşılması için soruları tersten de sorabiliriz:

Günlük yaşamını sürdürmekte yaşadığı sıkıntı ve zorlanmalar yetmezmiş gibi bir de her fırsatta aşağılanan, iktidardaki faşist gericilik ve sokaklardaki uzantıları tarafından sık sık horlanan, kendilerini güçsüz ve savunmasız hisseden, tedirginlik içindeki kesimlere ‘yalnız ve sahipsiz’ olmadıklarını hissettirmekle kalmayıp cesaret aşılayacak, esin verecek bir pratiğe sahip olduğumuz zaman onlar bizim ne dediğimize, programımıza, politikalarımıza, çözümlemelerimize de daha fazla ilgi duyup daha çok kulak vermezler mi?

Kaldı ki, çok yönlü militan bir pratik faaliyet içinde olmaya öncelik vermek kuram tartışması da dahil ideolojik-siyasal konulardaki kavrayış zafiyetlerimizi, yetersizlik ve boşluklarımızı gidermek için yapılması gereken tartışmaların, araştırma, inceleme, çözümleme faaliyetlerinin önünde neden engel olsun? Devrimci militan bir sosyalistliğin hakkını verme derdi ve iddiasındaysak hem yürüyüp hem de sakız çiğnemeyi neden beceremeyelim?

Günümüz koşullarında yürütülecek militan devrimci bir pratik, büyük ölçüde proleterleşmiş bir toplumda sınıfın değişik kesim ve bölükleriyle etle tırnak misali bir kaynaşma yönelimi içine girmeyi başa yazmak zorundadır. Anlayış düzeyinde kendisini belirli kesimler ve bazı sektörlerle sınırlamamakla birlikte -sosyalist hareketin mevcut güç yetersizliği düşünüldüğünde ‘güç yoğunlaşması’ yaklaşımıyla- başlangıçta başka alan ve sektörlere sıçramayı mümkün kılacak pilot örnekler ve mevziler yaratmaya yoğunlaşmak daha akılcı bir tutum olacaktır.

Ayrıca Kontrol Et

Çin “Afrika’nın Kreditörü” Rolünü Pekiştiriyor

Emperyalist rekabette “kendi yolunda” ilerleyen Çin, Afrika ülkeleriyle işbirliğine yeni halkalar ekliyor